Uzay yarışının kısa tarihi…
Mars’a ulaşan dördüncü uzay gücü olmak Hindistan’a sadece 75
milyon dolara mal oldu.
CEMAL TUNÇDEMİR
15’nci yüzyılda Portekizlilerin Atlas Okyanusu içindeki bazı adaları
keşfetmesiyle başlayan döneme Keşifler Çağı deniyor. İnsan soyu, sınırları
belli iç denizlerin emniyetinden, sınırları belirsiz okyanusların
bilinmezliğine yelken açmaya hazırdı artık. O dönemin en büyük adımlarından
biri ise Avrupalıların, Amerika kıtasını keşfetmeleri. Kristof Kolomb,
okyanusta aylar süren endişeli bir yolculuktan sonra 12 Ekim 1492 günü
Karayipler’de San Salvador adasına ulaştığında, yeni bir kıtayı keşfettiğini
bilmiyordu. Hindistan’a ulaştığını sanıyordu. Bu yüzden orada gördüğü yerlilere
‘İndian (Hintli)’ dedi. Kolomb o zamanlar, insan soyunun bir gün o devasa okyanusu
sesten hızlı uçaklarla birkaç saate geçebileceğini düşünemezdi elbette. Tıpkı,
okyanusta aradığı Hintlilerin, bir gün 225 milyon kilometre uzaklıktaki Mars’a
bir uzay aracı gönderip yörüngesine oturtacaklarını düşünemeyeceği gibi.
Konuyu yakından takip edenler dışında pek kimsenin, aylar
önce başlayan tarihi bir yolculuğun Eylül ayında menziline varacağından haberi
yoktu. NASA’nın 2012 yılında Mars’a indirmeyi başardığı Merak’ın(Curiosity)
Twitter hesabının attığı, ‘Namaste (önünde saygıyla eğiliyorum)’ selamlama
Twit’i bu sıradışı gelişmeyi bir anda dünya gündemine soktu. Hindistan’ın ‘’Mangalyaan (Mars
Teknesi)’’ adını verdiği uzay aracı, 24 Eylül günü Mars’ın yörüngesine oturmayı
başarmıştı. Mars meraklıları artık Curiosity’nin sosyal medya hesaplarının yanı
sıra Mangalyaan’ın da hesabını takip ediyor. Hindistan Uzay Araştırmaları
Dairesi ISRO ise, bugünlerde NASA kadar popüler olmaktan duyduğu keyfi,
Mangalyaan’ın Twitter hesabından attığı ilk Twit olan ‘’Burada manzara çok
güzel’’ ile gösterdi.
Hindistan bu atılımıyla, kürenin en elit kulübüne girdi. Hem
Mars’a ulaşan dördüncü ülke hem de ilk Asya ülkesi oldu. Bugüne kadar Mars’a
sadece ABD, Avrupa Uzay Ajansı ve Rusya uzay aracı gönderebilmişti. Mars
yörüngesinde halen NASA’nın 2 ve Avrupa Uzay Ajansı’nın bir uydusu var. Mars’ın
zemininde ise NASA’nın iki aracı aktif halde dolaşıyor. Hindistan, Mars’a
ulaşmayı daha ilk denemesinde başaran ilk ülke olarak herkesin dikkatini çekti.
Çünkü bugüne kadar Dünya’dan Mars’a uzay aracı göndermek için yapılan 51
girişimden sadece 21’i başarılı olabilmişti. Bununla da kalmadı, Hindistan’ın
Mars seferi, bugüne kadar gezegenler arası misyonların en ucuza mal olanı
olmayı da başardı. Mars’ın yörüngesine uydu yerleştirmek Hindistan’a
sadece 75 milyon dolara mal oldu. Kızıl Gezegen’e Mangalyaan’dan
sadece 2 gün önce ulaşan NASA uzay aracı Maven’in (Becerikli) maliyet bütçesi,
Mangalyaan’ınkinin tam 10 katıydı örneğin. Hindistan BaşbakanıNarendra Modi’nin
Haziran ayında yaptığı, ‘’Mars’a uydu göndermemizin bütçesi, Gravity
(Yerçekimi) filminin bütçesinden ucuz’’ esprisi bu nedenle Sosyal Medya’da
yeniden yankılandı. ‘Gravity’ filmi 100 milyon dolara mal olmuştu.
