AYVALIK
ÜZERİNDEN BİR KAÇ SÖZ!
Aslında bu yazı,
Ayvalık üzerinden bütün Türkiye’ye söylenmesi gerekenlerin söylendiği bir
yazıdır. Yani“kızım sana söylüyorum ama gelinim sen anla!” denildiği gibi!
Ben baba tarafı “Selanik
Mübadili” ana tarafı da “Bulgaristan Muhaciri” olan bir ailenin
evladıyım...
Babamlar
Menemen’e, annemlerde Bergama’ya gelmişler. Menemen’de doğdum. Ancak beni
büyüten babaannem Midilli Adası’nın Fila köyünden...
Babaannemin abisine,
adadan gelip yerleştikleri Bergama’nın Kadıköy’ünde “Adalı Arif” derlerdi.
Doğal olarak
babaanne tarafından Ayvalık’ta akrabalarım var. Hem de Giritli yengelerimiz de!
Ayvalık’ta çocukluğumdan bu yana içime işlemiş olan deniz ve zeytin(yağı)
kokusunu hiç unutamam.
Hem hayatımın en
lezzetli deniz çipuralarını da, Ayvalık ve Midilli’de yediğimi rahatlıkla
söyleyebilirim!
Senin birden
bire bu Ayvalık’la ilgili duyguların, nasıl debreşti de bu yazıyı kaleme aldın
diye aklınıza bir soru gelebilir. Çok doğru bir soru!
Ben memleketin;
o sorunu, bu sorunu diye kafa yorup yazılar çiziktirirken, doğru düzgün
tanımadığım bir arkadaş bana ulaştı ve başladı anlatmaya: Ayvalık’a “Yunanlılar
geliyormuş, Rumlar çalışmalar yapıyormuş, Fener Rum Patrikhanesi geziniyormuş,
abuk sabuk konularda konferans ve sempozyumlar tertipleniyormuş, Rumlara ait
yağhanelerin tespiti yapılıyormuş, Pomakçılık başlamış, Boşnaklar Türk değiliz
falan diyorlarmış” diye...
Ne yapalım?
Bunlar sadece Ayvalık ve etrafında olan biten şeyler değil ki! Bütün
Türkiye’de, bu ve buna benzer şeyler olup bitiyor.
Ege Denizi’nde,
Yunanistan’ın Türk Adalarına el koyduğunu ve Ankara’daki hükümetin buna hiç ses
çıkarmadığını sağır sultan bile biliyor. Midilli’nin 1912’de elden çıkışında
da, başkent İstanbul, Midilli mutasarrıfının telgraflarını böyle cevapsız
bırakıyordu...
Bir de buna
günümüzde Ege Denizi’ne kıyısı bulunan ilçelerimizde yapılan Yunan
goygoculuğunu da ekleyin olsun bitsin...
Dikili, Menemen,
Didim, Kuşadası ve İnegöl Oylat’a gidin görün kendi elimizle yaptığımız
heykelleri ve süslemeleri! Belki de buna şimdi yenileri de eklenmiştir.
Aramızda öyle dostluk var ki; Yunan’da Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş
Veli’nin heykellerini Atina, Selanik, Yanya’ya dikmeye başlamış bile! Güldünüz
değil mi? Adamlar Ayasofya Camii’nde bir televizyona programına bile posta
koyuyor...
Yani sadece
bizleri rahatsız edecek şeyler Ayvalık’ta olmuyor. Eş zamanlı olarak, gizli bir
el tarafından sanki düğmeye basılmışcasına tüm Türkiye’de benzer şeyler
oluyor...
Patrik
Bartholomeos kalkıp Trabzon’a Sümela Manastırı’na gidip ayin yapıyor. İzmir’de
Evangelistlere kilise tahsisi ediliyor! Ermenilere kiliseler restore edilip
veriliyor. Buna karşılık başta Yunanistan’da emanet bıraktığımız Batı Trakya
Türk azınlığı ve Balkanlar ile Adalardaki Türk varlığı ve akraba
topluluklarının emdikleri süt burunlarından getiriliyor...
Olan bitene
karşı da, bizlerin ihanet noktasına varan bir gafleti bulunmaktadır. Bunun ana
sebebi; özellikle son üçyüzyılda topraklarımızda ne olup bittiğinden
haberimizin olmayışıdır!
Aynı şey bugün
Ayvalık’ta yaşayan veya kendini Ayvalıklı addeden vatandaşlarımız içinde
geçerlidir.
