26 Kasım 2014 Çarşamba

MİLLİ MERKEZ, İŞÇİ PARTİSİ İLE İTTİFAK KARARI ALARAK PARTİLEŞME SÜRECİNİ BAŞLATTI

Millî Merkez partileşme çalışmaları...

GENELGE

Sayı    : 2014 / 09
Tarih   : 25.11.2014
Konu   : Millî Merkez Partileşme Çalışmaları
Değerli Millî Merkez İl, İlçe Temsilcileri,Yönetim Kurulları ve Temsilciler Meclisleri üyelerinin dikkatlerine,
Bir önceki 14 Kasım 2014 tarih ve 2014/08 sayılı Genelgemizin 2. Maddesinde belirtildiği üzere, Millî Merkez’in partileşme çalışmaları son aşamaya yaklaşmaktadır. Bu konuda Millî Merkez teşkilatlarındaki değerli üyelerimizde haklı olarak meydana gelen gecikme endişesine ek olarak, son zamanlarda Millî Merkez’in fedakâr çalışmaları, büyük emek ve zahmetlerle farklı siyasi görüşlerden gelen ama ABD-AKP-PKK ortaklığı ile milletin birliği ve vatanın bölünmesini amaçlayan girişimlerinin karşısına dikilmiş olan “Atatürk’te Birleşenleri” sağ-sol diye bölme gayretlerinin belli odaklarca internet üzerinden yapılan yayınlarla körüklenerek, arttığı gözlenmektedir.
Bu fesat girişimine karşı durulması için sizlere partileşme süreci hakkında aşağıdakibilgileri sunmak istiyoruz:
1-   Millî Merkez; sağ-sol demeden “Atatürk’te Birleşen” tüm millîci, vatansever ve demokrat güçlerin en geniş paydada oluşturacağı demokratik bir millî seçeneği; “Millîcilerin-Millî Takımı” olarak adlandırdığımız,milletin takdir ve teveccühünü kazanmış, kamuoyunda karşılığı olan, mücadelesi ve duruşu ile takdir toplamış, öncü isimlerden oluşan bir parti yönetimini 2015 seçimlerinden önce milletin huzuruna sunabilmek için yürüttüğü çabalarını tamamlamak üzeredir. 
2-   İşçi Partisi ile ilişkiler: 26 Mayıs 2013 tarihli Temsilciler Meclisitoplantımızda kabul edilen Programımızın; “Millî Merkez, tüm vatansever güçleri birleştirerek, ortak mücadeleyi yürütmek üzere kurulmuştur. Türkiye gündemi ve mevcut siyasi partilerdeki gelişmeler Ülkemizin önüne her türlü seçeneği koyabilir. Bu durumda Millî Merkez bütün organlarıyla bir araya gelerek her türlü seçeneği değerlendirmeye alacaktır.” şeklindeki son paragrafı uyarınca Millî Merkez kendi konumunu belirlemek ve yapacağı faaliyetlerle ilgili yeni yol haritasını oluşturabilmek için gerekli kararları almak üzere 7 Haziran 2014 günü 2014-01 sayılı Temsilciler Meclisi toplantımız İstanbul’da yapılmıştır.
Anılan toplantıda MM’in İşçi Partili bileşenleri, herkesi İP’ne katılmaya davet etmiş,toplantıda kesin bir karar alınmaksızın Eylül ayında tekrar değerlendirme toplantısı yapılması kararlaştırılmıştır.
Bu arada sizlerin de bildiği üzere, İP’nin girişimiyle 28 Eylül’de Ankara’da, 21 Ekim’de İzmir’de ve 1 Kasım tarihinde ise İstanbul’da “Millî Kurtuluş için Öncüler Toplantısı” adı altında üç adet toplantı yapılmıştır. Bu toplantılarda esas itibariyle İP Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek, adres olarak İşçi Partisinde toplanmayı önermiş,Sayın Ufuk Söylemez özet olarak "Millî Merkez partileşsin, İP de bu kez seçime girmeyerek MM Partisini desteklesin” önerisinde bulunmuştur.
Sayın Hasan Korkmazcan ise görüşlerini "İP adresi birleşme için doğru bir adres gibi görünmüyor. Adı ve programında değişiklik yapılmasını doğru bulmuyorum. İP yine de dışlanmamalıdır. Katılmak isteyen kim varsa bugünden İP'ne katılmalıdır. Biz de merkezde bir partiyi Ekim sonuna kadar kurmalıyız. Birleşmek yerine ittifak daha doğru olur" şeklinde özetlemiştir.
İzmir toplantısında ise MM Yönetim Kurulu üyemiz eski İzmir milletvekili Sayın Metin Öney de benzer görüşler belirtmiştir.
İstanbul toplantısına ise MM yönetimini temsilen katılan olmamıştır.
Sayın Doğu Perinçek’in talebi üzerine bu üç toplantının sonuçları 10 Kasım günü Sayın Hasan Korkmazcan, Ufuk Söylemez ve eski Ulaştırma Bakanı Sayın Enis Öksüz’ün de katıldığı bir toplantıda değerlendirilmiş ve İP’nin kendi kulvarında (emek cephesinde), MM’in ise kurmakta olduğu partisiyle yola devam etmelerine, seçimlerde her türlü işbirliği ve ittifak yapabileceklerine karar verilmiştir.
3-   CHP eski Milletvekili Emine Ülker Tarhan ile ilişkiler: Sayın E. Ülker Tarhan istifasını açıkladığı 31 Ekim günü, Sayın Ufuk Söylemez kendisini aramış ve 3 Kasım tarihinde biraraya gelerek durum değerlendirmesi yapılmış, kendisi kuruluşu devam eden MM partisine, Atatürk’te Birleşenlerin ortak mücadelesine davet edilmiştir. Düşüneceğini belirten Sayın Tarhan 8 Kasım’da İstanbul’da MM Yürütme Kurulu üyeleri ile tanışmış, yapılan görüşmede MM’in 230 toplantısı hakkında ayrıntılı bilgi verilerek kendisi ortak mücadeleye bir kez daha davet edilmiştir. Yine düşüneceğini ifade eden Sayın Tarhan, son altı aydır sürdürdükleri partileşme çalışmaları hakkında MM yönetimindeki mücadele arkadaşlarına hiçbir bilgi vermemiş olan MM Yönetim Kurulu üyesi E. Tuğa. Türker Ertürk ile birlikte 14 Kasım tarihinde bir parti kurmuşlar, ortak mücadele fikir ve çağrılarımızı yanıtsız bırakmışlardır.
4-   Partileşme çalışmaları Ankara’da Yönetim Kurulu Üyemiz Sayın Hasan Korkmazcan ve Ankara Temsilcimiz Sayın Ufuk Söylemez tarafından yürütülmektedir.
5-   Baraj olmaksızın yapılan 30 Mart yerel seçim sonuçlarına göre;
AKP (% 43,5)+PKK (BDP%4,2+HDP %1,9+Bağımsız % 0,4 = % 6,5) + Saadet(%2,0) + BBP (% 1,1) + DP (% 0,4) olmak üzere toplam % 53,5 dolayındadır. AKP’nin iktidarını sarsmak için ona oy vermiş olan ve 1950’den beri CHP ve soluna hiç gitmemiş olan demokrat, Atatürk ve Cumhuriyet ile barışık, millici merkez sağ oyların % 5-10’unu buradan almak gerekir.
Bu oylara, Y-CHP’den rahatsız olan gerçek CHP’li Atatürkçülerden en az% 5 ve MHP’nin AKP destekçisi yönetimine karşı olan vatansever millicilerin en az % 3-5 oranında oylarını toplayarak baraj sorunu yaşamaksızın, Atatürk’te Birleşenlerin kaynaşacağı bir partiye şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır.
6-   MM sıfırdan bir parti kurmanın zaman açısından güçlüğünü bildiğinden, seçime girme yeterliliği olan bir parti ile anlaşmış, başka iki parti ile de ön mutabakat yapmıştır. Bu nedenlerle, MM’in partileşmesinde zaman baskısı yoktur.
7-   Partileşme kesinleştiği anda durum sizlere derhal bildirilecektir. Bu durumda, MM’in her kademe teşkilatında üye olan, görev almış olan arkadaşlarımızdan, isteyenler MM partisine üye olacaklar, diğer değerli mücadele arkadaşlarımızdan isteyenler kendi partilerinde siyasi çalışmalarına devam edeceklerdir. 
Bu konuda daha sonra ayrıntılı bilgilendirme yapılacaktır.
Bilgi edinilmesini ve gereğini rica ederiz.
Saygılarımızla,
Halûk DURAL
MM Genel Sekreteri

20 Kasım 2014 Perşembe

DÜN: Emine Ülker Tarhan'ın partisindeki isimler dikkat çekti!, BU GÜN: Emine Ülker Tarhan'ın partisi kapatılacak mı?