Mangalyaan’ın, Mars’ın yörüngesindeki görevi sadece 6 ay
sürecek. Bu sürede Kızıl Gezegen’in atmosferini gözlemlemenin yanı sıra Mars
yüzeyinin de detaylı bir haritasını çıkaracak. En öncelikli görevi ise şu anda
Mars konusunda en büyük merak olan atmosferindeki ‘metan’ gazının miktarını
araştırması olacak. Dünya atmosferi milyarlarca ton metan gazı içeriyor. Bunun
çok büyük bölümü hayvanların dışkısında bulunan mikroplar tarafından
üretiliyor. Metan üreten bazı mikropların Mars yüzeyinin hemen altında
yaşamakta olabileceği güçlü bir spekülasyon. Böylesi bir keşif, Mars hakkında
bugüne kadar öğrenilmiş en kritik bilgi olacak. Yani Mangalyaan’ın bütçesi
küçük olabilir ama Kızıl Gezegen ile ilgili günümüzün en büyük sorusunun belki
de cevabını bulacak.
Mangalyaan, bu tarihi misyonuyla dünyada da bir çığır açtı.
Gezegenlerarası uzay çalışmaları artık birkaç zengin Batı ülkesinin tekelinde
değil. Yeni bir keşifler çağı başlarken uzay çalışmalarında artık Asya da var.
Birinci keşifler Çağı, dünyayı yeniden şekillendirmişti.
Sadece politik, ekonomik ve sosyal yapıları değil, insan soyunun dünya algısını
da değiştirdi. Avrupa’nın Rönesans’ı bir kaç yüzyıl içinde Sanayi Devrimine
evrildi. İnsan soyunun binlerce yıl boyunca teknolojide katettiği mesafenin kat
be kat fazlası sadece 19’ncu yüzyılda gerçekleşti. Bu muazzam yüzyılın birikimi,
17 Aralık 1903 günü, havadan ağır, kontrol edilebilen bir aracın havada ilk
uçuşunu başarmakla taçlandı. İnsan soyu yer çekimi ile bağlı olduğu
toprağı ilk kez artık havadan görebiliyordu. Tarihte ‘Yer’i havadan görebilen
ilk kuşaktan bugün hala yaşayanlar var. Uçak ve roket teknolojisi hızla
geliştikçe insanlık bir başka ufka göz dikti. Havada uçabiliyorsak, uzaya da
gidebilirdik pekala…
Sputnik ve ‘Uzay Yarışı’
Uzay Çağı’nı başlatan büyük haber 4 Ekim 1957 geldi.
Sovyetler Birliği, ilk insan yapımı uyduyu başarıyla yörüngeye yerleştirmeyi
başarmıştı. Dört radyo anteni ve yaklaşık yarım metre çaplı küre şekliyle uzay
çağının sembolü olan bu araca Rusça ‘uydu’ anlamına gelen Sputnik adı
verilmişti. Sovyetlerin başarısı, Amerikalıların yörüngeye ilk insan yapımı
uydu yerleştirme projeleri olan ‘Vanguard’ın(öncü)’ başarısız olmasının da
etkisiyle ABD’de büyük bir şoka ve endişeye neden oldu. Amerikan kamuoyu, ilk
defa Sovyetleri bu derece büyük bir tehdit olarak algılamaya başladı. Sputnik’i
uzaya götürebilen bir roket, nükleer bir başlığı da birkaç dakika içinde
dünyanın istediği yerine ulaştırabilirdi. ABD, nitelikli bilimsel eğitimin
önemini kavradı ve ABD eğitim sistemine 4 yılda milyarlarca dolar akıtacak bir
yasa acilen Kongre’de kabul edildi. Sputnik’ten sadece 8 ay sonra ise ABD
Havacılık ve Uzay Dairesi NASA kuruldu. ABD başkanı Eisenhower, bu süreçte ‘Uzay
Yarışı (Space Race)’ terimini ilk defa kullanarak literatüre kazandırdı.
