Balkan Savaşları sonucunda Osmanlı İmparatorluğu Balkanlardaki topraklarının çok büyük kısmını kaybetti. Geride kalan Türkler ve Müslümanlar, bu savaşları takip eden 100 yılda sayısız asimilasyon politikasına direndi. Bugün Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan'da yaşayan yarım milyona yakın Türk hala dinlerini, dillerini ve kültürlerini koruyabilmek için mücadele veriyor.
Bulgaristan’da yaşayan Türk ve
Müslüman halk üzerinde uygulanan asimilasyon ve göç olaylarının ele
alındığı(13 bölüm x 30’) Safiye’den Sofia’ya - Çalınan
Kimlikler adlı bir belgesel program hazırlanmıştır.
Arşiv görüntüleri, canlandırma ve animasyonların yanı sıra,
Politbüro belgeleri, dönemin gazete haberleri gibi çok sayıda belge, bilgi,
gravür ve fotoğraflarla desteklenen proje kapsamında yaklaşık 200 kişi ile
röportaj yapılmıştır.
Programın çekimleri Bulgaristan’ın Sofya, Kırcaali, Hasköy,
Filibe, İslimye, Plevne, Silistre, Razgrad, Şumnu, Varna, Nevrekop bölgelerinde gerçekleştirilmiştir. Türkiye’de
ise İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, Muğla, Manisa
ve Balıkesir illerinde çekimler yapılmıştır.
Programın objektifliği açısından Bulgar Bilim insanları (Prof. Dr.Mihail Gruev - Sofya Ün. Tarih Bölüm Başkanı-Bulgaristan Devlet
Arşivleri Başkanı, Prof. Dr. Evgeniya İvanova - Sosyolog ve Yeni Bulgar Ün. Öğr. Üy., Doç. Dr. Aleksey Kalonski – Sofya Ün.
Tarih Blm. Öğr. Üy., Dr. Antonina Jelyazkova - Uluslararası
Azınlıklar ve Kültürlerarası İlişkiler Merkezi Başkanı, Dr. Georgi Zelongora-Tarihçi,
Tatyana
Vaksberg- Gazeteci ve Belgesel Yönetmeni)
ileolayları bizzat yaşayan Türk, Pomak ya da Bulgar halkın anlatımıyla
bir döneme ışık tutulmaya çalışılmıştır.
Ayrıca Bulgar Prensi Aleksandır Batenberg, ünlü bir
siyasetçi olarak hatırlanmakla birlikte, Balkan Savaşları döneminin Rus
muhabiri olan Lev Troçki’nin yanı
sıra Hristo Silyanov gibi bazı
Bulgar çetecilerin anı kitaplarından alıntılara da yer verilmiştir.
Safiye’den Sofia’ya – Çalınan Kimlikler adlı 13 bölümden oluşan belgesel projenin tüm bölümlerini
özetleyen 56’
dakikalık bir film de ayrıca hazırlanmıştır.
Belgeselin bölüm içerikleri:
1. Bölüm: 93 Harbi, katliamlar, göç ve
Hıristiyanlaştırma olayları,
2. Bölüm: Balkan Savaşları, katliamlar, göç ve
Hıristiyanlaştırma,
3. Bölüm: Rodina Birliği,
Pomaklar ve Türklerin ayrıştırılma çabaları, 50-51 göçü, 1960’lardaki isim değiştirme süreci ve
Ribnovo örneği.
4. Bölüm: 1970’lerdeki isim
değiştirme süreci ile Barutin ve Kornitsa’ya baskın, insanlık dışı muameleler,
kurbanlar...
5. Bölüm: Burgaz’ın Karageorgievo
(Çenge) köyünde isim değiştirme çabaları ile Türk aydınlar Nuri Turgut Adalı ve
Ömer Osman Erendoruk örneğinden yola çıkılarak örgütlenmeler,
6. Bölüm: Kırcaali’nin Killi ilçesindeki protestolar ve
17 aylık Türkan bebek ile iki kişinin öldürülmesi olayları,
7. Bölüm: Kırcaali’nin Mestanlı
ilçesine uzanan protestolar, baskınlar, isim değiştirme uygulamaları ve
ölümler,
8. Bölüm: Alvanlar, Küçükler ve Hamzalar
köylerinde yaşanan müthiş direniş,
9. Bölüm: Kuzey Bulgaristan’da seferberlik
olayları ve isimlerin Bulgarlaştırılması,
10.Bölüm: Belene Kampı (Belene
Kampında kalanlar ve onların yakınlarının anlatımıyla yargısız tutuklanmalar
ele alınıyor. Belene kampında tutuklu
kaldığı dönemlerde boş zamanlarında diğer tutukluların kara kalem resimlerini
çizen Doç. Dr. Ressam Rasim Özgür de Ada’ya götürülmüş ve yaşadıklarını bizzat
orada anlatmıştır.
