22 Haziran 2019 Cumartesi

Kazak Birliğinin Kurucusu, Ulu Kazak Hanı Abılay (1711-1781)

Kazak Birliğinin Kurucusu, 
Ulu Kazak Hanı Abılay (1711-1781)

Abılay Han, Kazak Bağımsızlık hareketini başlatmış olan liderlerden birisidir. Asıl adı Ebu’l-Mansur”, kazandığı başarıdan dolayı,  tarihteki Türk Hakanları örneğinde olduğu gibi “Abılay Han” adı verilmiştir. Kazakistan’ın yakın çağlarda yetiştirmiş olduğu büyük devlet adamı, komutan ve yaşadığı devrin önde gelen bir diplomatı olarak bilinir. Abılay Han,  Cuci sülalesinden, Kazak Hanlığı’nı kurucusu Jangir Han’ın beşinci neslinden gelmektedir.

Ebu’l-Mansur’da tıpkı Moğol İmparatorluğu’nun kurucusu Cengiz Han gibi, çocukluk yılları sıkıntılı geçmiştir. Kazakların tarihinde karanlık ve sıkıntılı bir dönem olarak bilinen  1723 felaketinde Ebu’l-Mansur’un babası da  öldüğü için, Mansur  yetim kalır. Kazak tarihinin üç bilge kişisinden birisi olan Töle Biy( diğer ikisi Ayteke Biy ve Kazbek Biy) bu yetim çocuğu himayesine alır. Mansur’un bundan sonraki hayatı Töle Biy’in koyun ve atlarını otlatmakla geçer, Mansur bu sırada henüz 13 yaşlarında yani çocukluk devresini geride bırakıyordu.

Töle Biy, bu yetenekli genci bir çoban değil, bir oğul gibi görür ve  tecrübelerini ona aktarır.Bilhassa da,Töle Biy, aklını, ferasetini, halk yönetimi kabiliyetini ve amansız düşmana karşı sadece Kazak halkının birliğiyle direnebileceği hususlarını  öğretir. Abılay 20 yaşındayken cesaretiyle, yiğitliği ile kanlı bir savaşta halkın gözüne girer. Tahminen 1730-1733 yılları arasında gerçekleşen bu savaşta göstermiş olduğu olağanüstü başarısından dolayı da Büyük dedesinin ruhuna sığınarak, yüksek sesle “Abılay, Abılay”  sloganıyla düşmana saldırır. Zaferle sonuçlanan savaşın ardından, Abılay Orta Cüz Hanı  seçilir ve Kazak bozkırının en itibarlı şahsiyeti olarak  kabul edilir. Bundan böyle Ebu’l-Mansur ismi unutulur ve  Abılay olarak tanınmaya başlar. 1730-33 seneleri arasında Orta Cüz askerleri ile Congar ve Kalmuk askerleri arasında birçok büyük savaşlar olmuştur. 1732’de ise Congarlar 7 binden fazla askeriyle Orta Cüzün doğusundaki köylere saldırırlarsa da Kazakların karşı taarruzla düşmanı püskürtürler. Çin tarihi belgelerinde “1733 yılında ve  Abılay henüz 20 yaşında iken, Kazak ve Kalmuklar arasında büyük bir savaş olduğu” ifadesi geçmektedir. Özellikle 1730-1740 yıllarında yapılan savaşlarda Abılay, askeri cesareti,  uygulamış olduğu tekniği, komutanlık kabiliyetini ortaya koymuştur. Meşhur kanlı savaşın yiğitleri arasında adları geçen; Karakerey Kabanbay, Şakşak Janibek, Karakalpak Kılışbek, Şapıraştı Navrızbay v.b. de Abılay ile birlikte savaşmışlardır.

Bu olaylardan sonra Abılay,  Kazak halkının kurtuluşunu kabileler ve cüzler arasındaki birliğin sağlanmasıyla mümkün olacağına inanmıştı. Bundan sonraki süreçteki çalışmaları Kazak halkının birliğine yönelik olmuş ve bunu başarmıştır. Bundan sonra iktidar, yavaş yavaş Tauke Han’ın torunu Abilmambet Han’ın elinden, Abılay’a geçecektir. Abılay’ın yiğitliği, akıl ve ferasetine inanmış olan  Abilmambet, Abılay için adeta bir danışman konumunda olmuştur.

1738-1741 yıllarında Abılay Han önderliğindeki Kazaklar, Congar işgalcilerine başarı kazanmışlarsa da, 1742 yılında Congarların beklenmedik bir saldırısı sonucunda Abılay Han tutsak düşer. Hanın, düşman elinde tutsak olması, Kazak toplumunda ciddi  sorunlara sebep olur. Töle Biy ve Abilhayır Han’ın, Orenburg yönetimine müracaatları ve  vermiş oldukları tavizlerin karşılığında Abılay Han, özgürlüğüne kavuşması için başlatılmış olan görüşmeler semeresini vermiştir.  Üç Kazak Cüzü’nün temsilcileri, Töle Biy’in başkanlığındaki bir heyet, Orenburg’a gider, yapılan görüşmelerden sonra,   5 Eylül 1743’te Abılay’ı özgürlüğüne kavuşmuş olur.

