29 EKİM 2019 CUMHURİYET BAYRAMI KUTLANIRKEN GEÇMİŞİ HATIRLAYALIM.
İşgal altındaki İstanbul
Prof.Dr.Hakan Özoğlu |
Fakat özellikle İngiltere, İstanbul’un geleceğinin nasıl olması
gerektiğini tartışmaya açmıştı bile. İşgalin resmileşmesinin üzerinden 5 ay
gibi kısa bir süre geçmesinin ardından İngiliz üst düzey yönetimi, İstanbul’un
ayrı bir devlet olarak yapılanması fikrini tartışıyordu.
İngilizlerin "İstanbul
Devleti" projesi
İngiliz arşivlerinde CAB/23/35 numarayla
kayıtlı ve 11 Ocak 1920 tarihli bir belgeye göre, Paris’te İngiliz Başbakanı
Lloyd George’un otel odasında, İngiltere Dışişleri Bakanı Earl Curzon, Bonar Law,
Lord Birkenhead ve Hindistan’taki İngiliz yönetiminin Dışişleri Bakanı E. S.
Montagu’nun da katıldığı bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıda, Osmanlı
Devleti’nin Avrupa topraklarından çıkarılması ihtimaline karşı bir proje
üretilerek İstanbul’un ayrı bir devlet olması tartışıldı.
Bu projeye göre kurulacak İstanbul
Devleti’nin sınırları, Avrupa yakasında Marmara Denizi ve Enos-Midis (veya
Çatalca) hattı arasında olacaktı. Anadolu yakasında ise Boğaziçi’nin Şile-İzmit
hattının batısı, bu devletin sınırları içinde kalacaktı. Çanakkale Boğazı’nın
da İstanbul Boğazı gibi bu yeni devlete dahil olması öngörülmüştü. Çanakkale
Boğazı’nın Anadolu’daki sınırları, Bozcaada dahil olmak üzere, 80 kilometrelik
bir hat üzerinde olacaktı. Bu iki boğaz bölgesi haricindeki Marmara Denizi’ne
bitişik Anadolu toprakları, Osmanlı Devleti’ne bırakılacaktı.
Kuşkusuz bu projenin amacı, Çanakkale ve
İstanbul Boğazlarının kontrol altında kalmasıydı. Karadeniz ile Akdeniz
arasındaki bütün adalar (cümlenin İngilizcedeki kuruluşuna göre buna Ege
Denizi’ndeki adaları katmak mümkün ama yazının mantığına göre sanıyorum Marmara
Denizi’ndeki adalar kastedilmiş) İstanbul Devleti’nin toprakları olacaktı.
Sonuç olarak bu projenin uygulanabilirliğinin güçlüğü göz önüne alınarak, ayrı
bir İstanbul Devleti kurulmasından vazgeçildi.
Amerikalı diplomatların 'işgal altındaki
İstanbul' gözlemleri
Gerçekten de böyle bir proje çok
masraflı olabilirdi. Zira işgal altındaki İstanbul gerçekten çok sefildi. Bu
bağlamda İstanbul’daki günlük yaşamın nasıl olduğu konusundaki detaylı bilgiyi
içeren bir raporu paylaşmak uygun olur. İşgal sırasında İstanbul’da görev yapan
Amerikalı diplomatların yazdığı ve ABD arşivlerinde 867.50/4 numara ile kayıtlı
bu belgenin Washinton’a gönderiliş tarihi 30 Ocak 1919. Ancak belge, içerisinde
26 Aralık 1918 tarihli bir raporu da içeriyor.
26 Aralık 1918 tarihli rapor, İstanbul’a
gönderilecek Amerikalı diplomatlara bilgi mahiyetinde yazılmış bir doküman.
Luther R. Fowle isimli bir diplomat tarafından kaleme alınan ilk bölüm, "İstanbul’da
Yaşam Koşulları" başlığı altında ama genellikle savaşın getirdiği
enflasyondan bahsediyor:
"Sağlığı yerinde olan yetişkinler
için yaşam koşulları genellikle kaç paran olduğuna bağlı. Parası olanlar için
bulunmayacak yiyecek çeşidi hemen hemen yok gibi. Fakat halkın çok büyük bir
çoğunluğu sefalet içinde... Enflasyon, savaşın başladığı zamana göre yüzde bin
artış göstermiş durumda... Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının üzerinden beş
hafta geçti. Şu ana kadar henüz büyük bir bulaşıcı hastalığa rastlanmadı ama
şehir çok kirli. Çocuklar ve burada işi olmayan yetişkinlerin kesinlikle
buradan uzak durmasını tavsiye ederim."