Emine Ülker Tarhan'ın partisindeki isimler dikkat çekti!, Bu gün de parti hakkında suç duyurusunda bulunuldu!...
Cumartesi, 15 Kasım 2014 08:14
CHP’den istifa eden Emine Ülker Tarhan, Anadolu Partisi’nin kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığı’na verdi. Bir süre önce CHP’den istifa eden Emine Ülker Tarhan yeni parti kurdu. Dün yeni partisinin kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığına veren Tarhan, partisinin ismini Anadolu Partisi olarak açıkladı. Tarhan açıklamasında, “Mutluyuz, umutluyuz. Ülkemizde bir umutsuzluk hakim. Bu umutsuzluğun aşılması gerekiyor. Umudun da Anadolu’da olduğuna inanıyorum. Bu yüzden Anadolu Partisi’ni kurduk” dedi.
‘ANADOLU DİRENİŞİN SİMGESİ’
Anadolu’nun, bir milletin doğuş ve varoluş hikayesi olduğunu kaydeden Tarhan, “Anadolu, kültürlerin kaynaştığı ebedi yurdumuz. Anadolu, zulme, işgale karşı direnişin kalesi. Biz odağına insanı koyduk. Türkiye’yi ayağa kaldırmak amacındayız” ifadelerini kullandı. Tarhan Anadolu Partisi’ne CHP’den ya da başka partilerden katılımların olup olmayacağı yönündeki bir soruya da, “Başka partilerle ilgili yorum yapmak istemiyorum. Türkiye’nin her yerinden her kesimden insan olağanüstü ilgi gösteriyor” cevabını verdi.
ANAP VE DYP AĞIRLIĞI
Emine Ülker Tarhan, Anadolu Partisi'ni kurdu. Tarhan, 43 kişilik kurucular kurulu listesini, parti tüzüğüyle birlikte İçişleri Bakanlığı'na sundu. Partinin kurucular listesinde Yunus Yunusoğlu, Kasım Gündüz, Sedat Demirer, Mehmet Şerif Avcı ve Hüseyin Yıldız gibi isimler basına yansıdı. Yine Gülgün Beşerler ve Yıldırım Ulupınar'ın da partiye katılacağı belirtildi. Emekli Amiral Türker Ertürk ve Maltepe eski Belediye Başkanı Mustafa Zengin de partide yer alacak. Kurucular listesinde merkez sağ siyasetten isimler ve İzmirli ağırlığı ise dikkat çekti. Yunus Yunusoğlu eski ANAP'lı. Sedat Demirer, eski ANAP İzmir İl Başkanı. Daha sonra MHP'ye katıldı ve 2011 genel seçimlerinde İzmir milletvekili aday adayı oldu.
Partiye katılacağı belirtilen Gülgün Beşerler eski ANAP Genel Başkan Yardımcısı. Beşerler, 2009'daki yerel seçimlerde ANAP İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olmuştu.
Partiye katılacağı iddia edilen Yıldırım Ulupınar ise eski DYP İzmir İl Yönetim Kurulu üyesi ve yeni AKP'li. 2009 yerel seçimlerinde AKP İzmir Büyükşehir Belediye Başkan aday adayı olan Ulupınar'ın ismi Haziran ayında AKP İzmir İl Başkanlığı için geçmiş, bu iddialara karşı yerel basına "Hazır değilim. AKP'ye hizmet için geldim" açıklamalarında bulunmuştu.
İşte isim isim Anadolu Partisi Kurucular Kurulu listesi;
***
EMİNE ÜLKER TARHAN    TÜRKER ERTÜRK    YUNUS YUNUSOĞLU       
MUSTAFA ZENGİN             ÖNDER NALINCI     MUAMMER USTA
NAMIK AKAY                     HASAN FEHMİ YAVUZALP           KAZIM YILMAZ
UĞRAŞ GÖK                        AHMET MÜMTAZ İDİL                   KANAT AYAZ
BANU TURGUT                    ALİ TURABİ ARTUÇ                        KASIM GÜNDÜZ
FERAH ALTUNTAŞ SANCI            HÜSEYİN YILDIZ                 MURAT DEMİRHAN
MEHMET ZAFER BAKIRSOY        MEHMET ŞERİF AVCI         SEDAT DEMİRER
MERYEM BIÇKICI               NAZAN ŞENOLSUN                       MEHMET ZEKİ ORHAN
FUNDA TUNCEL                 GÜLÖREN CANGAL                       DİCLE EROĞUL
NEDİM ÇEKMEN                 EMRAH AKKURT                            HACER KÖK
FÜSUN GÖNÜL                   AYLİN ÖZTAN                                 İREM GEYLANİ
SİBEL ALEMDAROĞLU      MELTEM ÜNAL ERZEN                  ÖZCAN ÇAM
PINAR AKGÜL DOĞUSOY ONUR KİREÇTEPE              AVNİ KİTAPÇI
ENGİN GÜRÇAY                  MEHMET ZEKİ ORHAN                  FUNDA TUNCEL
GÜLÖREN CANGAL           DİCLE EROĞUL                               NEDİM ÇEKMEN
EMRAH AKKURT                BARIŞ ÖZKAN                                 SAMİ AĞCA
KEREM YILDIRIM               NAFİZ ŞAHİN           ALİ ÇİL          Şenol Çarık
***

Emine Ülker Tarhan'ın partisi kapatılacak mı?

Emine Ülker Tarhan'ın yeni kurduğu Anadolu Partisi kapatılacak mı? Partinin adının Siyasi Partiler Yasası'na aykırı olduğu iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvuruda bulunuldu.
17. Dönem İstanbul Milletvekili Yılmaz Hastürk, Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan tarafından kurulan Anadolu Partisi’nin ismine itiraz ederek, “Anadolu Partisi’nin ismi Anadolu Partisi olarak geçemez. Bu 96. Maddeye (SPY) aykırıdır, acilen ilgili merciler bu partinin isminin 96. Maddeye aykırı olduğunu belirterek gerekli işlemi yapmaları gerekir” uyarısını yaptı.
DENİZ BAYKAL, EMİNE ÜLKER TARHAN'IN PARTİSİ HAKKINDA KONUŞTU
Hastürk, Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığına ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına iki ayrı başvuruda bulundu. Başvuruları hakkında ANKA’ya açıklamalarda bulunan Hastürk, şöyle dedi:
“Siyasi Partiler Yasası’nın amir hükümlerinin çok önemli bazı maddeleri yerine getirilmiyor. 42. Maddeyle ilgili birtakım görevlendirmeler olmasına rağmen bu görevlendirmelerin hepsinin yerine getirilmediğini düşünüyorum. Hiç ummadığınız partiler YSK tarafından seçime iştirak hakkı kazanmış partiler olarak değerlendiriliyor. Siyasi Partiler Yasası’nın 10. Maddesi gereğince ilçe seçim kurulları partilerin mevcut üyelerini kaydettikleri defterleri 6 ayda bir denetlerler. Bunlarla ilgili değerlendirmeler yaparlar. Genel Merkezi binası dahi olmayan, yeterli sayıda üyesi olmayan partiler büyük kongrelerini yapmış gibi değerlendirilerek seçime iştirak edecek partiler olarak belirlendiler.
Hem Yüksek Seçim Kurulu’nun hem Cumhuriyet Başsavcılığının seçime iştirak edecek partileri seçerken daha belgelere dayalı ve denetimleri altında bir değerlendirme yapmalarının Siyasi Partiler Yasası’nın işlerliği açısından önemli olduğunu düşünüyorum.”
ANADOLU PARTİSİ’Nİ UYARDI
Siyasi Partiler Yasası’nın 96. Maddesine işaret eden ve Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan tarafından kurulan Anadolu Partisi’nin ismine itiraz eden Hastürk şöyle dedi:
“Siyasi Partiler Yasası’nın 96. Maddesi…Bu 1992’de değiştirildi. Yeni haliyle şu; komünist, anarşist, faşist, teokratik, rasyonalist sosyalist, din, dil, ırk, mezhep ve bölge adlarıyla veya aynı anlama gelen adlarda siyasi partiler kuramaz veya parti adında bu kelimeler kullanılamaz. Birkaç gün evvel bir parti kuruldu, Anadolu Partisi. Anadolu Partisi’nin ismi Anadolu Partisi olarak geçemez. Bu 96. Maddeye aykırıdır, acilen ilgili merciler bu partinin isminin 96. Maddeye aykırı olduğunu belirterek gerekli işlemi yapmaları gerekir.”
“10-15 PARTİ SEÇİME GİREMEZ”
Hastürk, 10-15 partinin seçime giremeyeceğini de iddia etti. Genel merkezi olmayan partiler olduğunu ifade eden Hastürk, “Doğru Yol Partisi’nin daha evvel Cumhuriyet Başsavcılığına Bilgi Edinme Yasasına müracaatta bulundum. Benim müracaatıma verdikleri cevapta Doğru Yol Partisi’nin öyle bir genel merkezi olmadığı görüldü. Aynı partinin Demokrat Partiyle benzer ikisi de at figürlü amblemleri vardı, itiraz ettim” dedi.