Abılay Han’ın gerçek iktidarı 1744 yılında Abilmambet’in Türkistan’a göç etmesinden sonra başlar. Abilay, Kazak halkının, Kalmuklarla yapmış oldukları ağır savaşlardan dolayı yorgun düştüğü için halkının  eski gücüne kavuşabilmesi için diplomatik işlemlere ağırlık vermiş ve bu konuda da başarılı olmuştur. Abilay Han,Kazak halkını oluşturan kabile ve cüzler arasındaki birliği yeniden kurabilmek amacıyla Çin İmparatoru ile siyasi ilişkilerini yoğunlaştırır. Abılay Han, bu sırada Rusya ile Çin’in arasındaki anlaşmazlıklardan yaralanmak için böyle bir tavır takınmış ve semeresini de almıştı. Abılay 1745’ te, Congarlar arasındaki iç çekişmeler ve özellikle de, Congar Çin savaşından yararlanmıştır. Nitekim Doğu Türkistan sınır bölgesindeki Kazak topraklarına yerleşen Oyratları buradan kovarak, Kazak topraklarını geri almıştır. Bu süreçte, Kazak halkı arasında birliği ve bütünlüğü sağlamayı başarır. 1745’te Orta Cüz Han’ı Abilmambet, Abılay ve Barak’ın isimleri birlikte söylenirken, 3-4 sene sonra bu durum tamamen değişmiş ve sadece Abılay Han’ın adı zikredilir. 1749 yılından itibaren Orta Cüz Han’ı Abilmambet  artık, Taşkent şehrinde oturmakta, yönetimden de elini ayağını çekmiş, Barak sultan yapmış olduğu hatalardan dolayı yurdunu terk etmiş  olduğu için Orta Cüz’ün  yönetimi Abılay Han’a kalmıştır.

Kazak halkının iki asırdan beri devam eden Congar saldırılarına karşı bağımsızlık mücadelesinin son dönemi, Kazak halkının(Alaş halkının) zihninde “Şandı Jorık”(Tozlu Sefer) adıyla ebedileşir. 1771’de Edil Kalmukları Kazak toprakları üzerinden Jongarya’ya göç eder. Kişi(Küçük) Cüz hanı Nuralı acil sefer düzenleyerek Jem ırmağı boyunda Karmuklara ilk darbeyi vurur. Abılay Han idaresindeki Kazak kuvvetleri, Balkaş Gölü yakınlarında, Kalmuk kuvvetlerini kuşatır.  Kalmuk reisleri Ubaş ile Seren, başka çareleri kalmayınca kayıtsız-şartsız teslim olmak yani Abılay Han’ın yönetimine girmek istediklerini bildirirler. Kazak Biyleri konuyu tartışırlar ve sonunda Abılay’ın, ”yenilen düşmanın kılıçtan geçirilmesinin  faydalı olmayacağı yönündeki görüşü kabul edilir.” Edil’den göç eden Kalmuk’larla uzlaşıp, hiç olmazsa onların kolaylıkla Congarya’ya geçmesini sağlamak suretiyle, doğuda bulunan komşu ile  gelecekteki ilişkiler düzene konmuş olur. Congarlar’dan elde edilen doğudaki topraklara, Kazak köylülerinin yerleşmesi Abılay’ın politikasının uzun vadeli olduğunu göstermektedir.

Abılay Han’ın atmış olduğu adımlar ve uygulamaları, Kazak Halkının birliği, topraklarının bütünlüğü temeline yönelik olmuştur. Taht kavgası sırasında Barak sultan Abilhayır Han’ı öldürür. Bu sırada, Abılay Han’ın tek düşüncesi, Kazak halkının birliğini kurma yolunda hata yapmamaktı. Abılay, savaş anında ve barışta yönetimi altında bulunan halka, özellikle de askerlere karşı uygulamış olduğu disiplin halkın  ve askerlerin Han’a olan güvenlerini  artırdığı gibi, özellikle de  askerlerin milli ruhunu canlandırır  ve cesaretlerini artırır. Bu durum Kazak askerlerinin başarısını olumlu yönde geliştirmiştir.