12 Nisan 1961 günü Yuri Gagarin, ‘Murat 124’ boyutundaki
Vostok(Doğu) adlı bir roketin tepesine yerleştirilmiş küçük bir kapsülün içine
oturduğunda, insan soyunun ‘merak ve keşfetme arzusu’ yeni bir boyuta
yükseliyordu. Gagarin, kapsülün içine sığabilecek kadar ufak tefek ve komünist
rejimin reklam yüzü olacak kadar yakışıklı olduğu için
seçilmişti. Herkese, Gagarin’in dünyaya canlı dönemeyeceği duygusu
hakimdi. Çünkü, 4 yıl önce 1957’de Sputnik 2 roketiyle, uzaya gönderilen ilk
canlı olan Laika köpeği yolcuğunun daha ilk saatinde ölmüştü. Ancak Gagarin,
dünyanın etrafında 108 dakika süren bir tur attıktan sonra, yeniden atmosfere
girecek ve 7000 metredeyken kapsülden fırlayarak paraşütle Rusya topraklarına
inecekti. Bir şoförün 27 yaşındaki oğlu Gagarin, bir anda o tarihe kadar
görülmemiş bir küresel şöhrete sahip oldu. Soğuk Savaş’a rağmen, türümüzün,
atmosfer dışına ulaşmış ilk temsilcisi olarak dünyanın her yerinde herkes
tarafından çok sevildi. Ancak ömrü, şöhreti gibi görkemli olmadı. 7 yıl sonra
34 yaşındayken bir eğitim uçuşu sırasında gizemli bir kazada öldü. Gagarin, aslında
Rusların uzay macerasının sadece yüzüydü. Arkadaki dehanın adı Sergei
Korolev’di. Kod adı ‘Büyük Tasarımcı’ olan Korolev, uzaya gönderilen ilk insan
yapımı uyduyu (Sputnik) tasarlayan, uzaya ilk canlıyı(Laika -köpek), ilk insanı
(Gagarin) ve ilk kadını(Valentina Tereshkova) gönderen, ilk uzay yürüyüşünü (Alexei
Leonov) organize eden, dünya dışında bir başka uzay cismine ilk kez uzay aracı
indiren (1966’da Ay’a inen Rus uydusu Luna 9) ve o günden bugüne uzaya
insan ve malzeme taşıyan Soyuz sistemini kuran ana beyindi.
Rusların uzaya insan göndermeyi başaran ilk güç olmasının
dönemin ABD Başknaı J.F. Kennedy’i çılgına çevirdiği kaydedilir. Gagarin’den
sadece 23 gün sonra 5 Mayıs 1961’de Alan Sheparduzaya giden ikinci insan
ve ilk Amerikalı oldu. Aynı günlerde Senato ve Temsilciler Meclisi’nin bütün
üyelerini ortak genel kurulda toplayan Kennedy, ABD’nin 1960’lar bitmeden Ay’a
ayak basması gerektiğini ilan etti. Amerikan uzay çalışmalarının duayenlerinden
John Logsdon, “John F. Kennedy and the Race to the Moon” adlı kitabında,
Kennedy’nin, uzaya ilk insanı gönderen Ruslar’ı katmerli bir yenilgiye uğratmak
için, Ay’ı hedef olarak seçtiğini anlatıyor. Logsdon, Ay’a insan göndermenin
1961 yılındaki teknolojik imkanlar içinde, ekstra yeni teknolojik icat gerektirmeyen
ancak parasal olarak oldukça masraf isteyen bir yatırım olduğuna dikkat
çekiyor. ABD, uzay yarışında ‘büyük’ kazanmak için bu masrafı göze aldı. Apollo
projesine 2010 yılı değeriyle 150 milyar dolar harcandı. Bu para, atom
bombasının icat edildiği Manhattan Projesine harcanan paranın 5, Panama
Kanalı’nın inşasına harcanan paranın 10 katıydı. Öte yandan, Sovyet uzay
programının beyni Korolev’in 1966 yılında beklenmedik ölümü her şeyi
değiştirdi. Sovyetlerin uzay programının kollektif bir ekibin uzmanlığına
değil, bir dahiye dayandığı ortaya çıkacaktı. Uzay Yarışı’nda liderlik, 3 yıl
sonra ABD’ye geçti. Uzay yarışının zirve noktasına, 20 Temmuz 1969 günü insanın
Ay’a ayak basmasıyla ulaşıldı. Ondan sonra yarışta tansiyon ilginç bir şekilde
düşmeye başladı. İki süper güç arasında rekabet yerine işbirliğinin başlaması,
gelişmelerin hızını da düşürdü. Uzay yarışının çılgınca bir rekabete sahne
olduğu dönem art arda öyle baş döndürücü başarılara sahne oluyordu ki,
1960’larda ve 1970’lerin ilk yarısında yaygın kanaat, en geç 2000 yılında
insanların Mars’ta golf oynayacakları şeklindeydi. 1984 yılında Uluslararası
Uzay İstasyonu’nun ortak inşaatı başladı. Sovyet – ABD işbirliğiyle uzayda
yapımına başlanan istasyona daha sonra Japonya Avrupa ve Kanada da katıldı.