19 Kasım 2014 Çarşamba

FLAŞ HABER: "8 maddelik AKP - PKK mutabakatı"

8 maddelik AKP & PKK mutabakatı!.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile HDP heyetinin yaptığı görüşme, tıkanan Açılım’ı yeniden başlatma mutabakatıyla sonuçlandı.
Açılıma “mecbur ve mahkûm” olduğunu bilen her iki taraf da karşılıklı kazancı esas alan bir orta yol bulmuş oldu. İnceleyelim:
1) DİYALOĞA DEVAM
Taraflar öncelikle diyaloğa devam kararı aldılar. Diyaloğun kesilmesinin hem AKP’ye hem de PKK’ye zarar verdiğini saptayan taraflar “gerekirse hergün görüşelim” iradesi beyan ettiler.
2) İZLEME KURULU
Taraflar 16 kişilik İzleme Kurulu’nun oluşturmasında mutabık kaldılar. 8 kişiyi AKP’nin, 8 kişiyi de PKK’nin belirleyeceği 16 kişilik İzleme Kurulu, hakem heyeti rolü görecek ve bir nevi 3. göz olacak.
AKP bu tavizi “PKK’nin ‘ABD 3. göz olsun’ kozunu elinden aldık” diyerek anlatmaya çalışıyor ve “milli sürece milli göz” diye propaganda ediyor.
3) HEYET GENİŞLEYECEK
3 HDP’liden oluşan İmralı heyeti, bugüne kadar önce Öcalan’la, ardından da Kandil’e gidip PKK liderleriyle görüşüyordu.
Sırrı Süreyya Önder, İdris Baluken ve Pervin Buldan’dan oluşan üç kişilik İmralı heyeti, AKP-PKK mutabakatıyla 5 kişiye çıkarılıyor. Heyete yeni katılacak isimlerin Hatip Dicle ve Ceylan Bağrıyanık olacağı belirtiliyor. (Selahattin Demirtaş ismi gündeme bile gelmiyor!)
4) KAMU DÜZENİNİ SAĞLAMA
Taraflar, kamu düzeninin sağlanması konusunda karşılıklı irade beyan ettiler!
Bu 6-8 Ekim’in tekrarlanmamasının bir yolu olarak görülse de pratikte PKK’ye ülkenin bir bölgesinde otorite rolü veriyor!
Çünkü kamu düzeni devletin birincil görevidir, paylaşılmaz! Paylaşıldığı anda devlet devlet olmaktan çıkar, devlete paralel devlet oluşur!
Nitekim PKK lideri Cemil Bayık 1 Kasım olaylarından sonra yaptığı bir açıklamada, bölgede kamu düzeninin sağlanması için AKP’nin kendilerinden yardım talep ettiğini söylemişti. İddiaya göre Diyarbakır Emniyet Müdürü Halis Böğürcü, DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle’yi arayarak Kobani eylemlerinin yapılacağı 1 Kasım’da olay çıkarılmaması ricasında bulunmuş, Dicle de bu talebi Kandil’e iletmişti!
5) SİLAH BIRAKMA
Mutabakata varılan bir diğer konu da Öcalan’ın bahar aylarında silah bırakma çağrısı yapacağı. Ancak burada önemli bir ayrıntı var. PKK tümden silah bırakmayacak, silahları Türkiye’de bırakacak ama dışarıda daha da silahlanacak, silahları özellikle Suriye’de kullanacak.
Yani yaklaşık iki yıldır yapılan şey devam edecek. AKP, PKK’nin silah bırakmayacağı gerçeğini perdeleyerek kamuoyu tepkisini azaltacak.
6) EVE DÖNÜŞ
AKP’nin bu süreçte eve dönüş konusunda yasal düzenlemeler yapması için de mutabakata varıldı. Ancak ne tür yasalar çıkarılacağı, kimlerin yararlanacağı, genel af mı yoksa daha asgari bir düzenleme mi yapılacağı ilerleyen süreçteki temaslarda netleştirilecek.
7) ÖCALAN’A SEKRETERYA
Mutabakata varılan bir diğer konu da Öcalan’a sekreterya oluşturulması. Mutabakata göre Öcalan’a arkadaşlık yapması için daha önce İmralı’ya gönderilen 5 tutuklu adadan gönderilecek.
Yerlerine ise Öcalan’ın istediği iki yeni tutuklu gelecek. Ayrıca tutuklu olmayan ve yine Öcalan’ın belirlediği iki kişi daha sekreterya ekibine dahil edilecek. Böylece Öcalan’ın ikisi tutuklu ikisi dışarıdan 4 kişilik çalışma ekibi olacak.
8) ÖCALAN’A EV HAPSİ
Mutabık kalınan bir diğer konu da Öcalan’ın ev hapsine çıkarılması. Ancak kamuoyu buna hazır olmadığı için AKP öncelikle ev hapsinin İmralı içinde yapılmasını istiyor. Buna göre Öcalan ve sekreterya ekibi, yapımı bitmek üzere olan İmralı’daki eve taşınacak.
Sekreterya’nın tutuklu olmayan 2 üyesi de isterlerse bu evde Öcalan’la birlikte yatılı kalabilecek!
SONUÇ
AKP bu anlaşmayla 2015 seçimlerini garantiye almayı, PKK de ABD’nin IŞİD hamlesinin yaratacağı avantajlardan yararlanmayı esas elıyor.
Dolayısıyla ortaya şu sonuç çıkıyor: Esad’ı hedef alan politikalardan keskin bir dönüş yapılmadığı müddetçe, Türkiye kan kaybını sürdürecek!
(***Haber: Mehmet Ali GÜLLER, Gönderen: Engin Albayrak, Kaynak: Özgür Gündem, Ulusal Haber & Ulusal Ajans)

13 Kasım 2014 Perşembe

Uzay yarışının kısa tarihi…Mars’a ulaşan dördüncü uzay gücü olmak Hindistan’a sadece 75 milyon dolara mal oldu. CEMAL TUNÇDEMİR