Abılay Han, düşman askerinin sayıca  fazla olmasına bakmaksızın, kendi kuvvetlerinden fazla ordularla savaşmaktan çekinmez, ve savaşları genelde  kazanırdı. Abılay Han’ın dikkate değer en büyük özelliği, Kazak halkının gücünü birleştirmiş, askeri bakımdan güçlü bir ülke konumuna ulaştırmıştır. 1771’de  Abilmambet Han’ın eceli ile ölümünden sonra, töre gereği, Orta Cüz’ün Hanı olarak ya Abilmambet’in kardeşleri, ya da büyük oğlu Abilpeyiz seçilmeliydi. Ancak ülkenin içinde bulunduğu sıkıntılar da göz önünde bulundurularak, yetki ve sorumluluk sahipleri özellikle de Abilpeyiz’in isteğiyle üç Cüzün yönetim vekilleri Türkistan’da Abılay’ı Kazak Cüzlerinin ortak Han’ı olarak seçerler. Böylece Abılay artık sadece Orta Cüz’ün Han’ı değil, artık Kazak Halkının “Ulu Han”ı olarak tahta oturmuştur.

Dış politikada da, Çin İmparatoru, Congar Hanı ve diğer Orta Asya Devletleri  Abılay‘ı Kazak Hanı olarak resmi türde tanırlar. Ancak onun hızla itibar ve şöhret kazandığından ürkmeye başlayan Rus Çarı II. Katerina, Abılay’a sadece Orta Cüz Hanı muamelesi yapar. Bu durum, emperyal güçlerin genel siyaseti olan  “Böl ve yönet” stratejik politikasının gereği idi.  

Ş. Valihanov Abılay Han’ın bütün kabileleri ve cüzleri birleştirmesi ile ilgili olarak, Abılay’ın, başlatmış olduğu merkezileştirme yani Kazak birliğini kurma projesinin neticesi olduğunu ifade etmektedir. Çünkü Abılay Han zamanına kadar, Kazak hanlarının yönetimlerinin önünde konseyler, boylar reisler ve bağımsız hareket eden sultanlardan oluşan ciddi manada  engeller vardı.
Abılay Han’ın bu başarısı, “Kazak halkının efsanelerinde, öykülerinde derin izler bırakmış ve kıymetli eserler vücuda getirilmiştir. AbılayHan, haysiyetli, onurlu, milliyetçi ve muhteşem bir kudrete sahip bir şahsiyet olarak bilinir. Kaynaklar, Abılay döneminde, Kazak Halkının mutlu, güçlü ve birlik içinde olduğunu doğrulamaktadır. Ulu Kazak Hanı’nın, seferleri, kahramanlıkları ve zaferleri destanlara konu olmuş ve  halkın ağzında nesilden nesile  ulaşmıştır. Hayatı boyunca Abılay Han’ın yanından ayrılmayan yandaşı, hem akıl verdiği bilgin Bukar Jıray(Ozan) Kalkamanulı’nın: “Han’ım Altın Tahtın üstünde, Üç Cüzün birleşmesini beraberliğini sağladın” mealindeki sözleri, aslında bir gerçeğin ifadesidir.

Abılay Han, tıpkı günümüzdeki Kazakistan Cumhuriyeti’nin bir yanında Rusya, diğer yanında da Çin olduğu gibi o dönemde de bu  iki büyük ve tehlikeli düşmanın arasında yaşama mücadelesi  vermiştir. Abılay Han,  Kazak halkının jeopolitik yapısına uygun düşen bir siyaset yürütmüştür. Abılay Han, Çin ordusu Congarları mağlup ederek Kazakistan’a yaklaştığı sırada, Müslüman devletlerin bir araya gelmesi yönünde ciddi adımlar atmıştır. Böylece Afgan Şahı Ahmad Durani ile anlaşma yapar. Türkiye’ye(Osmanlıya) elçi göndermek suretiyle iyi niyetini bildirir. Bu arada Çin ile ilişkilerini düzenlediği için Rusların isteklerine boyun eğmemiştir.

Ekim 1779 yılında, Rus Çarı’nın “hanlık sembolleri takdim etme” davetini reddederek Petropavlo gitmemiş olması Abılay’ın Rusya karşısındaki konumunu göstermesi bakımından önemlidir. Hatta Kazak kuvvetleri, Pugaçev savaşı sırasında 3 bin kişilik bir kuvvetle “Hasret Beldesi” boyundaki Rus istihkamlarına baskınlar  düzenlemiştir. Ş.Valihanov’a göre: Abılay, “1771 yılında Han seçildiğinde de, Rus sınırına yemin etmeye gitmemiş olması da Ruslar karşısındaki durumunu göstermesi bakımından önemli” olduğunu ifade etmektedir. Nitekim Ruslar, 4 Ekim 1779 yılında Orenburg yönetimi, “Kazak ordasında Abılay’ın etkisini düşürme maksadıyla, onunla çekişmeye girecek birini bulmak” gibi tedbirleri alır. Abılay kahırlı bir idareci, aynı zamanda Kazak halkının manevi değerinden beslenen, yetenekli bir saz(Küy) sahibidir. Abılay hayatının büyük bir bölümünü at üstünde yani seferlerde geçirmiştir. Kazak Halkını birleştiren ve bağımsız Kazakistan’ın temelini atmış olan bu ulu Han, Arıs ırmağı kıyısında 1781 yılında vefat etmiş, Kazakistan’ın manevi  başkenti Türkistan şehrinde, Hoca Ahmet Yesevi türbesinde, Kabirhane ve Aksaray arasındaki dehlizde ebedi istirahatgahındadır. Ruhu şad olsun, Yüce Allah (c.c) kabrini nurla doldursun.