21’nci yüzyılın piramidi, 100 milyar dolara mal oldu. Şehir dışı bir ortamda
bulutsuz bir gecede gökyüzüne baktığınızda, bütün yıldızlardan daha parlak bir
gök cisminin gökte süzüldüğünü göreceksiniz. İşte bu istasyon.
John Phillips, 2005 yılında uzay istasyonundan konuşurken, ‘bizler
aslında deneyiz’ diyecekti. Eğer birgün yeni çağın kaşifleri Mars’a ve çok daha
ötesine gittiğinde insan kültürü ve belki de biyoloji bile değişecek. Bu
istasyonlar, ‘trans-human’ teknolojiler için muazzam bir laboratuvar olacak.
Kozmik Okyanusta nasıl yolculuk edebileceğimizi pek muhtemel bu ve benzeri
istasyonlarda keşfedeceğiz. Aslında bu konuda adımlar başladı bile. Son uzay
mekiği seferlerine katılan bir astronot, ‘Robonaut 2’ pek dikkat çekmedi.
NASA’nın andığı ismiyle R2, robotlarla astronotların ekip çalışması
üzerine performans deneyleri yaparken, aslında daha büyük bir hedefin ilk
aşamasını oluşturuyor. Bizim yerimize gezegenler arası potansiyel yolcukların
öncüsü olmak.
Uzayın yeni rampası Asya mı?
Birinci keşifler çağı, keşiflerin öncüsü Avrupa’nın
yükselişi ile sonuçlandı. Aslında Uzay Yarışının öncüleri ABD ve Rusya olduğu
için başlangıçta, ikinci keşifler çağına da Batı dünyasının hükmedeceği
düşünülüyordu. Ancak 1990’lı yıllardan itibaren beklenmedik bir süreç başladı.
Yüzyıllardır sessiz kalan Asya’nın demografik, ekonomik ve teknolojik yükselişi
uzay yarışına da yansıdı. Bugün, kendi imkanıyla yörüngeye uydu yerleştirebilen
10 ülkeden 6’sı Asya’da: Çin, Hindistan, İran, İsrail, Japonya ve Kuzey Kore.
Ama daha da önemlisi, Asya, 1960’lardaki ABD –Sovyet uzay rekabetini hatırlatan
dev bir rekabete sahne oluyor. Dünyanın en kalabalık iki ülkesi Çin ve
Hindistan’ın rekabeti ve Çin ile Japonya arasındaki tarihsel gerilim, bu
üçgende büyük bir uzay yarışına sahne oluyor. İlk uzay yarışı insan soyunun
Ay’a ayak basmasıyla sonuçlanmıştı. Asya’nın liderliğini yapacağının
işaretlerini taşıyan ikinci uzay yarışının, Mars’a insan göndermekle
sonuçlanacağını düşünenlerin sayısı az değil.
Asya’daki rekabette liderlik Çin’in elinde. Çinliler,
birinci Keşifler Çağı’nın başladığı Ming Hanedanlığı döneminde Afrika’ya, Güney
Asya’ya ve Pasifik’e gemiler çıkarmış ancak ‘pek ilginç bir şey yok’ diyerek
büyük bir öngörüsüzlükle geri ülkelerine dönmüşlerdi. Bunda hiç şüphesiz Çin’in
o dönemdeki Avrupalılar kadar muhtaç ve sefil durumda olmaması da etkendi. Çin,
500 yıl sonra başlayan yeni Keşifler Çağı’nı da ıskalamamak için bu kez işi
oldukça sıkı tutuyor. 2003 yılı Ekim ayında ilk insanlı uzay uçuşunu
gerçekleştiren Çin, uzaya insan gönderen ilk Asya ülkesi olmayı başarmıştı.
Çin’in 2011 yılında Mars’a göndermek istediği ve Rusya ile birlikte hazırladığı
‘’Yinguo 1’’ uydusu başarısızlıklıkla sonuçlanmıştı. Ancak Ay’ın yörüngesine
yerleştirdiği Chang’e 1 ve Chang’e 2 uyduları başarılı
oldu. Yakın zamanda Ay’a uzay aracı indirerek örnek toplamayı hedefliyor. Çin,
inşa etmeye başladığı kendi uzay istasyonunu ise 2020 yılında tam faaliyete
geçirmeyi planlıyor.