Uzay yarışının kısa tarihi…
Mars’a ulaşan dördüncü uzay gücü olmak Hindistan’a sadece 75 milyon dolara mal oldu.
CEMAL TUNÇDEMİR
15’nci yüzyılda Portekizlilerin Atlas Okyanusu içindeki bazı adaları keşfetmesiyle başlayan döneme Keşifler Çağı deniyor. İnsan soyu, sınırları belli iç denizlerin emniyetinden, sınırları belirsiz okyanusların bilinmezliğine yelken açmaya hazırdı artık. O dönemin en büyük adımlarından biri ise Avrupalıların, Amerika kıtasını keşfetmeleri. Kristof Kolomb, okyanusta aylar süren endişeli bir yolculuktan sonra 12 Ekim 1492 günü Karayipler’de San Salvador adasına ulaştığında, yeni bir kıtayı keşfettiğini bilmiyordu. Hindistan’a ulaştığını sanıyordu. Bu yüzden orada gördüğü yerlilere ‘İndian (Hintli)’ dedi. Kolomb o zamanlar, insan soyunun bir gün o devasa okyanusu sesten hızlı uçaklarla birkaç saate geçebileceğini düşünemezdi elbette. Tıpkı, okyanusta aradığı Hintlilerin, bir gün 225 milyon kilometre uzaklıktaki Mars’a bir uzay aracı gönderip yörüngesine oturtacaklarını düşünemeyeceği gibi.
Konuyu yakından takip edenler dışında pek kimsenin, aylar önce başlayan tarihi bir yolculuğun Eylül ayında menziline varacağından haberi yoktu. NASA’nın 2012 yılında Mars’a indirmeyi başardığı Merak’ın(Curiosity) Twitter hesabının attığı, ‘Namaste (önünde saygıyla eğiliyorum)’ selamlama Twit’i bu sıradışı gelişmeyi bir anda dünya gündemine soktu. Hindistan’ın ‘’Mangalyaan (Mars Teknesi)’’ adını verdiği uzay aracı, 24 Eylül günü Mars’ın yörüngesine oturmayı başarmıştı. Mars meraklıları artık Curiosity’nin sosyal medya hesaplarının yanı sıra Mangalyaan’ın da hesabını takip ediyor. Hindistan Uzay Araştırmaları Dairesi ISRO ise, bugünlerde NASA kadar popüler olmaktan duyduğu keyfi, Mangalyaan’ın Twitter hesabından attığı ilk Twit olan ‘’Burada manzara çok güzel’’ ile gösterdi.
Hindistan bu atılımıyla, kürenin en elit kulübüne girdi. Hem Mars’a ulaşan dördüncü ülke hem de ilk Asya ülkesi oldu. Bugüne kadar Mars’a sadece ABD, Avrupa Uzay Ajansı ve Rusya uzay aracı gönderebilmişti. Mars yörüngesinde halen NASA’nın 2 ve Avrupa Uzay Ajansı’nın bir uydusu var. Mars’ın zemininde ise NASA’nın iki aracı aktif halde dolaşıyor. Hindistan, Mars’a ulaşmayı daha ilk denemesinde başaran ilk ülke olarak herkesin dikkatini çekti. Çünkü bugüne kadar Dünya’dan Mars’a uzay aracı göndermek için yapılan 51 girişimden sadece 21’i başarılı olabilmişti. Bununla da kalmadı, Hindistan’ın Mars seferi, bugüne kadar gezegenler arası misyonların en ucuza mal olanı olmayı da başardı. Mars’ın yörüngesine uydu yerleştirmek Hindistan’a sadece 75 milyon dolara mal oldu. Kızıl Gezegen’e Mangalyaan’dan sadece 2 gün önce ulaşan NASA uzay aracı Maven’in (Becerikli) maliyet bütçesi, Mangalyaan’ınkinin tam 10 katıydı örneğin. Hindistan BaşbakanıNarendra Modi’nin Haziran ayında yaptığı, ‘’Mars’a uydu göndermemizin bütçesi, Gravity (Yerçekimi) filminin bütçesinden ucuz’’ esprisi bu nedenle Sosyal Medya’da yeniden yankılandı. ‘Gravity’ filmi 100 milyon dolara mal olmuştu.
Mangalyaan’ın, Mars’ın yörüngesindeki görevi sadece 6 ay sürecek. Bu sürede Kızıl Gezegen’in atmosferini gözlemlemenin yanı sıra Mars yüzeyinin de detaylı bir haritasını çıkaracak. En öncelikli görevi ise şu anda Mars konusunda en büyük merak olan atmosferindeki ‘metan’ gazının miktarını araştırması olacak. Dünya atmosferi milyarlarca ton metan gazı içeriyor. Bunun çok büyük bölümü hayvanların dışkısında bulunan mikroplar tarafından üretiliyor. Metan üreten bazı mikropların Mars yüzeyinin hemen altında yaşamakta olabileceği güçlü bir spekülasyon. Böylesi bir keşif, Mars hakkında bugüne kadar öğrenilmiş en kritik bilgi olacak. Yani Mangalyaan’ın bütçesi küçük olabilir ama Kızıl Gezegen ile ilgili günümüzün en büyük sorusunun belki de cevabını bulacak.
Mangalyaan, bu tarihi misyonuyla dünyada da bir çığır açtı. Gezegenlerarası uzay çalışmaları artık birkaç zengin Batı ülkesinin tekelinde değil. Yeni bir keşifler çağı başlarken uzay çalışmalarında artık Asya da var.
Birinci keşifler Çağı, dünyayı yeniden şekillendirmişti. Sadece politik, ekonomik ve sosyal yapıları değil, insan soyunun dünya algısını da değiştirdi. Avrupa’nın Rönesans’ı bir kaç yüzyıl içinde Sanayi Devrimine evrildi. İnsan soyunun binlerce yıl boyunca teknolojide katettiği mesafenin kat be kat fazlası sadece 19’ncu yüzyılda gerçekleşti. Bu muazzam yüzyılın birikimi, 17 Aralık 1903 günü, havadan ağır, kontrol edilebilen bir aracın havada ilk uçuşunu başarmakla taçlandı. İnsan soyu yer çekimi ile bağlı olduğu toprağı ilk kez artık havadan görebiliyordu. Tarihte ‘Yer’i havadan görebilen ilk kuşaktan bugün hala yaşayanlar var. Uçak ve roket teknolojisi hızla geliştikçe insanlık bir başka ufka göz dikti. Havada uçabiliyorsak, uzaya da gidebilirdik pekala…
Sputnik ve ‘Uzay Yarışı’
Uzay Çağı’nı başlatan büyük haber 4 Ekim 1957 geldi. Sovyetler Birliği, ilk insan yapımı uyduyu başarıyla yörüngeye yerleştirmeyi başarmıştı. Dört radyo anteni ve yaklaşık yarım metre çaplı küre şekliyle uzay çağının sembolü olan bu araca Rusça ‘uydu’ anlamına gelen Sputnik adı verilmişti. Sovyetlerin başarısı, Amerikalıların yörüngeye ilk insan yapımı uydu yerleştirme projeleri olan ‘Vanguard’ın(öncü)’ başarısız olmasının da etkisiyle ABD’de büyük bir şoka ve endişeye neden oldu. Amerikan kamuoyu, ilk defa Sovyetleri bu derece büyük bir tehdit olarak algılamaya başladı. Sputnik’i uzaya götürebilen bir roket, nükleer bir başlığı da birkaç dakika içinde dünyanın istediği yerine ulaştırabilirdi. ABD, nitelikli bilimsel eğitimin önemini kavradı ve ABD eğitim sistemine 4 yılda milyarlarca dolar akıtacak bir yasa acilen Kongre’de kabul edildi. Sputnik’ten sadece 8 ay sonra ise ABD Havacılık ve Uzay Dairesi NASA kuruldu. ABD başkanı Eisenhower, bu süreçte ‘Uzay Yarışı (Space Race)’ terimini ilk defa kullanarak literatüre kazandırdı.
12 Nisan 1961 günü Yuri Gagarin, ‘Murat 124’ boyutundaki Vostok(Doğu) adlı bir roketin tepesine yerleştirilmiş küçük bir kapsülün içine oturduğunda, insan soyunun ‘merak ve keşfetme arzusu’ yeni bir boyuta yükseliyordu. Gagarin, kapsülün içine sığabilecek kadar ufak tefek ve komünist rejimin reklam yüzü olacak kadar yakışıklı olduğu için seçilmişti.  Herkese, Gagarin’in dünyaya canlı dönemeyeceği duygusu hakimdi. Çünkü, 4 yıl önce 1957’de Sputnik 2 roketiyle, uzaya gönderilen ilk canlı olan Laika köpeği yolcuğunun daha ilk saatinde ölmüştü. Ancak Gagarin, dünyanın etrafında 108 dakika süren bir tur attıktan sonra, yeniden atmosfere girecek ve 7000 metredeyken kapsülden fırlayarak paraşütle Rusya topraklarına inecekti. Bir şoförün 27 yaşındaki oğlu Gagarin, bir anda o tarihe kadar görülmemiş bir küresel şöhrete sahip oldu. Soğuk Savaş’a rağmen, türümüzün, atmosfer dışına ulaşmış ilk temsilcisi olarak dünyanın her yerinde herkes tarafından çok sevildi. Ancak ömrü, şöhreti gibi görkemli olmadı. 7 yıl sonra 34 yaşındayken bir eğitim uçuşu sırasında gizemli bir kazada öldü. Gagarin, aslında Rusların uzay macerasının sadece yüzüydü. Arkadaki dehanın adı Sergei Korolev’di. Kod adı ‘Büyük Tasarımcı’ olan Korolev, uzaya gönderilen ilk insan yapımı uyduyu (Sputnik) tasarlayan, uzaya ilk canlıyı(Laika -köpek), ilk insanı (Gagarin) ve ilk kadını(Valentina Tereshkova) gönderen, ilk uzay yürüyüşünü (Alexei Leonov) organize eden, dünya dışında bir başka uzay cismine ilk kez uzay aracı indiren (1966’da Ay’a inen Rus uydusu Luna 9) ve o günden bugüne uzaya insan ve malzeme taşıyan Soyuz sistemini kuran ana beyindi.
Rusların uzaya insan göndermeyi başaran ilk güç olmasının dönemin ABD Başknaı J.F. Kennedy’i çılgına çevirdiği kaydedilir. Gagarin’den sadece 23 gün sonra 5 Mayıs 1961’de Alan Sheparduzaya giden ikinci insan ve ilk Amerikalı oldu. Aynı günlerde Senato ve Temsilciler Meclisi’nin bütün üyelerini ortak genel kurulda toplayan Kennedy, ABD’nin 1960’lar bitmeden Ay’a ayak basması gerektiğini ilan etti. Amerikan uzay çalışmalarının duayenlerinden John Logsdon, “John F. Kennedy and the Race to the Moon” adlı kitabında, Kennedy’nin, uzaya ilk insanı gönderen Ruslar’ı katmerli bir yenilgiye uğratmak için, Ay’ı hedef olarak seçtiğini anlatıyor. Logsdon, Ay’a insan göndermenin 1961 yılındaki teknolojik imkanlar içinde, ekstra yeni teknolojik icat gerektirmeyen ancak parasal olarak oldukça masraf isteyen bir yatırım olduğuna dikkat çekiyor. ABD, uzay yarışında ‘büyük’ kazanmak için bu masrafı göze aldı. Apollo projesine 2010 yılı değeriyle 150 milyar dolar harcandı. Bu para, atom bombasının icat edildiği Manhattan Projesine harcanan paranın 5, Panama Kanalı’nın inşasına harcanan paranın 10 katıydı. Öte yandan, Sovyet uzay programının beyni Korolev’in 1966 yılında  beklenmedik ölümü her şeyi değiştirdi. Sovyetlerin uzay programının kollektif bir ekibin uzmanlığına değil, bir dahiye dayandığı ortaya çıkacaktı. Uzay Yarışı’nda liderlik, 3 yıl sonra ABD’ye geçti. Uzay yarışının zirve noktasına, 20 Temmuz 1969 günü insanın Ay’a ayak basmasıyla ulaşıldı. Ondan sonra yarışta tansiyon ilginç bir şekilde düşmeye başladı. İki süper güç arasında rekabet yerine işbirliğinin başlaması, gelişmelerin hızını da düşürdü. Uzay yarışının çılgınca bir rekabete sahne olduğu dönem art arda öyle baş döndürücü başarılara sahne oluyordu ki, 1960’larda ve 1970’lerin ilk yarısında yaygın kanaat, en geç 2000 yılında insanların Mars’ta golf oynayacakları şeklindeydi. 1984 yılında Uluslararası Uzay İstasyonu’nun ortak inşaatı başladı. Sovyet – ABD işbirliğiyle uzayda yapımına başlanan istasyona daha sonra Japonya Avrupa ve Kanada da katıldı. 21’nci yüzyılın piramidi, 100 milyar dolara mal oldu. Şehir dışı bir ortamda bulutsuz bir gecede gökyüzüne baktığınızda, bütün yıldızlardan daha parlak bir gök cisminin gökte süzüldüğünü göreceksiniz. İşte bu istasyon.