İngilizlerin "bağımsız İstanbul" projesinin
amacı, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının kontrol altında kalmasıydı. Sonuçta
projenin uygulanabilirliğinin güçlüğü göz önüne alınarak, ayrı bir İstanbul
Devleti kurulmasından vazgeçildi.
by Hakan Özoğlu
Fowle’ın raporunda belirttikleri, İstanbul’da görevli Lewis Heck
adlı başka bir diplomatın gözlemlerinin bir özeti. Aynı dosyada yer alan Heck
imzalı rapor; enflasyonun günlük tüketim gıdaları üzerindeki etkisini, kömür
krizini, ulaşım problemlerinin hayatı nasıl etkilediğini çok daha detaylı bir
biçimde anlatıyor:
"İstanbul’da su, elektrik, tramvay ve
şehir hatları servislerinin verilebilmesi için yaklaşık 1200 ton kömüre ihtiyaç
vardır. Almanlar yakın zamana kadar şehre günde 300 ton kömür gönderiyordu ama
savaş bittikten sonra bu durdu. Zonguldak’ta Osmanlı ordusunun disiplini
altında çalıştırılan kömür madencilerinin çoğu savaştan sonra işi durdurdu.
İstanbul’daki kömür stokları hemen hemen eridi. Aldığımız raporlara göre,
Almanlar, ülkeyi terk etmeden önce Zonguldak’taki madenlerde kullanılan
makineleri bilerek kırdılar. Geçen Kasım ayında (1918) üç haftalık bir süre ile
şehre elektrik verilemedi. Bu zaman zarfında şehir halkının güvenliği büyük
tehdit altına girdi çünkü geceleri sokaklar hırsız ve soyguncuların kontrolüne
geçti. Her gece pek çok insan öldürüldü. Bunların çoğu politik
suikastlardı."
Raporda, bu siyasi
suikastların ve üç haftalık elektrik kesintisinin bir rastlantı olup olmadığı
konusunda bir bilgi yok ama bunun da bir olasılık olduğunu gözden kaçırmamak
lazım. Kömür krizinin önemli başka bir boyutu da Heck’in raporundan anladığımız
kadarı ile tramvayların tamamen durması. Bunun neticesinde sokaklar, işine
gidemeyen pek çok insanın da işsizlere katılmasından dolayı yürünemeyecek
haldeymiş. Suyun da şehre ancak günde birkaç saat verilebildiğini anlatan Heck,
şehrin sokaklarının bu yüzden temizlenemediğini anlatıyor:
"Boğaz’daki vapur seferleri de kömür eksikliği
yüzünden düzenli yapılamıyor. Kömür bulup sefer yapan birkaç tekne ise tepeleme
dolu ve çok tehlikeli seferler yapıyor ama şu ana kadar henüz kaza olmadı.
Trenler de bu krizden nasibini aldı ve seferlerin çoğu yapılamıyor. Bunun
neticesi olarak da Anadolu ve Trakya’dan getirilen tahıl gibi önemli gıda
maddeleri şehre ulaşamıyor. Bu da şehirdeki kıtlığın ve enflasyonun önemli
sebeplerinden biri."
Heck raporuna şöyle devam
etmiş:
"Yine de bu şehirde, özellikle savaşın
son iki yılında büyük paralar kazanmış olanlar var. Bu kişiler ya yüksek
seviyede devlet görevlileri ya da onlarla yakın ilişkide olanlar. Bu kişiler.
Mütareke’den önce zengin olduklarını saklamıyorlardı ama şimdi politik
sebeplerden dolayı çok daha gizlilik içinde yaşıyorlar ve paralarının ya
savaşta nötr kalmış yada Almanya, Avusturya gibi ülkelere kaçırıyorlar."