Abılay Han, Kazak halkının nazarında büyük bir devlet adamı, cesur bir komutan, becerikli bir diplomat olarak kalmıştır. Bağımsızlık uğruna verilen mücadelenin önderi olarak Abılay Han’ın şahsiyeti, akıllı davranışları Bukar Jırau, Ümbetay, Şadi Töre Jangirulı jırlarında(türkülerinde) geçer. K. Jumantayulı, M.Aytbayev gibi şairlerin şiirinde, İ.Esenberlin’in, A.Kekilbayev’in, K.Jumadilov’n v.b. şair yazarların eserlerinde yer almıştır.

1993 yılında  devletin milli para biriminde Abılay Han’ın resmi yer aldı. 2005 senesinde onun hayatını anlatan “Köşpendiler” filmi hazırlanmıştır. Bir de, son dönemde Kazak araştırmacıları Çin arşivlerinde Abılay Han’ın Çin imparatorları yapmış olduğu yazışmalar konusunda çalışma yapmaktadırlar. Abılay Han, dağınık halde ve birbirleriyle mücadele halindeki Kazak halkını birleştirmeyi başarmıştır. Bu dönemde Rus ve Çin politikasının kaynağını Roma İmparatorluğu’ndan almış olduğu “Divide et  imperium” yani “parçala ve hükmet” stratejini alt-üst etmiş ve halkının birliğini, ülkesinin güvenliğini sağlama konusunda üstün başarı  göstermiş ve bu yönü  ile de, tarihe  mal olmuş büyük bir devlet adamıdır. Abılay Han’ın bu akılcı  ve realist politikasının bugün kardeş Kazakistan Cumhuriyetinde de aynı kararlılıkla  sürdürüldüğünü görmek, bu güzel ülkenin ve halkının geleceğinin aydınlık ifadesidir.
Prof.Dr. Abdulkadir YUVALI 
Kaynak:

15 Haziran 2019 Cumartesi

Ayvalık pazarına Yunan hücumu

Ayvalık pazarına Yunan hücumu

Balıkesir'in ilçesi olan Ayvalık, Yunan vatandaşlarının alış veriş merkezi haline dönüşmüş durumdadır.

Ayvalık ilçesine Yunanistan'ın Midilli adası çok yakın olduğundan, Yunanistan vatandaşları Türkiye'deki pazarların ucuz olması nedeniyle Ayvalık'tan alış veriş yapmak üzere akın akın gelmekteler. 
Türk Parasının değer kaybetmesi de bu alışverişlere sebep olmaktadır. 
Komşu Yunanistan vatandaşları bizim sayemizde ucuz mallara kavuşmaktalar.
Balıkesir-Ayvalık ilüçesi
Türk lirasının değer kaybetmesi ile birlikte çok sayıda turist Türkiye'ye geliyor. Balıkesir'in Ayvalık ilçesinde haftada 2 gün kurulan semt pazarı, Midilli Adası´ndan gelen Yunan turistlerin akınına uğruyor. Yunanlar, pazar alışverişinin yanı sıra mobilya, halı, mutfak malzemesi gibi pek çok ürünü de Ayvalık'tan satın alıyor. 
Turizmci Eşref Jale Midilli´de bir fincan kahve 3.2 Euro'ya satıldığını Ayvalık´ta ise bir tişörtün 3.2 Euro'ya satıldığını söylüyor.
Türkiye´nin batıya açılan en uç noktası olarak kabul edilen `Ayvalık Deniz Hudut Kapısı´ndan ilçeye giriş yapan Yunan turistler, bavullar dolusu alışveriş yaparak, ülkelerine dönüyor.
Yunan vatandaşları alışverişte
Her hafta perşembe ve cumartesi günleri ilçede kurulan semt pazarına, Midilli’den feribot ile yaklaşık 400 turist geliyor. Yunanlar, aldıkları eşyaları koyacakları bavulları dahi Ayvalık’tan satın almayı tercih ediyor. Yunan turistler, pazar alışverişinin yanı sıra inşaat malzemesi, mobilya, halı, mutfak malzemesi, beyaz eşya ile mücevher ve baklava gibi birçok ürünü de Ayvalık’tan alıyor.
Ayvalık Bit Pasarı
MÜBADİLLER VAZGEÇEMİYOR´
Turizmci Öztürk Turhan, Midilli halkının, Ayvalık´ı tercih etmelerinin en önemli sebeplerinden birinin, mübadele döneminde birçok Yunan mübadilin Ayvalık´tan Midilli´ye gidip yerleşmesi olduğunu söyledi. “Günümüzde Midilli´de yaşayan pek çok Yunan mübadilin hayali Ayvalık´tır” diyen Turhan, şunları söyledi:
Balıkesir Ayvalık İlçesinden görüntü
“Onları nereye götürürseniz götürün, Ayvalık´a gelmeden edemezler. Yunan turistlerimiz Cumartesi günleri de Ayvalık´a akın etmeye başladılar. Bu durum ilçe esnafı için çok ciddi gelir kaynağı ve memnuniyet oluşturuyor.”
ALIŞVERİŞ İÇİN BAVULLARINI DAHİ AYVALIK’TAN ALIYORLAR´Ayvalık ile Midilli arasında deniz ulaşımını sağlayan feribot işletmeciliğinin kurucularından turizmci Eşref Jale de “Ayvalık´a gelen Yunan turistler, bavullar dolusu alışveriş yapıyor. Hatta bu alışveriş çılgınlığı o kadar ileriye gitti ki, bavullarını bile Ayvalık´tan satın alıyorlar” dedi.
Ayvlalıkta gün batımının harika görüntüsü
`BİR FİNCAN KAHVE FİYATINA TİŞÖRT SATIN ALABİLİYORLAR´
Jale, son günlerde Midilli´den, Ayvalık´a her geçen gün daha fazla turist geldiğini vurgulayarak, “Midilli´de bir fincan kahve 3.2 Euro’ya satılıyor. Oysa Ayvalık´ta 3.2 Euro’ya tişört satılıyor. O yüzden de Yunan turistler alışveriş için Ayvalık´ı tercih ediyor. Sadece mutfak ve giyim gereksinimlerini değil, mobilyalarını bile buradan alıp, ülkelerine dönüyorlar. Ayvalık´ta ekonomik anlamda çok ciddi bir sirkülasyon oluyor” diye konuştu.
(Kaynak: DHA
ulusalhaber-ulusalajans