Hindistan uzay kurumu ISRO da, uzaya araç gönderme
teknolojisinin yanı sıra, yere geri döndürme teknolojisini de geliştirdi ve
başarıyla test etti. İlk insanlı uzay uçuşunu 2015-2016 yıllarında
gerçekleştirmesi bekleniyor. Hindistan şu anda uzaya uydu taşıma ve yerleştirme
için kendi uzay aracına sahip. 2008 yılında Ay yörüngesine oturtmayı başardığı
Chandrayaan-1 uzay aracı ile Ay’da su varlığını keşfeden ülke oldu.
Chandrayaan-2 ise 2017 yılında Ay’a doğru yola çıkacak. 5 Kasım 2013 yılında
Hindistan, ‘Mars Orbiter Mission (Mars Yörünge Misyonu)’ adını verdiği ve
kısaca MOM diye anılan Mars misyonunu başlattı. Uzaya uydu yerleştirme
teknolojisinde ise baş döndürücü bir gelişme sergiledi. 2008 yılında aynı anda
10 uydu birden yörüngeye yerleştirerek bu alanda bir rekor kırdı.
Uzay ekonomisinden pay kapma yarışı
Peki uzay yarışına milyarlar harcamak bir kaynak israf mı?
Bu konuda yoğun bir tartışma da devame diyor. Uzun vadeli bakıldığında, uzay
çalışmalarına yatırım yapan ülkeler açısından en önemli kazanç ‘bilgi’. Uzay
hakkında bilgimiz, 15’nci yüzyıldaki kaşiflerin okyanus hakkındaki
bilgilerinden bile az. Her yeni bilgi yeni bilgilere kapı açıyor ve onu elde
edeni bir adım öne geçiriyor. Bir diğer önemli kazanım, uzay çalışmaları
sırasında gerçekleştirilen teknolojik atılımların günlük hayatta da önemli
ilerleme ve kolaylıklara pencere açması. Örneğin NASA, uzay çalışmaları
sırasında geliştirildikten sonra ticari üretime ve günlük yaşamda satışa
sunulan ürün ve hizmetlerini her yıl yayınladığı ‘Spinoff’ dergisiyle
tanıtıyor. Bugün diş düzeltmekte kullanılan şeffaf bileziklerden göz
lenslerine, kulak termometresinden su arıtıcısına, gaz duman dedektöründen
kablosuz cihazlara ve en önemlisi uzun mesafeler arasında iletişim imkanı veren
uydu iletişimine kadar bir çok ürün ve imkan, NASA’nın uzay çalışmaları
sırasında geliştirildi.
Bu projelerde çalışan bilim insanlarının aksine, karar
verici iradelerin ise öncelikli beklentisi ekonomik. Mars’a uydu gönderen
ISRO’nun başkanı K. Radhakrishnan, Indian Express gazetesine yaptığı
açıklamada, ‘’Misyonumuzun yüzde 85’i teknoloji gösterisi yaparak müşteri
bulmak’’ derken bunu kastediyordu. Başarılı Mars atılımının, ISRO’nun ticari
kolu olan ve uzay aracı ekipman ve yazılımları üreten ve en önemlisi üçüncü
ülkeler için uydu üretip yörüngeye yerleştiren Antrix’e dünyanın her
yerinden müşteri getireceği açık. ISRO, bir Alman ve Güney Kore uydusunu
başarıyla yörüngeye yerleştirdiği 1999 yılından sonra 40’tan fazla uydu satmayı
başardı. Sadece geçtiğimiz Haziran Ayının son gününde 4 ülkeye ait 5 uydu
birden yerleştirdi yörüngeye. ISRO, 2013 – 2014 döneminde sadece yörüngeye uydu
yerleştirmekten yüz milyonlarca dolar kar etti. Milyarlarca dolarlık bütçesi
olan bir kurum için az görünebilir ama istihdam ettiği bilimadamlarına ayda 2
bin dolar maaş veren ve 75 milyon dolarla Mars’a uydu gönderebilen bir kurum
için önemli bir kaynak.