11.Bölüm: Yasaklanan
gelenek-görenekler… Türkçe konuşma yasağı, sünnet yasağı, mezarların yok
edilmesi…
12. Bölüm: Asimilasyona ve
Baskılara Karşı Mücadele. Halkın en güçlü tepkisi-Mayıs Protestoları., Yakınlarını
yitirenler…
13. Bölüm: Yeniden Göç Yolunda…
1989 zorunlu göç olayları…
Yapım ve
yönetimini Arzu BALKIZ’ın
gerçekleştirdiği belgeselin danışmanlığını ise asimilasyon sürecini bizzat
yaşamış olan DTCF Öğretim üyelerinden
Prof. Dr. Zeynep ZAFER üstlenmiştir.
LÜTFEN
DİKKAT !..
ÖNEMLİ “BİLGİ NOT”
TRT tarafından çekilen ve
Bulgaristan'da Pomaklara, Türklere ve Romanlara yönelik uygulanan zorunlu
asimilasyonun ve baskıların ele alındığı “Safiye'den Sofia'ya - Çalınan
Kimlikler” adlı belgesel, 26 Aralık 2015 – Cumartesi günü (YARIN) saat
18.05'de TRT AVAZ'da 56 dakikalık özet bölümü ile tanıtılacaktır.
Toplam 13 bölümden oluşan
belgeselin birinci bölümü 29 Aralık, ikinci bölümü ise 30 Aralık'ta saat
19.05'de, tekrarları ise 01.45'de yayınlanacaktır. Diğer bölümler ise her hafta
Salı ve Çarşamba günleri aynı saatlerde yayına girecektir.
Dikkatinize
sunarak arkadaşlarınıza ve çevrenize haber vermenizi diliyoruz.
Araştırmacı yazar Şükrü Server Aya, İngiliz hukukçu Geoffrey Robertson'un 2009 yılında yazdığı 'Bir Ermeni Soykırımı Var mıdır?' başlıklı kitabındaki iddiaları çürüten 'Çarpıtılmış Hukuk Belgelenmiş Tarihe Karşı' adlı kitabının tanıtımını Cuma akşamı Londra'da, Queen Mary Üniversitesi'nde İngilizce olarak yaptı.
-ATO MECLİS BAŞKANI NURİ GÜRGÜR “SINIRLARIMIZIN ÖTESİNDE
TARİHİMİZİN EN BÜYÜK İNSANLIK DRAMLARINDAN BİRİ YAŞANIYOR. ATO OLARAK KAYITSIZ
KALAMAZDIK”
-SALİH BEZCİ ” “DÜNYANIN NERESİNDE BİR SIKINTI VARSA ATO
OLARAK YARDIMA KOŞMAYA HAZIRIZ”
-AFAD SİVİL SAVUNMA DAİRE BAŞKANI AHMET ATİK:
“SOYDAŞLARIMIZIN YANINDA OLMAYA HAZIRIZ”
16 ARALIK 2015 –Ankara Ticaret Odası (ATO) tarafından
Suriye’nin Bayırbucak Bölgesi’nde zor koşullarda yaşayan Türkmenler için
hazırlanan 6 tırlık 10 bin çuval undan oluşan yardım konvoyu AFAD koordinasyonunda
yola çıktı.
ATO’nun yardım tırlarının yola çıkması nedeniyle düzenlenen
törende bir konuşma yapan ATO Meclis Başkanı Nuri Gürgür, Suriye’de
Türkmenlerin yaşadıklarına dikkat çekerek, “Sınırlarımızın ötesinde tarihin en
büyük insanlık dramlarından biri yaşanıyor. Bölgeye bir ateş düştü, bütün
insanlığı tehdit ediyor” dedi. Batı dünyasının duruma sessiz kaldığını aktaran Gürgür,
mağdurlara yardım etmenin hem insani hem
de milli görev olduğunu, sivil toplum kuruluşları olarak görevlerini yerine
getirmeye hazır olduklarını aktardı.