 

5 Haziran 2019 Çarşamba

SİNAN MEYDAN : FARKINDA MISINIZ ??? SEVR’İ UYGULUYORSUNUZ


SİNAN MEYDAN : FARKINDA MISINIZ ??? SEVR’İ UYGULUYORSUNUZ !!!.
Sinan Meydan 

Sevr Antlaşması 152-155 arası maddelere göre; 50 bin kişilik bir askeri birlik dışındaki tüm ordu terhis ediliyordu. 168. maddeye göre tüm askeri okullar kapatılıyordu. “Askere Alma” başlığını taşıyan 165. maddeye göre “zorunlu askerlik” kaldırılıyor ve askerlik süresi 12 aya indiriliyordu
Yeni askerlik kanununa göre bedelli askerlik süreklilik kazanacak; parası olanlar 30 bin TL vererek askerlik yapmayacak parası olmayanlar ise sadece 6 ay askerlik yapacak. Bu kanun kabul edildiğinde askerlik yapmakta olanlardan 6 aylık askerliğini tamamlamış olanlar üç ay içinde terhis edilecek. Böylece mevcut ordunun dörtte üçü terhis edilmiş olacak. Bugün dört bir yandan kuşatılmış Türkiye bir anda neredeyse “ordusuz” kalacak. İşte o zaman ciddi bir “beka” sorunumuz olacak!
Peki neler oluyor?
Türkiye'nin “Ordusuzlaştırılması” ne anlama geliyor?
Cevap “seçmeli ders” yapılan tarihte gizli!
İngiliz Lord Curzon
YENİ ASKERLİK KANUNUYLA ESKİYE DÖNÜŞ
Başkanlık sistemiyle (anayasa+meclis+saray düzeniyle) fiilen cumhuriyetten meşrutiyete dönen Türkiye bu yeni askerlik kanunuyla meşrutiyetin de gerisine Tanzimat'a dönüyor. Anlayacağınız nerede biteceği belli olmayan geri dönüş tüm hızıyla sürüyor.
Şöyle ki Osmanlı'da 1846'da “Bedel-i Şahsi” uygulamasına geçildi. Buna göre “kura” çıkıp 5 yıllık zorunlu askerlik yapmak istemeyenler bedel parası ödeyerek kendilerinin yerine bir başkasını askere gönderebilecekti. 1865'te “Bedel-i Şahsi” kaldırılıp “Bedel-i Nakdi”ye geçildi. Böylece zorunlu askerlik yapmak istemeyen Osmanlı zenginleri “bedel akçesi” ödeyerek askerlikten kurtuldu. Osmanlı'da askerlik fakir Anadolu delikanlılarının Türk çocuklarının işi haline geldi.
İkinci Meşrutiyet'ten sonra 1909'da çıkarılan askere alma kanunuyla askerlikten muaf olan İstanbul halkının ve Müslüman olmayanların da askerlik yapması zorunlu hale getirildi. Mart 1914'te çıkarılan askerlik kanununa göre ise 18 yaşını dolduran her erkek askerlik yapacaktı.
Cumhuriyet döneminde 1927'de 1111 Sayılı Askerlik Kanunu çıkarıldı. Bu kanuna göre askerlik “bir vatan görevi” kabul edildi. Bu kanun sadece -askerlik süreleri değiştirilerek- bugüne kadar geldi. Bu yeni askerlik kanunu ise sadece askerlik süresini değil cumhuriyetin askerlik sistemini tamamen değiştiriyor.
Bu yeni askerlik kanunu bir geriye dönüştür. Öyle ki Osmanlı'nın 1846 Askerlik Kanunnamesi'ne göre padişahın özel ferman çıkararak “askerlikten muaftır” dediği kişiler askerlik yapmıyordu. Yeni askerlik kanununun 45. maddesinde de aynen şöyle denilmektedir: “Cumhurbaşkanınca gerekli görülen sahalarda özel olarak görevlendirilen gönüllüler Cumhurbaşkanınca belirlenen şartlara uydukları takdirde askerlik hizmetinden muaf tutulur. ”
Yani 1846'da “padişaha” verilen yetkinin bir benzeri 173 yıl sonra 2019'da “cumhurbaşkanına” veriliyor.
ÖNCE ORDUYU BİTİRMEK İSTEDİLER
1. Dünya Savaşı'nda yenilen Osmanlı'ya 30 Ekim 1918'de imzalatılan Mondros Ateşkes Antlaşması aslında orduyu bitirme planıydı. Antlaşmaya göre Osmanlı ordusu dağıtılacaktı. Düzeni sağlamak için sınırlı sayıdaki geçici birlikler dışındaki tüm ordu silahlarıyla birlikte İtilaf devletlerine teslim olacaktı.