Antrix, uzay piyasasına ilk girdiğinde, piyasanın çok
altında fiyatlara sahip uzay ve uydu ekipmanları, potansiyel müşterilerin bu
ürün ve hizmetlere güvensizliğine sebep oluyordu. Ancak 1990’ların sonundan
itibaren yörüngeye uydu yerleştirmek isteyen potansiyel müşterilere ülkelerin
yanı sıra, üniversiteler, teknoloji ve iletişim firmaları, küçük devletler de
dahil olunca pazar açıldı. 2020’ye gelindiğinde yörüngedeki uydu sayısının
bugünkünden yüzde 40 daha fazla olacağı öngörülüyor. Uzay Öncüleri Vakfı’nın
yayınladığı rapora göre daha 2006 yılında uzay ekonomisinin toplam büyüklüğü
180 milyar dolar civarındaydı. Antrix’in yörüngeye uydu yerleştirme hizmeti,
dünyada bu işi yapan önde gelen firmalardan çok daha ucuz. Mars başarısının,
yörüngeye uydu yerleştirmeye istekli bütün firma ve devletlere vereceği mesaj
açık: Hindistan için yörüngeye uydu oturtmak oldukça kolay ve oldukça ekonomik
bir iş. Çin’in aynı işi yapan devlet firması Çin Seddi Şirketi de Antrix ile
fiyat yarışına girince, uzay piyasasında Asya’nın ağırlığı hızla artmaya
başladı.
Öte yandan, uzay piyasası da öngörülemez bir çeşitliliğe
kaymakta. Örneğin Interorbital Systems adlı bir Amerikan firması, bisküvi
büyüklüğündeki kişisel uyduları 8 bin dolara yörüngeye oturtmaya başladı.
Firma, müşterilerinin ödemelerini PayPal’dan bile kabul ediyor. Çeşitliliğin
bir başka örneği ise ‘astral madencilik’ konusundaki atılımlar. Meteorlara
inerek onlardan değerli madenler elde etmeyi hedefleyen birden fazla özel
girişim kuruldu son yıllarda. Yine, bu yıldan itibaren uzaya turist taşıyacak
havacılık firmaları da son hazırlıklarını yapıyor. Uzay turizminin de uzay
ekonomisinin önemli bir bileşeni olacağı öngörülüyor.
İkinci Keşifler Çağı
Uzay araçlarına ünlü kaşiflerin, denizci terimlerinin veya
keşfetme arzusunu çağrıştıran, Magellan, Galileo, Jules Verne,
Mariner(Denizci), Discovery(Keşif), Explorer(Kaşif), Messenger(Elçi),
Curiosty(Merak), Voyager(Seyyah) gibi isimlerin verilmesi tesadüf değil. Çünkü
yeni uzay çağı, aslında 15’nci yüzyılda başlayan Keşifler Çağı’nın yeni bir
versiyonu. Astronot kelimesi bile ‘yıldız denizcisi’ demek. Ve bu
adlandırma bir geleneğe dönüştü. Ruslar, astronotlarını ‘kozmonot(evren
denizcisi)’ olarak tanımlıyor. Çinlilerin ‘taykonot’u ve Hintlilerin ‘vyomanot’u
da yeni keşifler çağının ilk kahramanları arasında.
‘Uzay Mekikleri’ kitabının yazarı Tony Reichhardt’ın
deyimiyle insan soyu olarak henüz uzay okyanusunun sahilindeki ‘kozmik
plaj’dayız. Daha okyanusa açılabilmiş bile değiliz. Birinci Keşifler Çağı’ndan
farklı olarak yeni insanlarla karşılaşma ihtimalimiz pek yüksek değil. Uzayda
‘hayat’ ararken bakındığımız en öncelikli iki şey ‘mikrobiyal hayat’ ve ‘su’.
Mars’ta koloni kurmak yeni ufuklara taşıyacak bizi. NASA’ya göre, Dünya ve
Mars’ın birbirine en yakın konuma geleceği 2030’lu yıllarda Kızıl Gezegen’e
insanlı yolculuk gerçekleşecek. Küremizin hem doğusunda hem batısında bu
fırsatı değerlendirme yolunda önemli bir arzu ve çaba var. Ve bu çaba artarak devam
edecek. Uzayda 559 saat geçiren İngiliz kökenli astronot Dr Piers Sellers,
insan soyunun uzay macerasından geri adım atmasının asla söz konusu bile
olamayacağını belirtiyor. Ona göre, yıldızlara yolculuk, ‘’insanın kaderinde
var’’. Peki neden? ‘’İnsanın fıtratından dolayı’’ diyor Sellers ve ekliyor: ‘’Fıtratımızdaki,
gidip ne oluyor ne bitiyor diye bakma duygusuna asla hakim olamayacağımız için…’’
ORİJİNAL LİNK: http://amerikabulteni.com/2014/11/12/uzay-yarisinin-kisa-tarihi/?utm_source=feedburner&utm_medium=email&utm_campaign=Feed%3A+amerikabulteni+%28Amerika+Bulteni%29