John Phillips, 2005 yılında uzay istasyonundan konuşurken, ‘bizler aslında deneyiz’ diyecekti. Eğer birgün yeni çağın kaşifleri Mars’a ve çok daha ötesine gittiğinde insan kültürü ve belki de biyoloji bile değişecek. Bu istasyonlar, ‘trans-human’ teknolojiler için muazzam bir laboratuvar olacak. Kozmik Okyanusta nasıl yolculuk edebileceğimizi pek muhtemel bu ve benzeri istasyonlarda keşfedeceğiz. Aslında bu konuda adımlar başladı bile. Son uzay mekiği seferlerine katılan bir astronot, ‘Robonaut 2’ pek dikkat çekmedi. NASA’nın andığı ismiyle R2, robotlarla astronotların ekip çalışması üzerine performans deneyleri yaparken, aslında daha büyük bir hedefin ilk aşamasını oluşturuyor. Bizim yerimize gezegenler arası potansiyel yolcukların öncüsü olmak.
Uzayın yeni rampası Asya mı?
Birinci keşifler çağı, keşiflerin öncüsü Avrupa’nın yükselişi ile sonuçlandı. Aslında Uzay Yarışının öncüleri ABD ve Rusya olduğu için başlangıçta, ikinci keşifler çağına da Batı dünyasının hükmedeceği düşünülüyordu. Ancak 1990’lı yıllardan itibaren beklenmedik bir süreç başladı. Yüzyıllardır sessiz kalan Asya’nın demografik, ekonomik ve teknolojik yükselişi uzay yarışına da yansıdı. Bugün, kendi imkanıyla yörüngeye uydu yerleştirebilen 10 ülkeden 6’sı Asya’da: Çin, Hindistan, İran, İsrail, Japonya ve Kuzey Kore. Ama daha da önemlisi, Asya, 1960’lardaki ABD –Sovyet uzay rekabetini hatırlatan dev bir rekabete sahne oluyor. Dünyanın en kalabalık iki ülkesi Çin ve Hindistan’ın rekabeti ve Çin ile Japonya arasındaki tarihsel gerilim, bu üçgende büyük bir uzay yarışına sahne oluyor. İlk uzay yarışı insan soyunun Ay’a ayak basmasıyla sonuçlanmıştı. Asya’nın liderliğini yapacağının işaretlerini taşıyan ikinci uzay yarışının, Mars’a insan göndermekle sonuçlanacağını düşünenlerin sayısı az değil.
Asya’daki rekabette liderlik Çin’in elinde. Çinliler, birinci Keşifler Çağı’nın başladığı Ming Hanedanlığı döneminde Afrika’ya, Güney Asya’ya ve Pasifik’e gemiler çıkarmış ancak ‘pek ilginç bir şey yok’ diyerek büyük bir öngörüsüzlükle geri ülkelerine dönmüşlerdi. Bunda hiç şüphesiz Çin’in o dönemdeki Avrupalılar kadar muhtaç ve sefil durumda olmaması da etkendi. Çin, 500 yıl sonra başlayan yeni Keşifler Çağı’nı da ıskalamamak için bu kez işi oldukça sıkı tutuyor. 2003 yılı Ekim ayında ilk insanlı uzay uçuşunu gerçekleştiren Çin, uzaya insan gönderen ilk Asya ülkesi olmayı başarmıştı. Çin’in 2011 yılında Mars’a göndermek istediği ve Rusya ile birlikte hazırladığı ‘’Yinguo 1’’ uydusu başarısızlıklıkla sonuçlanmıştı. Ancak Ay’ın yörüngesine yerleştirdiği Chang’e 1 ve Chang’e 2 uyduları başarılı oldu. Yakın zamanda Ay’a uzay aracı indirerek örnek toplamayı hedefliyor. Çin, inşa etmeye başladığı kendi uzay istasyonunu ise 2020 yılında tam faaliyete geçirmeyi planlıyor.
Hindistan uzay kurumu ISRO da, uzaya araç gönderme teknolojisinin yanı sıra, yere geri döndürme teknolojisini de geliştirdi ve başarıyla test etti. İlk insanlı uzay uçuşunu 2015-2016 yıllarında gerçekleştirmesi bekleniyor. Hindistan şu anda uzaya uydu taşıma ve yerleştirme için kendi uzay aracına sahip. 2008 yılında Ay yörüngesine oturtmayı başardığı Chandrayaan-1 uzay aracı ile Ay’da su varlığını keşfeden ülke oldu. Chandrayaan-2 ise 2017 yılında Ay’a doğru yola çıkacak. 5 Kasım 2013 yılında Hindistan, ‘Mars Orbiter Mission (Mars Yörünge Misyonu)’ adını verdiği ve kısaca MOM diye anılan Mars misyonunu başlattı. Uzaya uydu yerleştirme teknolojisinde ise baş döndürücü bir gelişme sergiledi. 2008 yılında aynı anda 10 uydu birden yörüngeye yerleştirerek bu alanda bir rekor kırdı.
Uzay ekonomisinden pay kapma yarışı
Peki uzay yarışına milyarlar harcamak bir kaynak israf mı? Bu konuda yoğun bir tartışma da devame diyor. Uzun vadeli bakıldığında, uzay çalışmalarına yatırım yapan ülkeler açısından en önemli kazanç ‘bilgi’. Uzay hakkında bilgimiz, 15’nci yüzyıldaki kaşiflerin okyanus hakkındaki bilgilerinden bile az. Her yeni bilgi yeni bilgilere kapı açıyor ve onu elde edeni bir adım öne geçiriyor. Bir diğer önemli kazanım, uzay çalışmaları sırasında gerçekleştirilen teknolojik atılımların günlük hayatta da önemli ilerleme ve kolaylıklara pencere açması. Örneğin NASA, uzay çalışmaları sırasında geliştirildikten sonra ticari üretime ve günlük yaşamda satışa sunulan ürün ve hizmetlerini her yıl yayınladığı ‘Spinoff’ dergisiyle tanıtıyor. Bugün diş düzeltmekte kullanılan şeffaf bileziklerden göz lenslerine, kulak termometresinden su arıtıcısına, gaz duman dedektöründen kablosuz cihazlara ve en önemlisi uzun mesafeler arasında iletişim imkanı veren uydu iletişimine kadar bir çok ürün ve imkan, NASA’nın uzay çalışmaları sırasında geliştirildi.
Bu projelerde çalışan bilim insanlarının aksine, karar verici iradelerin ise öncelikli beklentisi ekonomik. Mars’a uydu gönderen ISRO’nun başkanı K. Radhakrishnan, Indian Express gazetesine yaptığı açıklamada, ‘’Misyonumuzun yüzde 85’i teknoloji gösterisi yaparak müşteri bulmak’’ derken bunu kastediyordu. Başarılı Mars atılımının, ISRO’nun ticari kolu olan ve uzay aracı ekipman ve yazılımları üreten ve en önemlisi üçüncü ülkeler için uydu üretip yörüngeye yerleştiren Antrix’e dünyanın her yerinden müşteri getireceği açık. ISRO, bir Alman ve Güney Kore uydusunu başarıyla yörüngeye yerleştirdiği 1999 yılından sonra 40’tan fazla uydu satmayı başardı. Sadece geçtiğimiz Haziran Ayının son gününde 4 ülkeye ait 5 uydu birden yerleştirdi yörüngeye. ISRO, 2013 – 2014 döneminde sadece yörüngeye uydu yerleştirmekten yüz milyonlarca dolar kar etti. Milyarlarca dolarlık bütçesi olan bir kurum için az görünebilir ama istihdam ettiği bilimadamlarına ayda 2 bin dolar maaş veren ve 75 milyon dolarla Mars’a uydu gönderebilen bir kurum için önemli bir kaynak.
Antrix, uzay piyasasına ilk girdiğinde, piyasanın çok altında fiyatlara sahip uzay ve uydu ekipmanları, potansiyel müşterilerin bu ürün ve hizmetlere güvensizliğine sebep oluyordu. Ancak 1990’ların sonundan itibaren yörüngeye uydu yerleştirmek isteyen potansiyel müşterilere ülkelerin yanı sıra, üniversiteler, teknoloji ve iletişim firmaları, küçük devletler de dahil olunca pazar açıldı. 2020’ye gelindiğinde yörüngedeki uydu sayısının bugünkünden yüzde 40 daha fazla olacağı öngörülüyor. Uzay Öncüleri Vakfı’nın yayınladığı rapora göre daha 2006 yılında uzay ekonomisinin toplam büyüklüğü 180 milyar dolar civarındaydı. Antrix’in yörüngeye uydu yerleştirme hizmeti, dünyada bu işi yapan önde gelen firmalardan çok daha ucuz. Mars başarısının, yörüngeye uydu yerleştirmeye istekli bütün firma ve devletlere vereceği mesaj açık: Hindistan için yörüngeye uydu oturtmak oldukça kolay ve oldukça ekonomik bir iş. Çin’in aynı işi yapan devlet firması Çin Seddi Şirketi de Antrix ile fiyat yarışına girince, uzay piyasasında Asya’nın ağırlığı hızla artmaya başladı.
Öte yandan, uzay piyasası da öngörülemez bir çeşitliliğe kaymakta. Örneğin Interorbital Systems adlı bir Amerikan firması, bisküvi büyüklüğündeki kişisel uyduları 8 bin dolara yörüngeye oturtmaya başladı. Firma, müşterilerinin ödemelerini PayPal’dan bile kabul ediyor. Çeşitliliğin bir başka örneği ise ‘astral madencilik’ konusundaki atılımlar. Meteorlara inerek onlardan değerli madenler elde etmeyi hedefleyen birden fazla özel girişim kuruldu son yıllarda. Yine, bu yıldan itibaren uzaya turist taşıyacak havacılık firmaları da son hazırlıklarını yapıyor. Uzay turizminin de uzay ekonomisinin önemli bir bileşeni olacağı öngörülüyor.
İkinci Keşifler Çağı
Uzay araçlarına ünlü kaşiflerin, denizci terimlerinin veya keşfetme arzusunu çağrıştıran, Magellan, Galileo, Jules Verne, Mariner(Denizci), Discovery(Keşif), Explorer(Kaşif), Messenger(Elçi), Curiosty(Merak), Voyager(Seyyah) gibi isimlerin verilmesi tesadüf değil. Çünkü yeni uzay çağı, aslında 15’nci yüzyılda başlayan Keşifler Çağı’nın yeni bir versiyonu. Astronot kelimesi bile ‘yıldız denizcisi’ demek. Ve bu adlandırma bir geleneğe dönüştü. Ruslar, astronotlarını ‘kozmonot(evren denizcisi)’ olarak tanımlıyor. Çinlilerin ‘taykonot’u ve Hintlilerin ‘vyomanot’u da yeni keşifler çağının ilk kahramanları arasında.
‘Uzay Mekikleri’ kitabının yazarı Tony Reichhardt’ın deyimiyle insan soyu olarak henüz uzay okyanusunun sahilindeki ‘kozmik plaj’dayız. Daha okyanusa açılabilmiş bile değiliz. Birinci Keşifler Çağı’ndan farklı olarak yeni insanlarla karşılaşma ihtimalimiz pek yüksek değil. Uzayda ‘hayat’ ararken bakındığımız en öncelikli iki şey ‘mikrobiyal hayat’ ve ‘su’. Mars’ta koloni kurmak yeni ufuklara taşıyacak bizi. NASA’ya göre, Dünya ve Mars’ın birbirine en yakın konuma geleceği 2030’lu yıllarda Kızıl Gezegen’e insanlı yolculuk gerçekleşecek. Küremizin hem doğusunda hem batısında bu fırsatı değerlendirme yolunda önemli bir arzu ve çaba var. Ve bu çaba artarak devam edecek. Uzayda 559 saat geçiren İngiliz kökenli astronot Dr Piers Sellers, insan soyunun uzay macerasından geri adım atmasının asla söz konusu bile olamayacağını belirtiyor. Ona göre, yıldızlara yolculuk, ‘’insanın kaderinde var’’. Peki neden? ‘’İnsanın fıtratından dolayı’’ diyor Sellers ve ekliyor: ‘’Fıtratımızdaki, gidip ne oluyor ne bitiyor diye bakma duygusuna asla hakim olamayacağımız için…’’