Padişah Vahdettin Mondros'tan hemen sonra 5 Kasım 1918'de “İngilizleri memnun etme politikası gereği” ordunun onda dokuzunun terhis edilerek erlerin memleketlerine gönderilmesine ilişkin kararnameyi hiç itiraz etmeden imzaladı. (Tarih Vesikaları Dergisi 3387 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi S.29 Belge 745. )
Mondros'tan sonra İngilizler büyük bir hızla Türk ordularını dağıtıp ordu komutanlarını tutuklayıp silah ve cephaneye el koymaya başladılar.
O günlerde Konya'da Kolordu Komutanı Fahrettin Altay Paşa anılarında şöyle diyor: “Konya'ya bir İngiliz subayı gelip demiryolunun denetimini eline aldı bütün cephane ve silah depolarının kapısına kilit taktırdı. Silahların mekanizmalarını toplayıp bir sandığın içine doldurttu. Ve üzerine işgalin mührünü bastı. ”
YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİN ORDU DÜŞMANLIĞI
VI. Mehmet Vahdettin
Padişah Vahdettin'in vazgeçemediği Sadrazam Damat Ferit İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiser Vekili Amiral Webb'e aralarında Ahmet İzzet Mustafa Kemal Kazım Karabekir ve Ali Fuat paşaların da bulunduğu gizli bir liste vererek “siyasi düşmanlarım” diye nitelediği bu kişilerin tutuklanarak Malta'ya sürgün edilmelerini istedi.
İngilizler Medine Müdafii Fahrettin Paşa'yı Irak Cephesi komutanlarından Ali İhsan Paşa'yı ve Kafkas Cephesi komutanlarından Yakup Şevki Paşa'yı tutuklayıp Malta'ya sürdü. Kafkasya'da başarılı işler yapan Nuri Paşa'yı Albay Mürsel Bey'i ve Albay Rıfat Bey'i hapsettiler. Kut Zaferi'nin kahraman komutanı Halil Paşa'yı da tutukladılar.

"Madde 168 Osmanlı askeri kuvvetleri gelecekte yalnız gönüllü askerlerden oluşacaktır. ”
Osmanlı Genelkurmayı'nda “İtilaf devletlerine güçlük çıkaracak” ne kadar gözü pek general varsa hepsi görevden alınıp tutuklandı.(Bugünde aynısı yapılmadı mı?)
Damat Ferit “Kuvayı Milliye'nin hakkından ben gelirim” diyen emekli Süleyman Şefik Paşa'yı Harbiye Nazırı yaptı. 14 Ağustos 1919'da Harbiye Nazırı olan Süleyman Şefik Paşa Vahdettin'in Kuvayı Milliye'yi ezmek için kurduğu Kuvayı İnzibatiye'nin başına geçmekle kalmadı Türk ordusunun kalburüstü birçok komutanını da görevden aldı.
Vahdettin'in Şeyhülislamı Mustafa Sabri ordunun tasfiye edildiği o günlerde üstelik İzmir'in işgalinden 15 gün sonra “Ordunun görevi oruç tutmaktır!” diye bir açıklama yaptı. Şeyhülislamın bu açıklamasından üç ay sonra 27 Ağustos 1919'da Alemdar Gazetesi'nde çıkan bir yazıda “Ordunun beş vakit namazda padişaha duadan gayrı bir şey bilmemesi lazımdır!” deniliyordu. İstanbul Müftüsü Dürrizade de 11 Nisan 1920'de yayınladığı fetvada “Millici paşaların öldürülmelerinin dinen caiz olduğunu” bildiriyordu.
Yerli işbirlikçilerin ordu düşmanlığı İngilizleri aratmıyordu.
Ordusuz Türkiye projesi: SEVR
Saray hükumetinin görevlendirdiği Osmanlı heyeti 10 Ağustos 1920'de Paris'te Sevr'i imzaladı. Atatürk'ün önderliğinde Milli Mücadele kazanıldı. Emperyalist paylaşım planı Sevr tarihin çöplüğüne atıldı. Lozan imzalandı. Ancak emperyalizmin Sevr hayali hiç bitmedi.
433 maddelik “idam fermanı” Sevr Anadolu'nun ortasına sıkıştırılmış ve iyice küçültülmüş Türkiye'nin aynı zamanda “ordusuz bir Türkiye” olmasını amaçlıyordu.