-ATO HER ZAMAN MAĞDURUN YANINDA YER ALACAK
ATO Yönetim Kurulu Başkanı Salih Bezci de konuşmasında,
ATO’nun daha önce Irak Türkmenleri’ne yardım malzemesi gönderdiğini, Somali’ye
insani yardım ve Soma maden işçilerine maddi yardım yaptığını, Van depreminin
ardından Erciş’e öğrenci yurdu yaptırdığını hatırlatarak, “Dünyanın neresinde
bir sıkıntı varsa ATO olarak yardıma koşmaya hazırız” dedi.
-ATİK: “KOMŞUMUZDAKİ YANGININ FARKINDAYIZ”
AFAD Sivil Savunma Daire Başkanı Ahmet Atik de “Komşumuzdaki
yangının farkındayız. Her türlü ihtiyacı olan soydaşlarımızın yanında olmaya
hazırız” diye konuştu. Atik, Ankara Ticaret Odası’na yaptığı yardımlar için
özellikle de soydaşların yanında olduğu için teşekkür etti. Konuşmaların
ardından yardım tırları yola çıktı. Törene, ATO Yönetim Kurulu Üyeleri ile
Meclis Üyeleri katıldı.
Azgın Rantiyeciler çıldıracak. "Danıştay'dan Yeşil Yol için yürütmeyi durdurma kararı çıktı!"
Danıştay, Tema Vakfı tarafından, 'Yeşil Yol Projesi'ni de
kapsayan Karadeniz Bölgesi'ndeki 6 ilin 'Çevre Düzeni Planı' için açılan davada
'yürütmeyi durdurma' kararı verdi.
Danıştay, Tema Vakfı tarafından 'Yeşil Yol Projesi'ni de
kapsayan Karadeniz Bölgesi'ndeki 6 ilin 'Çevre Düzeni Planı' için açılan davada
'yürütmeyi durdurma' kararı verdi.
Rize, Artvin, Trabzon, Gümüşhane, Giresun ve Ordu
illerindeki vadilerin doğal varlıklarının değerlendirildiği 1/100.000 ölçekli
Çevre Düzeni Planı, 2011 yılının Ağustos ayında dönemin Çevre ve Orman
Bakanlığı tarafından hazırlandı. TEMA Vakfı, daha sonra Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı tarafından yürütülen çalışma ile ilgili olarak, bir haftalık askı
süresi içerisinde planın 36 maddesine itiraz etti. İtirazlardan sonuç alamayan
TEMA, planın yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle 2011 yılının Aralık
ayında Danıştay'a dava açtı. Dava kapsamında 2013 yılının Kasım ayında Danıştay
üyeleri ile birlikte aralarında Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğretim
görevlilerinin yer aldığı bilirkişi heyeti, Doğu Karadeniz Bölgesi'nde 36
noktada 3 gün süreyle bilirkişi incelemesi yaptı.
PLANDA BÖLGENİN DOĞAL VARLIKLARI KORUNMUYOR VURGUSU
Bilirkişi raporunda Çevre Düzeni Planı'nın bölgedeki önemli
doğa koruma alanlarını, su havzalarını, tarım alanlarını korumadığına vurgu
yapıldı. Planın, merkezine yaşam önceliğini ve bunun sürdürülebilirliğini
koyması gerekirken, sadece insanı esas alan bir yaklaşımla hazırlandığı
belirtildi. Planın ayrıca bölgedeki korunması gereken doğal varlıkları, 'Doğal
kaynak' olarak görmekle, ticarileştirilmesinin yolunu açtığına dikkat çekildi.
Danıştay İdari Dava Daireleri, bilirkişi raporlarına dayanarak 6 ilin Çevre
Düzeni Planının yürütmesini durdurma kararı verdi.
'YEŞİL YOLLA DOĞAL YAPI OLUMSUZ ETKİLENECEK'
TEMA Vakfı Rize Temsilcisi Nevzat Özer, Samsun'dan Artvin'e
kadar Karadeniz yaylalarını yüksek rakımdan denize paralel bir şekilde
birbirine bağlayacak olan Yeşil Yol projesini de kapsayan 1/100.000 ölçekli
Çevre Düzeni Planı ile ilgili Danıştay'ın verdiği yürütmeyi durdurma kararının
önemli olduğunu belirterek şunları söyledi:"Planın iptali talep edilen
bölümlerinden biri de Yeşil Yol Projesi ile ilgiliydi. Planda, 'Yayla
turizminin geliştirilmesi için yaylalar arası entegrasyon' olarak yer verilen
Yeşil Yol Projesi'nin, bölgenin doğal ve kültürel yapısını bozacağı gerekçesi
ile iptalini talep ettik. Bölgede yapılan mahkeme keşfinde, bilirkişi heyeti
de, 'Yaylaların karayolu ile birbirlerine bağlanması halinde araç trafiğinin
denetlenmesinin zor biçimde artacağı, yaylalardaki geleneksel yaşam tarzını
sürdürmenin zorlaşacağı, yaylaları yapılaşma için cazip hale getireceği, bu
durumun, yaylaların doğal yapısını olumsuz olarak etkileyeceği' yönünde görüş
bildirdi. Yine raporda, yaylaların entegrasyonu amacıyla yeni yolların açılması
ile ilgili olarak, 'Bölgenin topografik yapısının oluşturduğu denize dik ve
derin vadilerin denize paralel yollarla birbirine bağlanması durumunda büyük
bir çevre tahribatına neden olunacağı, böylesine bir tahribata neden olmak
yerine, bugünkü gibi her yaylaya mevcut güzergahlardan erişilmesinin doğru bir
yaklaşım olacağı' belirtildi.