ORİJİNAL LİNK: http://amerikabulteni.com/2014/11/12/uzay-yarisinin-kisa-tarihi/?utm_source=feedburner&utm_medium=email&utm_campaign=Feed%3A+amerikabulteni+%28Amerika+Bulteni%29

ÇOK ÖNEMLİ BİR "KAMPANYA" HABERİ; İNSANLIK DÜŞMANI DOMUZLARIN SALDIRI SİLÂHI GDO

SOFRAMIZDA ve ÜLKEMİZDE GDO İSTEMİYORUZ!
Ülkemiz hayvancılığında uygulanan yanlış politikalar gıda ve yem sanayinin soya ve mısıra yönelmesine neden olmakta, yaratılan talep arzın üstüne çıktığından ithalat sorumluluğu doğmaktadır.
Bu çerçevede, son on bir yıllık dönemde (2003-2013) Türkiye’de;
45 milyon ton mısır üretilmiş; buna karşılık, arz açığı nedeniyle 9 milyon ton mısır ithal edilmiş ve karşılığında 2,3 milyar dolar (5 milyar lira) ithalat parası ödenmiştir.
804 bin ton soya üretilmiş; buna karşılık, arz açığı nedeniyle 12,5 milyon ton soya ithal edilmiş ve karşılığında 5,3 milyar dolar (11,6 milyar lira) ithalat parası ödenmiştir.
Soya ve mısır, ağırlıklı olarak, ABD ve Arjantin gibi, genetiği değiştirilmiş üretim yapan ülkelerden ithal edilmektedir. Bu çerçevede ülkemize, 1998 yılından bu yana, milyonlarca ton genetiği değiştirilmiş ürün girmiş, gıda ve yem sanayiinde hammadde olarak kullanılmış ve 700 çeşitten fazla ürün olarak tüketici sofralarına ulaşmıştır. 
18 Mart 2010 tarihinde çıkarılan 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu ve ilgili mevzuat GDO’lu ürünlerin yurtiçinde üretilmesine yasak getirmiş, ithalatının düzenlenmesinde ise oluşturduğu Biyogüvenlik Kurulu’nu yetkili kılmıştır.
Biyogüvenlik Kanunu, Türkiye’ye ithal edilen ürünlerin analize tabi tutularak üç aşamalı bir testten geçmesini öngörmektedir; 1-GDO var/yok testi, 2-GDO varsa ürün içindeki bileşiminin %0.9’un üstünde olup olmadığına dair test, 3- Oran %0.9’un üzerindeyse ürünün yasaklı genleri içerip içermediğine dair test.
Biyogüvenlik Kurulu, yem amaçlı kullanılmak üzere 3 soya ve 16 mısırın ithalatına izin vermiştir. Platform bileşenlerinin hukuki mücadelesi sonucunda Danıştay, dava açılan 2 GDO’lu mısır çeşidinin iznini iptal etmiştir.  Bunların dışındaki GDO’lu soya ve mısırın, insan ve hayvan sağlığı üzerine oluşturdukları yüksek riskler nedeniyle Türkiye’ye girişleri yasaktır.
Halen Türkiye’de, çeşitli firmalar tarafından, yem sektöründe kullanılmak üzere, ABD’den 1 milyon ton’a yakın DDGS ve mısır grizi siparişi verilmiş olup, bu siparişlerin ilk partileri limanlarımıza ulaşmış durumdadır.
DDGS, Biyoetanol üretimi sırasında açığa çıkan bir yan ürün olup, yem katkı maddesi olarak kullanılmaktadır. ABD’de üretilen mısırın % 92’si GDO’ludur. Sözü edilen ülkede, biyoetanol üretiminde ise GDO’lu 38 mısır çeşidinin kullanıldığı bilinmektedir. Bu çerçevede, ABD’den ithal edilen DDGS ürününde GDO bulunmama olasılığı yok denecek kadar azdır. Üstelik sözü edilen gen, Türkiye’de yasaklı gen durumundadır.
Nitekim Çin, ABD’den ithal ettiği 1 milyon 450 bin ton DDGS ürünlerinde kendi ülkesinde yaptığı analizlerde yasaklı gen çıkması üzerine, bu ürünlerin mahrece iadesine karar vermiştir.
Bunun üzerine, DDGS fiyatları, 430 $/ton düzeyinden 300 $/ton düzeylerine kadar gerilemiştir. Sözü edilen ürüne uygulanan gümrük vergisi %4,3 düzeyinde olup, DTÖ Anlaşması gereğince artırılamamaktadır. Düşük gümrük vergisi ve düşük mal bedeli, DDGS ürününün ithal maliyetini düşürmüş ve bir talep patlaması yaratmıştır.
Türkiye’den sipariş edilen DDGS’nin ilk partileri Eylül 2014 ayı içerisinde limanlarımıza ulaşmış olup, alınan numuneler üzerinde yapılan analizlerde, ürünün GDO içermediği raporlanmış bulunmaktadır. Bu durum ithalatçının iştahını daha da kabartmış ve 700 bin ton’luk sipariş rakamı 1 milyon ton’lara dayanmış durumdadır.
Sözü edilen süreç, ülkemizin sosyo ekonomik yapısı yanında, insan-hayvan ve çevre sağlığı açısından da ciddi sorunlara yol açmaktadır;
1 – ABD, ithalat siparişi veren ülkenin mevzuatına göre, ürünün yasaklı olmayan gen içerdiğine yönelik raporları kolayca verebilmektedir. İlginç olan, mevzuat kendi dinamikleri ya da yargı kararları sonucunda değiştiğinde, mahreç ülke raporları da değişmektedir. Bu durum, sistemin güvenilmezliğini açıkça ortaya koyduğundan, bu raporlara dayanarak GDO’lu ürünlerin millileştirilmesi işleminden derhal vazgeçilmelidir.
2 – Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın mısır türevi ürünlerde uyguladığı % 20 GDO analiz sıklığı, geriye kalan ürünlerin evrak üzerinden yapılan inceleme ile millileştirilmesine neden olmaktadır.  Ülkeye giren her partinin analize tabi tutulması büyük önem taşımaktadır.  
3 – Türkiye’nin laboratuvar altyapısı, yasaklı gen saptama kapasitesine sahip değildir. Nitekim Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı bilgi edinme hakkı kanunu nedeniyle yapılan başvurumuza verdiği yanıtta da bunu itiraf etmiştir. Bu durumda, ürünün yurtiçi analizine dayalı olarak yasaklı gen taşıyan GDO’lu ürün reddi adeta olanaksız duruma gelmektedir. Nitekim, GDO’lu olduğu mal beyanında yazılı olan ürünlerin Türkiye’deki analizlerinde GDO’suz olduğunun ilan edilmesi, bu denli önemli bir sorunun nasıl gayri ciddi ele alındığını ortaya koymaktadır.
4 - Sorun o noktaya ulaşmıştır ki, bu ürünlerin GDO izin başvurusunu yapan Yem Sanayicileri Birliği, piyasanın denetlenemediğini belirterek sorumluluk üstlenmeyeceğini ifade etmekte ve yazdığı bir yazı ile Bakanlığı göreve davet etmektedir.
5 – Milyonlarca ton GDO’lu mısır ve türevinin yurtiçine düşük fiyatlarla girmesi, arz açığımız olan yerli mısırın üreticinin elinde kalmasına neden olmakta, ayrıca yağ sanayiinin küspe satışlarını da olumsuz etkilemektedir.
6 – Onaylanmamış gen içeren GDO’lu mısır ve türevlerinin milyon ton’lar düzeyinde Türkiye’ye girmesi ve yem sanayii hammaddesi olarak kullanılması insan, hayvan ve çevre sağlığı açısından geri dönüşü imkânsız zararlar doğuracaktır. Allerjik reaksiyonlardan başlayıp, organ hasarları, doğum anomalileri ve kısırlık gibi sağlık sorunlarının nesiller içinde ortaya çıkacağını gösteren araştırmalar, sorunun boyutunu da göz önüne sermektedir.
Yukarıda çerçevesi çizilen sorunun ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler aşağıda ifade edilmektedir;
1 – Sözü edilen ürünlerin denetimi için, yasaklı gen analizi yapabilecek laboratuvar kapasitesi DERHAL oluşturulmalı, bu aşamaya kadar ürün millileştirilmesi KESİNLİKLE yapılmamalıdır. Bu çerçevede bugüne kadar verilmiş GDO izinleri, Kanun’un ilgili hükümleri uyarınca iptal edilmelidir.
2 – Bu çerçevede yapılacak analizlerde yasaklı gen çıkması durumunda, taahhüt zinciri içinde bulunan sorumlulara, Biyogüvenlik Kanunu’nda sayılan cezalar hızlı ve adil bir biçimde verilmelidir.
3 – Bu tip ürünlerden millileştirilenlerin mutlaka toplanması ve tüketici sofrasına ulaşmasının engellenmesi gerekmektedir.
4 – Mera ve çayırlarımızın amaç dışı kullanımı mutlaka önlenmeli, doğal yaşama dayalı hayvancılık politikalarımıza önem verilmelidir.
5 – Mısır, soya, çeltik gibi ürünlerdeki arz açığının orta vadede kapatılması için gerekli tarımsal altyapı ve planlama yaşama geçirilmelidir. Bu aşamaya kadar gerekli durumlarda ithalatın GDO’suz üretim yapan ülkelerden yapılması sağlanmalıdır.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
GDO’YA HAYIR PLATFORMU BİLEŞENLERİ                   
GÖKHAN GÜNAYDIN ANKARA MİLLETVEKİLİ