Heck, bahsettiği kişilerin
kimliği konusunda bilgi vermemiş. Raporu okurken, böyle bir ortamda yaşayan
sefil çoğunluğun hayat standartlarının nasıl olabileceği konusunda bir fikir
sahibi de olabiliyoruz. Mesela Heck, tekstil ürünlerindeki krizden bahsederken,
bir kişinin aynı giysiyi birkaç yıl boyunca her gün giymek zorunda olduğunu
söyleyerek, sokaktaki insanın görünüşünü zihnimizde canlandırmamıza yardımcı
oluyor. Salgın hastalıklar konusunda da raporda şunlar geçiyor:
"Şu anda İstanbul’da ciddi bir salgın
yok. Ama tifüs, tifo, çiçek hastalığı vakalarına rastlanıyor. Yakın zaman önce
iki önemli enflüanza salgını oldu. Biri hafif geçti sadece birkaç kişi öldürdü
ama öteki pek çok genç insanın ölümüne sebep oldu."
Bütün bu sefalete rağmen, bence raporun en ilginç bölümlerinden
biri, Heck’in bu şehirde parası olanın bulamayacağı şeyin olmadığı bilgisi.
Heck devamla şöyle diyor:
"İstanbul’daki bütün bu sefalete rağmen
bu şehir, yine de özellikle zenginler için dünyanın en büyük stoklarına sahip
şehirlerden biri. Burada, yüksek fiyatı ödendiğinde bulunamayacak bir şey yok
gibi."
Lewis Heck bu iddiasını
ispat için İstanbul’daki zenginlere hitap eden bir lokantanın menüsünü raporuna
eklemiş ve menüdeki yemeklerin Avrupa başkentlerindeki en lüks lokantalarla
aşık atabileceği fikrini okuyucusuna vermiş. Yani İstanbul, işgal altında bile
tezatlar şehri olmaya devam etmiş.
İşgal altındaki İstanbul
yıllarında Müttefiklerin ilgilendiği konular, aslında mevcut hayat şartlarının
nasıl iyileştirilebileceği değildi. Onlar, "Osmanlı İmparatorluğu'nun
geleceği ne olmalı?" konusu kadar, "İstanbul’un nasıl bir geleceği
olmalı?" konusunu da tartışıyorlardı. Bu soruya verilecek cevapların
içinde İstanbul’un ayrı bir devlet olarak yeniden yapılandırılması konusuna,
İngiliz arşivlerindeki CAB/23/35’de kayıtlı bir belge üzerinden yukarıda kısaca
değinildi. Bu belgede maalesef harita yoktu.
İlginçtir ki başka bir
Amerikan arşiv belgesinde (867.00/833), İstanbul’u ayrı bir devlet olarak
gösteren böyle bir haritaya rastlıyoruz. Dönemin ABD İstanbul Başkonsolosu Bie
Ravndal’ın 2 Aralık 1918’de Washington’a gönderdiği raporda iki harita vardı.
Birinci harita, 10 Ağustos 1920’de imzalanacak Sevr Antlaşması sırasında teklif
edilecek olan Osmanlı’nın bölüşülmesinin haritası. İkincisi ise konumuzla
alakalı olan "bağımsız bir İstanbul" projesi ile ilgili harita.
Buradan da anlaşılıyor ki, bazı Amerikalı diplomatlar, tıpkı İngilizler gibi,
sınırları neredeyse birbiri ile çakışan bağımsız bir İstanbul bölgesi
düşünmüşler. İstanbul’un resmen işgalinin 95. Yıldönümünde, bu haritayı da
paylaşmak istedim.
Prof. Dr. Hakan Özoğlu |
Prof. Dr. Hakan Özoğlu, Central Florida
Üniversitesi (ABD) Orta Doğu Araştırmaları Programı Direktörü. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. ABD’deki Ohio State Üniversitesi'nde tarih
doktorası yaptı. 'Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası' (Kitap Yayınevi, 2011) isimli kitabı, 'From Caliphate to Secular State: Power
Stuggle in the Early Turkish Republic' başlığıyla İngilizcede (Santa Barbara, CA:
ABC-Clio/Praeger Publishers, 2011) yayımlandı. 'Osmanlı Devleti ve Kürt
Milliyetçiliği'(Kitap Yayınevi, 2005) ise 2012'de 'Dewleta Osmanî û Neteweperwerên
Kurd' başlığıyla (Kitap Yayınevi, 2012) Kürtçeye çevrildi.
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve
Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Central
Florida Üniversitesi (ABD) Orta Doğu Araştırmaları Programı Direktörü. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. ABD’deki Ohio State
Üniversitesi'nde tarih doktorası yaptı.