Sevr Antlaşması'nda Türk ordusunun asker subay silah sayısı hatta subay başına ve tabanca başına kurşun sayısı bile tek tek belirlenmişti.
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon Sevr Antlaşması öncesinde 20 Mart 1920'de “Türklere askerliği yasaklayacaklarını” söylüyordu: “Türkler için askerlik mesleği tümüyle kapanmıştır. 
Lord Curzon

Kuşkusuz Türkler askerlik yapmak isterlerse başka bir yere gidebilirler. Fransız lejyonu onları kabul edecektir. Ancak İngiltere buna bile karşıdır. Çünkü Türkler öteki düşmanlarımızdan farklıdır başka bir yerde bile askerlik yapmaları iyi değildir. Türkiye'ye dönüp yeni bir askeri dönem başlatabilirler. ” (Doğan Avcıoğlu Milli Kurtuluş Tarihi C.1 İstanbul 1998 s. 106. )
Gerçekten de Sevr'in 152'den 208'e kadar tam 56 maddesi “Ordusuz Türkiye” projesine yönelikti.
Sevr'in 152-155 arası maddeleri Türk ordusunu dağıtırken silahlı güç olarak yalnızca üç küçük yapı bırakıyordu. 
Bunlar:
1. Padişahın güvenliğini sağlayacak 700 kişilik özel koruma birliği (hassa alayı) 
2. İçeride düzen ve güvenliği sağlayacak 35 bin kişilik jandarma birlikleri 
3. Jandarma birliklerini destekleyecek 15 bin kişiyi aşmayacak özel birlikler. Toplam 50 bin kişi civarındaki bu askeri birlik dışında kalan tüm ordu 6 ay içinde terhis edilecekti.
Sevr'in 168. maddesi; tüm askeri okulları kapatıyordu.
(Bugün okullar bir bahane ile kapatılmadı mı?)
Sadece izin verilen birlikler için 1 subay okulu ve her yersel bölgede 1'er küçük astsubay okulunun açılmasına izin veriyordu.
Sevr'in “Askere Alma” başlığını taşıyan 165. maddesi zorunlu askerliği kaldırıyor barış döneminde 36 ay olan askerlik süresini 12 aya indiriyordu.
Sevr Türkiye'nin kara deniz ve hava gücünü tamamen yok ediyor hava sahasını yabancılara açıyordu: 184. madde “Türkiye'de yapılmakta olan -denizaltılar da dâhil- bütün gemiler yok edilecektir” diyor; 
188. madde Deniz Kuvvetleri'ne alınacak subay ve erlerin sayı ve niteliğine Müttefiklerarası Deniz Kuvvetleri Denetleme Komisyonu'nun karar vereceğini söylüyor; 
191.madde “Türkiye'nin askeri kuvvetlerinde hiçbir kara deniz hava kuvveti bulunmayacaktır” diyor; 192. madde “işbu antlaşma yürürlüğe girişinden başlayarak iki ay içinde Türk kara ve deniz kuvvetlerinde kadrolu olan bütün havacı personel terhis edilecektir” diyor; 193. madde “Müttefik devletlerin uçakları Türkiye'nin tümünde; havadan transit geçiş ve iniş özgürlüğüne sahip olacaktır” diyordu.
Sevr'in 207. maddesi Türkiye'nin herhangi bir yabancı ülkeden askeri destek veya askeri eğitim almasını yasaklıyordu. Ayrıca Müttefik Devletlerin de kendi ordularına hiçbir Osmanlı uyruğunu almayacakları belirtiliyordu. Böylece Lord Curzon'un istediği gibi Türklere askerlik yasaklanmak isteniyordu.

Atatürk'ün önderliğinde Milli Mücadele kazanılıp Lozan imzalanmasaydı işte Sevr'in bu maddeleriyle “Ordusuz Türkiye” projesi hayata geçirilecekti.