8 Kasım 2014 Cumartesi

DUYURU VE DÂVET

O’na bugün daha fazla ihtiyaç duyuyoruz….
Devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal  ATATÜRK’ ü sonsuzluğa intikalinin 76’ncı Yıl dönümü münasebetiyle anıyoruz….
 *
DEMOKRAT EĞİTİMCİLER SENDİKASI,
DEMOKRATLAR KULÜBÜ
KEMALİST ATILIM BİRLİĞİ
KIBRIS TÜRK KÜLTÜR DERNEĞİ
TOPLUMSAL DÜŞÜNCE DERNEĞİ
(İsimler alfabetik sıraya göre dizilmiştir)
 *
10 Kasım 2014 Pazartesi Saat:18:30
 *
Kıbrıs Türk Kültür Derneği Toplantı Salonu
Tuna caddesi Halk Sokak No:17 Kat:1 Yenişehir/ANKARA
(Sıhhiye Çok Katlı Otoparkı arkası)

5 Kasım 2014 Çarşamba

İsrail Mescid-i Aksa'yı bastı

İsrail Mescid-i Aksa'yı bastı
Son bir haftadır Mescid-i Aksa üzerinde kirli oyunlar düzenleyen İsrail, Müslümanlar için kutsal mekanda bir başka skandala imza attı. İsrail askerlerinin, Mescid-i Aksa'nın mihrabını postallarıyla çiğnediği ortaya çıktı. İsrail askerlerinin, Aksa'ya gaz bombası ve plastik mermilerle saldırdığı da gelen bilgiler arasında.
İsrail askerleri Mescid-i Aksa'yı bastı. Gaz bombaları ve plastik mermilerle Filistinlilere saldıran İsrail, 1967'den bu yana ilk defa Aksa'nın içine girerek ibadethaneyi tahrip etti. İsrail askerleri, Aksa'nın mihrabını postallarıyla çiğnedi, Kuran'ı Kerimleri yerlere atarak İslam dinine ve Müslümanlara hakarette sınırı aştı.
Konuyla ilgili açıklama yapan Mescid-i Aksa'nın yönetimini üstlenen İslami Vakıflar Dairesi Müdürü Hatib: "İsrail güçleri 1967'den bu yana ilk kez Mescid-i Aksa'nın mihrabını postallarıyla çiğnedi.Bu çok tehlikeli bir adım. Daha önce olmamıştı. Kabul edilemez bir durum. İsrail bunun sonuçlarına katlanacaktır" dedi.
İsrail, son bir haftadır, Mescid-i Aksa'ya baskılarını artırmış ve 1967'den bu yana ilk defa Aksa'yı ibadete kapatmıştı. İsrail'in baskılarına, Filistin genelinden tepkiler yükselmiş, Filistin halkı sokağa çıkarak Aksa'nın açılması için çağrıda bulunmuştu.
Yusuf el-Karadavi'nin başkanlık ettiği Dünya Müslüman Alimler Birliği de, İslam dünyasına çağrı yaparak, "İlk kıblenizi koruyun" demişti.
Arabasını İsraillilerin üstüne süren Filistinli öldürüldü
İsrail'in Mescid-i Aksa'ya saldırarak, mihrabını tahrip etmesi ve Kuran'ı kerimleri yere fırlatması üzerine, Filistinli bir adam arabasını İsraillilerin üstüne sürdü. Olaydan hemen sonra İsrail polisi tarafından öldürülen Filistinlinin, Şafat kampından İbrahim Akkari olduğu söyleniyor.
Bazı İsrail kanalları 2 İsraillinin öldüğünü, 10 İsraillinin yaralandığını belirtiyor.
Yorum ve katkı: Eceli gelen köpek cami duvarına pislermiş. İsrailin eceligeliyor galiba.

A.D.Şimşek

Anayurt Gazetesi sahibi, Genel Yayın Yönetmeni ve Gazete Sahipleri Sendikası Başkanı “Duayen Gazeteci Naci Alan” vefat etti..

Anayurt Gazetesi sahibi, Genel Yayın Yönetmeni ve Gazete Sahipleri Sendikası Başkanı, Basın Camiasının Çok Sevilen Duayeni Naci Alan vefat etti..
Medya'da abide isim olarak bilinen Gazete sahipleri sendikası kurucu başkanı ve Anayurt Gazetesi sahibi Naci Alan, dün gece (03 Kasım 2014 Pazartesi) Ankara'da vefat etti. Cenazesi, Perşembe günü sabah saat: 09:00'da "Anayurt Gazetesi" önünde ifa ve icra edilecek törenden sonra; Ebedi istirahatgâhına tevdiî edilmek üzere memleketi Çorum'a götürülecek.
NACİ ALAN
Anayurt Gazetesi genel yayın yönetmeni Naci Alan, geçirdiği rahatsızlık sonucu hayatını kaybetti. Basın camiasının yakından tanıdığı Alan, gazetecilik aşkı, iyilikseverliği, mütevazılığı ile   ‘Naci Baba’ olarak tanınırdı. Rüzgârlı sokakta, Türk Basını’nın efsane adı ve Yassıada Gazisi, gerçek Millet Vekili Turhan DİLLİGİL ile başlayan gazetecilik hayatını Anayurt Gazetesinin imtiyaz sahibi olarak sürdürdü.
Aramızdan, çok ani, beklenmedik bir şekilde ve zamansız ayrılan Üstat Naci ALAN, ardında birçok anılar, unutulmaz hatıralar, insanlık âlemine dersler ve ibretler bırakarak Rahmet-i Rahman’a yürüdü  
NACİ ALAN
Naci Abi’mizi kaybettik
Naci Alan, 1955 yılında Çorum’un Ortaköy ilçesinde doğdu.
İlk ve ortaokulu Ortaköy ilçesinde, liseyi Amasya, Ticaret Lisesi’nde, yüksek öğrenimi Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde tamamladı.
Yüksek Öğrenimi ile birlikte Ankara Rüzgârlı Sokak’ta çeşitli gazetelerde, değişik görevlerde çalıştı. Evli ve bir çocuk babasıydı.
Anayurt Gazetesi imtiyaz sahibi, (Ankara-İstanbul, Bükreş’te günlük olarak basılan ve her gün Türkiye ve Romanya’daki okuyucuları ile buluşan tek Türk gazetesi) Gazete Sahipleri Sendikası Genel Başkanı, Gazeteciler Dayanışma Vakfı Genel Başkanı ve Genel Müdürü ve Dünya Eğitim, Çevre ve Sağlık Vakfı Genel Başkanıydı.
Merhumun cenazesi  06 Kasım 2014 Perşembe günü; Anayurt Gazetesi önünde, Sabah saat: 09.00'da  (Meşrutiyet Caddesi No: 31/14 – Kızılay /ANKARA adresinde) düzenlenecek törenin ardından; Memleketi Çorum- Ortaköy ilçesi Aşdağul köyünde, ikindi namazını müteakip ebedi istirahatgâhına tevdiî ve teslim edilecektir. (PHA-Haber Merkezi) 
Rahmet-i Rahman'a yürüyen Aziz Dostumuz, Kadim Dava Arkadaşımız; Hak yolunda, Millet hizmetinde; Demokrasi, Adalet, Hukuk ve Hakikat mücadelesi uğruna ömrünü feda eden Naci ALAN'a ALLAH (CC) rahmet ve mağfiret eylesin. Mekânı Cennet, makamı firdevs olsun. Nur, huzur, feyiz ve ışıklar içinde kalsın. Bilvesile öncelikle Kederli ailesi, Değerli mesai arkadaşları ve müstesna ANAYURT Camiası olmak üzere bütün dost, tanıdık, bildik ve meslek arkadaşları ile Türk Milletine sabırlar ve baş sağlığı dileriz...