"PROJE DURDURULMALI"
Bilirkişi heyetinin oluşabilecek tahribata dikkat çektiğini
hatırlatan Özer, "Bilirkişi heyeti raporunda da belirtildiği gibi, yol
inşaatlarıyla çok özgün doğal özellikleri olan vadilerin ve doğal çevrenin
tahribatı söz konusu olacak. Yeşil Yol projesi Karadeniz bölgesinin sahip
olduğu eşsiz güzelliklere telafisi güç zararlar vermeden durdurulmalıdır"
dedi.
YEŞİL YOL PROJESİ NEDİR?
Yeşil Yol, Samsun'dan başlayarak Ordu, Giresun, Gümüşhane,
Bayburt, Trabzon, Rize ve Artvin'in yaylaları ve turizm merkezlerini üst koddan
birbirine bağlayan yaklaşık 2 bin 600 kilometre uzunluğunda turizm yolu olarak
planlandı. 7 metre
genişliğinde gidiş - geliş tek şerit olarak planlanan yolun zemini taş parke
döşemeli olacak. Bu yolla birlikte 40 noktada oteller, restoranlar ve kayak
tesislerinden oluşan turizm merkezleri oluşturulacak. İki yıldır süren ve 90
milyon lira harcanan yol çalışmasının 2018 yılında tamamlanması planlanıyor.
Yeşil yol projesi geçen yaz döneminde Rize'de protestolara neden olmuştu.
Çamlıhemşin İlçesi Yukarı Kavron ve Samistal yaylaları arasındaki Yeşil yol
bağlantısına karşı çıkan bölge halkı iş makinelerinin önüne çıkarak eylem
yapmıştı. Havva ana lakabıyla tanınan Rabia Bekar, komandolar eşlinde getirilen
iş makinelerinin çalışmasına karşı direnerek Yeşil yol mücadelesinin sembolü
olmuştu. Uzun süren protestolar ve tepkiler nedeniyle Rize Valiliği Yukarı
Kavrun-Samistal bağlantı yolunu durdurmuştu.
CNN TÜRK'te Güven islamoğlu, Yeşil Doğa programının
09.11.2015 tarihli bölümünde Yeşil Yol'u ekrana taşıdı. İslamoğlu
yaylalarda bir rota yaptı. Yeşil Yol’u halka sordu. "Yeşil Yol Projesi
nedir, yapılırsa ne olur, yola ihtiyaç var mı?" sorularına cevap aradı.
Yıl 1997. Eminönü Hizmet Vakfı, ilçede bulunan vakıf
eserleriyle ilgili bir araştırma yapıyor. Araştırma, Selâtin Camileri, yani
sultanların camileri üzerine yoğunlaşıyor. Araştırma sonucunda tüyler ürperten
sonuçlara ulaşılıyor.
Saray geleneğinde selâtin camilerinin yaptırılabilmesi için
birtakım koşullar vardır. Öncelikle padişahın, askerî bir zafer kazanması ve bu
zaferle birlikte önemli bir savaş ganimeti ele geçirmesi gerekirdi. Selâtin
camilerinin yapımında devlet hazinesi kullanılmaz, yalnızca padişahın kişisel
serveti kullanılırdı.
Camilerin neredeyse hepsi birer külliye olarak inşa
ediliyor. Osmanlı zamanında camiler önemli sosyal kurumlar durumunda.
Külliyede, cami ile birlikte medrese, imaret, türbe, kütüphane, hamam, aşevi,
kervansaray, çarşı, okul, hastane, tekke, zaviye binaları mevcut.
Tüm bu kompleksi bir arada düşündüğünüzde, komplike bir
işletme karşımıza çıkıyor. Buranın işletilmesi de ayrı bir maharet istiyor.