SEVR'E UYGUN ADIMLAR
Benim gördüğüm şu: Önce NATO sonra FETÖ eliyle TSK zayıflatıldı. Son 15 yılda Sevr'in askeri maddeleri tek tek hayata geçirildi geçiriliyor.
Önce 2007'den itibaren TSK'ya yönelik Ergenekon Balyoz ve Askeri Casusluk gibi FETÖ kumpasları başladı. TSK sanık PKK tanık yapıldı. Bu süreçte ordunun “Kozmik Oda”sına bile girildi. Özellikle “MİLGEM” gibi projelerle güçlenen Deniz Kuvvetleri bitirilmek istendi?
15 Temmuz sonrası OHAL kararlarıyla Jandarma İçişleri Bakanlığı'na kuvvet komutanlıkları Milli Savunma Bakanlığı'na bağlandı. Sivillerin Jandarma Genel Komutanı olabilmesine olanak sağlandı. Genelkurmay Başkanı sivil dönemlerde ordu komutanı olmaktan çıkarıldı. Böylece Sevr'in 152. maddesinde istenildiği gibi ordunun adeta bir polis gücüne dönüştürülme yolu açıldı.

“Madde 168 Türkiye'de ancak izin verilen birlikler için subay ve astsubay yetiştirmek amacıyla kesinlikle zorunlu bulunan aşağıdaki okullar kalacaktır. Subay okulu… Her yersel bölge için birer küçük astsubay okulu. ”
15 Temmuz sonrasında OHAL kararlarıyla 1800'lerde kurulan askeri liseler Kara Harp Okulu Deniz Harp Okulu ve Harp Akademisi kapatıldı. Böylece Sevr'in 168. maddesinde istenildiği şekilde askeri okullar kapatılmış oldu. Sevr'in 168. maddesinde askeri okullar kapatıldıktan sonra 1 subay ve her yersel bölgede 1'er astsubay okulu açılması istenmişti. Bilindiği gibi! 15 Temmuz sonrasında Milli Savunma Üniversitesi açıldı.
Son olarak da yeni askerlik kanunuyla Atatürk'ün 1111 Sayılı Askerlik Kanunu değiştirilerek askerlik parası olan için bedelli parası olmayan için 6 aya indirildi. Böylece Sevr'in “Askere Alma” başlığını taşıyan 165. maddesinin istediği biçimde “zorunlu askerliğin kaldırılması” yolunda önemli bir adım atıldı.
Şimdi soruyorum; Türkiye üstelik dört bir yandan kuşatılmışken neden anayasadaki ifadesiyle “hak ve ödev” olan askerlik “hak ve ödev” olmaktan çıkarılmak isteniyor? Neden ordunun büyük bir bölümü terhis ediliyor? Askeri okullar niye kapatıldı?
İktidar son yıllarda yapılan askeri düzenlemelerle Sevr'e uygun adımlar atıldığını görmüyor mu?
 Kaynak:
[status draft]
[nogallery]
[geotag on]
[publicize off|twitter|facebook]
[category araştırma]
[tags GÜNDEM ANALİZİ, SİNAN MEYDAN, SEVR]
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&
Prof.Dr.Sadık Rıdvan Karluk’un 29 Temmuz 2017 tarihinde LOZAN ANLAŞMASI TÜRK ULUSUNUN VE BAĞIMSIZLIĞININ YENİDEN DOĞUŞ BELGESİDİR, makalesinin son bölümünü buraya aktarmak istedik.
Lozan Anlaşması konusunda son sözü Mustafa Kemal Atatürk  söylemiştir: “Saygıdeğer Efendiler, Lozan Barış Anlaşması’nın içine aldığı esasları, diğer  barış teklifleriyle  daha çok karşılaştırmaya gerek olmadığı kanısındayım. Lozan Barış Anlaşması, Türk Ulus’una yüzyıllardan beri hazırlanmış  ve Sevr Anlaşması ile  tamamlandığı sanılmış  büyük bir suikastın yıkılışını anlatan bir belgedir.  Osmanlı tarihinde benzeri bulunmayan bir siyasal utku eseridir” (1927, Söylev, II, s. 76, 24 Temmuz 1933, Hakimiyet-i Milliye Gazetesi)
Birleşik Krallık açısından değerlendirmeyi ise İngiliz Sir Andrew Ryan  yapmıştır:: “Lozan’da onursuz bir barış imzaladık. Lozan, Birleşik Krallığın  şimdiye  kadar imzalamış olduğu anlaşmaların en uğursuzu, en mutsuzu, en kötüsüdür.”
Son söz: 
Lozan, Türkiye Cumhuriyetinin tapu senedir.

Prof. Dr. S Rıdvan Karluk
AKEV Üniversitesi


https://ssl.gstatic.com/ui/v1/icons/mail/images/cleardot.gif