1 Kasım 2014 Cumartesi

DES’ ten Başbakan Ahmet Davutoğlu’na Manidar Mektup!, Gürkan AVCI, DES (Demokrat Eğitimciler Sendikası) Genel Başkanı

DES’ ten Başbakan Davutoğlu’na Manidar Mektup!
Gürkan AVCI
DES, Demokrat
Eğitimciler Sendikası
Başbakan Ahmet Davutoğlu'na yazdığı mektupta; memur maaşlarına 2014 yılı için yapılan 123 TL’lik maaş zammının enflasyonun altında kaldığı için memur ve emeklilerinin mağdur olduğunu belirten Demokrat Eğitimciler Sendikası (DES) Genel Başkanı Gürkan Avcı, memurlar arasındaki ücret uçurumunun da her geçen gün arttığından şikâyet ederek,  çözüm istedi.
TOPLU SÖZLEŞME MUTABAKAT METNİ BAHANESİ GERÇEKÇİ DEĞİL
2014 yılı için memurlara maaş zammı olarak ödenen 123 liralık maaş zammının daha yılın ilk yarısında açıklanan enflasyon rakamlarının altında kaldığını dile getiren DES Başkanı Avcı’nın Başbakan Davutoğlu’na yazdığı mektupta; bazı hükümet temsilcilerinin ‘2014 yılı zamlarının toplu sözleşmeyle belirlendiğini ve memura enflasyon farkı verilmesinin mümkün olmayacağı’ yönündeki açıklamalarını kabul etmelerinin mümkün olmadığını söyledi.
MEMURLAR ARASINDA ZAM ADALETSİZLİĞİ YAPILIYOR
Kimi yetkili ağızlar memura enflasyon farkı verilmesinin mümkün olmayacağını söylemektedir. Fakat Toplu sözleşme mutabakatı dışında başta üst düzey bürokratlar olmak üzere, hâkim ve savcılara, akademisyenlere zamlar yapılmış ve bu zamlar yapılırken Toplu Sözleşme mutabakatının dışına alenen çıkılmıştır.
MİLLETVEKİLLERİNE YAPILAN ZAM DA MUTABAKATA UYMUYOR!
Dahası 2015 yılı için memur ve emeklilerine yüzde 3+3 maaş zammı öngörülürken milletvekillerinin emekli aylıklarına yüzde 9,5 maaşlarına da yüzde 7 oranında zam yapılmıştır. Dolayısıyla bu adaletsizliği, mağduriyeti gidermek ve 2014 ve 2015 yıllarının maaş kayıplarını kurtarmak için memur ve emeklilerimize ek zam yapılması zorunlu hale gelmiştir. 
MEMURLAR TARİHTE İLK DEFA ENFLASYON FARKINI ALAMIYOR
Hükümetin 2014 yılı için enflasyon farkı vermemesi nedeniyle memur ve emeklilerinin mağdur edildiğini ve maaşlara ve ek ödemelere tarihte ilk defa bu yıl enflasyon farkı yansımadığını kaydeden Avcı, mektubunda şu hususları özetle dile getirdi;
TÜRKİYE’NİN BÜYÜME ORANINDAN DA PAY İSTİYORUZ
“Sayın Başbakanım,
Maaş zamlarını aşan yüksek enflasyon nedeniyle memur ve dar gelirlilerin satın alma güçleri belirgin bir şekilde azalmıştır. Tüm kamu çalışanlarına ve emeklilerine 2014 enflasyon farkı kadar ‘ek zam’ ödenmesi, fazla çalışma ücreti, yol ücretleri ve kadroya geçişler nedeniyle oluşan ekonomik kayıpların karşılanması, adaletsiz performans sistemi uygulamasına son verilmesini istiyoruz. Memurlara reel enflasyon oranında zam yapılmasını ve Türkiye’nin büyüme oranından da pay verilmesini istiyoruz.
AYNI İŞİ YAPAN MEMURLAR ARASINDA İKİ KATA VARAN ÜCRET FARKI VAR!
Bu talebimize ek olarak kamu çalışanları arasında iş verimi ve iş barışını zedeleyen dahası kamu hizmetlerinin kalitesinde ciddi zafiyetlere neden olan, sosyal hastalıklara zemin hazırlayan diğer bir hususta; memurlar arasındaki maaş farkı, ücret adaletsizliği ve gelir uçurumudur. Aynı eğitimi almış, aynı niteliklere sahip ve hemen hemen aynı işi yapan farklı devlet kurumlarında çalışan memurlar arasında 2 kata varan oranlarda ücret dengesizlikleri bulunmaktadır.
MEMURUNDA ZENCİSİ VAR!
Kamuda ‘Beyaz memurlar’ ve ‘Zenci Memurlar’ ayırımına devam edildiğinin bu en bariz örnekleri sizlerin bilgilerine özellikle sunmak istiyor ve bu adaletsizliğe hakkaniyetli bir şekilde son vermenizi talep ediyoruz.
Malumlarınızdır ki 2006 yılında 'eşit işe eşit ücret' politikasıyla yaklaşık 1 milyon 300 bin memura 450 TL'lik denge tazminatını kararlaştırmış ve 2009 itibarıyla tamamlanması hedeflenmişti ve 136 TL'si verilmişti. Kalan 314 TL’yi ödeme taahhüdünden vazgeçerek önümüze ‘kamuda ücret dengesi” adıyla yeni bir ek ödeme planı getirilmişti. Yetki Bakanlar Kurulu'na verilerek süre 2011 yılına kadar uzatılmıştı. Fakat bu düzenlemeyle değil 'eşit işe eşit ücret' verilmesi kamuda ki yüksek maaş alan ve ücret dengesizliğine mesnet teşkil eden bazı memurlara ek ödeme yapabilmenin ve ücret uçurumunu daha da derinleştirmenin zemini hazırlandı.
ADALET, ŞEFFAFLIK VE EŞİTLİK İSTİYORUZ!
Birçok kamu kurumu ve üst kurul bu yasayı deldi. Buna mukabil birçok kamu görevlisi yüksek ücret veren kamu kurumlarına geçmek için siyasi ve bürokratik merkezleri nasılda aşındırdığını sizlerde biliyorsunuz. Bu uygulama milyonlarca memuru ve aile fertlerini üzen, onurunu inciten, adaletten ve eşitlikten yoksun bir uygulamadır. Bu nedenle sizden kamudaki ücret adaletsizliğini önümüzdeki genel seçimleri kadar düzeltmenizi ve adil, hakkaniyetli bir ücret politikası oluşturmanızı bekliyoruz.
MAAŞ FARKI YASAL DEĞİL!
Sayın Başbakanım,
Anayasamızın 128’inci maddesinde; kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle gördürüleceği, memurlar ve diğer kamu görevlerini aylık ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceği, 55’nci maddesinde; çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlarından yararlanmaları için Devlet’in gerekli tedbirleri alacağı hükme bağlanmıştır.
Öte yandan, Anayasanın 10. maddesindeki “Kamu önünde eşitlik ilkesi” hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik ön görülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutunmalarını sağlamak. Ayrım yapılmaması ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir.
BEYAZ MEMURLARIN KURUMLARI!
Devlet memurlarının hak ve sorumlulukları, aylıkları, ödenekleri ve diğer özlük hakları 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile düzenlenmiştir. Bu itibarla, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlıkları, Sanayi ve Ticaret, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Sağlık, Enerji, Ulaştırma, Dışişleri ve Maliye Bakanlığı gibi bazı bakanlıklara ve Başbakanlığa bağlı; Merkez Bankası, ÖİB, RTÜK, TRT, SPK, BOTAŞ, TOKİ ve Üst Kuruluşlar gibi birçok kamu kurum ve kuruluşunda çalışan kamu görevlilerine, diğer kamu çalışanlarına nazaran 2 kata varan oranlarda ücretler ödenmekte, genel ödemelere ilave olarak çeşitli adlarla ek ve yan ödemeler yapılmaktadır.
EĞİTİMCİLER MAĞDUR!
Devletimizin vazgeçilmez ve asli görevlerini ifa emek için görev yapmakta olan, 657 sayılı yasa ve ilgili mevzuat gereği yapılanlar haricinde herhangi bir adla ek ve yan ödeme, ikramiye ve döner sermaye almayan eğitim işkolu çalışanları başta olmak üzere birçok kamu görevlisi mağdur durumdadır.
Anayasamızın amir hükümleri uyarınca, memurların kahir ekseriyetinin aleyhine olan maaş adaletsizliğini sağlayan ücret politikalarının son bulması ve anılan kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personele her ay yapılan ek ödemelerin en yüksek tutarı üzerinden bu mağdur kesimlere de aylık ek ödeme yapılmasını istiyoruz.” Denildi.