Bugün
Türkiye’nin nüfusu; yaşanan savaş, katliam, soykırım ve asimilasyonlar sonucu
Balkanlardan, Adalardan, Kafkaslardan, Orta Doğu’dan ülkemize yapılan göçlerle
oluşmuştur. Ne yazık ki; bunlar bizler tarafından unutulmuştur!
Her halde artık
kimsenin aklına; dedelerimiz ve ninelerimiz binlerce kilometre ötelerden, aç ve
susuz yürüyerek niçin Ayvalık’a gelip sığındılar diye sormak gelmemektedir.
Günümüzde Suriye
ve Irak’tan sayısı milyonlarla ifade edilen insan nasıl Türkiye’ye sığınmış ise
özellikle 1850 ile 1923 arası benzer oranlarla ifade edilebilecek sayıda insan
çeşitli yerlerden Türk topraklarına gelmiştir.
Türkiye’nin asli
sahibi olan Türkler; hiç bir şart öne sürmeksizin; dini, tarihi, kültürel ve
ırki yakınlıkları olan bu kardeşlerimizi Anadolumuz da bağırlarına basmışlar;
ekmek ve topraklarını paylaşmışlardır.
Lakin Türklere
ve Müslümanlara yapılan saldırılar durmamış, 30 Ekim 1918 Mondros
Mütarekesi’nden sonra güzel yurdumuz işgale uğramıştır.
Bunun üzerine
Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk Milleti, bir “İstiklal Mücadelesi” vermiş
ve bugün adına Türkiye dediğimiz topraklar, yaşayan nesillerimize vatan olarak
sunulmuştur.
Türkiye’nin
millileşmesi ve İslamlaşması da, İstiklal Harbi ve nihayetinde Cumhuriyet’le
birlikte olmuştur.
Biz Kafkaslarda
ve Balkanlarda vatan topraklarımızı terk ederken, buradan da adına “Mübadele” ya“Tehcir” denilen
insanlık adına üzücü ama zorunluluk içeren hadiselerle Rum ve Ermeniler yeni
vatanlarına gitmiştir.
Bugün Türkiye’de
yaşayan ve Türklerle kader birliği etmiş olan Giritli, Mübadil, Pomak, Boşnak
veya Çingene dediğimiz kardeşlerimizin hepsi anayasal eşitlik içinde “Büyük
Türk Milleti” ailesinin ayrılmaz birer parçasıdır.
Günümüzde
kimsenin kendini ayrı ve farklı görmeye; nedeni de, hakkı da yoktur. Aksini
düşünmek ve davranmak milli birlik ve beraberliğimizi bozar ve bizi canla,
malla, ırzla imtihan edildiğimiz 1923 öncesine götürür! İstermisiniz böyle bir
şeyi?
Ne bunları
insanlarımıza yaşatmaya ne de gelecek nesillerin istikbalini tehlikeye atmaya
hakkımız vardır. Bunun böyle bilinmesi ve anlaşılması gerekir.
O zaman insan
ister istemez sorar; 1923 öncesi Türkiye’de ve Ayvalık’ta neler olup bitiyordu
diye?
Şimdi gelin ilk
önce Ayvalıklı Papaz İkonoma’ya bakalım! Bu papaz 1773’te İstanbul’a gider ve
özerk bir Ayvalık belgesi ile döner. Bu belgeye göre Ayvalık’ta oturan Türk
aileleri, yakın köylere göç ettirilecek, hiç bir Türk ailesi Ayvalık’ta
oturamayacaktır. Yani belgede yazan diğer hususlara da bakınca, Osmanlı
Devleti’nin korumasında Rumların kontrolünde bir “Ayvalık Devletçiği” oluşmuştur.
Tıpkı bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yapılmak istenen gibi!
Osmanlı
vatandaşı oldukları halde, aldıkları imtiyazlarla semiren Rumlar; 1803 yılında
eski Yunanca, fizik, matematik, filoloji eğitimi verdikleri 600 öğrencili bir
akademiye bile sahiptir.
Bunlar yetmemiş
olacak ki; 1821’de Mora’da başlayan Helen isyanı ile şımaran Rumlar, Ayvalık’ta
Türklere zulüm etmeye başladılar.
Özellikle
Ayvalık’ta başpapaz Oeconomos’un kurduğu okul ve kuruluşlara, adaların ve
Yunanistan’ın gençleri gelir ve toplantılar yapıp, ileri de yapacaklarını
planlardı...