Camiler bugünkü gibi namaz sonrasında, kapının önüne bir kutu konarak halktan
yardım toplamıyor.
Halka el açmıyor. Bilakis, veren el durumunda…
Peki, tüm bu külliyenin harcamaları nasıl karşılanıyor.
Elbette vakıflar yardımıyla. Öncelikle cami yaptıran sultan, vakfiye olacak
dükkânlar ihdas ettiriyor. Bu dükkânların kira gelirleri cami ve külliye için
kullanılıyor. Hayırsever vatandaşlar da, ev, tarla, dükkân vb. gayrimenkul ve
menkullerini camilere vakfedebiliyor. İşte bu sosyal olgu, camileri toplumun
merkezine yerleştiriyor.
Günümüzde, İstanbul Karaköy Perşembe Pazarı’nda bulunan bir
işhanı Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa ettirilmiş ve Ayasofya Camii’ne
vakfedilmiş. Halen kitabesi durmaktadır. Bunun gibi daha nice vakfiyeler
bulunuyor. Hatta Sultanahmet Camii’nin vakfiyesi olarak Trakya’da yüzlerce
dönüm tarlası bile bulunuyor.
Hayrete düşüren bir durum değil mi?
Ama daha can alıcı bölüme gelmedik.
Bu vakfiyelere 1935 yılında CHP hükümeti tarafından el
konuluyor. Nuruosmaniye Camii’nin girişinde bulunan dükkânlar, Sultanahmet
Camii’nin alt tarafındaki arasta, bunlara küçük bir örnek.
El konulan vakıf malları devlet kasasını doldurmak için
satışa çıkarılıyor. Vakıf malının haram olduğuna inanan Müslüman halk uzak
dururken, gayrimüslimler adeta yağmalanan vakıf mallarını satın alıyor.
Gayrimüslimler satın aldıkları vakıf taşınmazlarını ya
kendileri işletiyor veya kiraya veriyorlar. Gel zaman git zaman… Bunlardan
bazıları çeşitli nedenlerden dolayı ülkeyi terk ediyor. Giderken de,
kiracılarına bir banka hesap numarası bırakıyorlar. Kiracılar da kiralarını bu
hesaplara yatırmaya devam ediyor.
Şimdi sıkı durun.
1997 yılında olayı öğrendiğimde soluğu araştırmayı yapan
Eminönü Hizmet Vakfı’nda aldım. Vakıf Başkanı Hüsnü Hepgür, araştırma sonucunda
insanı dehşete düşüren bir sonuca varmıştı:
Kiracıların kira
ücretlerini yatırdıkları banka hesabının Vatikan Papalığı’na ait olduğunu
saptamışlar.
Araştırmamı biraz daha derinleştirince, geçen yıl
kaybettiğimiz vatansever gazeteci-yazar Necdet Sevinç’in, daha 1969 yılında
konuyla ilgili bulgulara rastladığını öğrendim. Sevinç Nuruosmaniye Camii
hakkında yaptığı bir araştırmada, caminin vakfiyelerini Ermeni ve Süryanilerin
satın aldıklarını ve bunların Ermeni kiliselerine vakfedildiğini tespit
etmişti.
Haber çalıştığım gazetede sürmanşetten girdi. Birkaç gün
kamuoyunda tartışıldı. Ancak sonuca giden yol kapalıydı. 28 Şubat’ın
hemen ertesiydi: Memleket toz duman. Herkes kendi paçasını kurtarma peşine
düşmüştü. Bizim haberde gümbürtüye gitti.
BUGÜNKÜ DURUM
AKP hükümeti, azınlık vakıflarının hemen hepsini teslim etti. Tüm kilise
vakıfları artık sahiplerini buldu. Geçen yıl Bülent Arınç vakıflardan elde
edilen gelirin bilmem ne kadar arttığını söylüyordu.
Müslüman vakıfları
neden iade edilmiyor?
Gayrimüslimlerin vakıfları iade edilmesine rağmen, Müslüman vakıfları neden
iade edilmiyor? Kimse bu konuda konuşmuyor merak edilmediği gibi, onlarca
İslamcı(!) aydın, yazar ve ilahiyatçı hiçbir platformda camilere ait vakıf
mallarının iadesini dile getirmiyorlar. Hayret!!!
Din-iman, Allah-kitap edebiyatı yapan yöneticilerimizin bu yürek burkan duruma
müdahale etmemeleri, hatta dışarıdan bir seyirci gibi bakmalarını hazmedebilmemiz
mümkün mü?