15 Mayıs
1919’da, Yunan askerlerinin İzmir’e ayak basışında; başta Ayvalık olmak üzere
Ege’de yaşayan Rumların, kendi ülkelerine ihanet ederek işgal güçlerine davette
bulunmalarının büyük payı vardır.
Bilinmelidir ki;
1773’ten sonra Atina’da Osmanlı Devleti hakim bir güç iken, Ayvalık’ta idari
hakimiyet bu özerklik belgesi nedeni ile Rumların elinde idi! Onun için
Ayvalıklıların bugünün kıymetini çok iyi anlamaları ve bilmeleri gerekir.
Türk İstiklal
Harbi’nin büyük komutanlarından Ali Çetinkaya, işbirlikçilerin varlığına rağmen
emrindeki 14 subay ve 150 askeri toplayarak Ayvalık’ta yaptığı hitap, bütün
Ayvalıklılar tarafından bugün çok iyi anlaşılmalıdır;“Arkadaşlar, büyük savaşın
yorgunluğunun henüz üzerinizden gitmediğini biliyorum. Fakat bunu ben değil,
memleket sizden istiyor. Benimle kalmak isteyenler, sağ tarafa ayrılsınlar.
Hayır yapamayacağız, yorgunuz, çoluk çocuğumuzdan fazla ayrılmayacağız diyenler
silahlarını bırakıp gitsinler”.
Bu hitaba
askerlerin topluca verdiği tek ses çok tarihidir; “Ölünceye kadar hep
beraberiz.”
İşte bu yüksek
şuur ile başta Ayvalık olmak üzere yurdumuz işgalden kurtulmuş ve Türkiye
Cumhuriyeti devleti kurulmuştur.
Bugün kendini
Giritli, Selanikli, Boşnak, Pomak, Çingene diye adlandıran kardeşlerim; sizler
karşımızdakiler tarafından daima “Türk” olarak görüldünüz. Onun için
topraklarınızdan sürülerek Anadolu’ya geldiniz.
Günümüzde oyun
değişti. Türk Milletinin bütünlüğünü bozmak için sizin aklınızı çelmeye
çalışıyorlar. Sizi Türklüğe karşı kullanıp, Türklüğü zayıflattıktan sonra size
yine Türk muamelesi yapacaklar. Çünkü siz Türksünüz! Biliniz ki; 1992-1995
yılları arasında Müslüman Boşnakların uğradığı soykırımın ana nedeni “Türk” olarak
görülüp, kabul edilmeleriydi!
ABD, İngiltere,
Fransa başta olmak üzere tüm Avrupa’nın desteği ve Türk toprakları alınmak
sureti ile kurulan Yunanistan; kurulduğu günden bu yana Fener Rum
Patrikhanesi’nin stratejileri ile Türk topraklarını alarak üç misli
topraklarını büyüyüp genişletmiştir. Günümüzde Ege Denizi’ndeki Türk adalarının
işgali ile bu genişlemenin devam ettiği görülmektedir.
Sakın ola
yapacağınız hatalarla, bu genişlemenin kapsama alanına Ayvalığınızı da, dahil
ettirmeyin!
Kilise
restorasyonları, eski eserlerin ihyası, yağhanelerin eski sahiplerine iadesi;
Yunanistan’ın ve Fener’deki patrikhanenin emellerini gerçekleştirmek için
kullandıkları ara basamaklardır.
Unutmayın ki;
Atatürk bu patrikhaneyi bir “melanet yuvası” olarak nitelermiş ve çok
uğraşmalarına rağmen, yurt dışına çıkarmayı Lozan’da başaramadıklarını ifade
etmiştir ve bu çok doğru bir tespittir.
Onun için
demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi içi boş kavramlara aldanmayın ve
düşeceğiniz bir gaflet ile topraklarınızdan olmayın. Ve gelene gidene de, siz
de bizim Girit, Midilli, Limni, Yunanistan, Bulgaristan, Bosna’daki
mallarımızı ve haklarımızı iade edecekmisiniz diye sorun...
Bu soruyu
sormaya başladığınız gün oyun bozulacak, karşınızdakilerin ve onların
işbirlikçilerinin maskesi düşecek ve gerçek yüzleri görülecektir.
Aziz
Ayvalıklılar; “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” anlayışından başka sığınacak
yerimiz yoktur.
Buna sığınmak
istemeyen kim varsa, o da bilmelidir ki; Türk Milletinin çok Ali Çetinkayaları
ve onların emrine girecek neferleri vardır.
O sebeple dost,
düşman herkes aklını başına almalıdır!
Özcan
PEHLİVANOĞLU