Bu hafta
Nurzen Amuran'ın sorularını,
Vatan
Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hasan Korkmazcan yanıtladı...
İŞTE O
SÖYLEŞİ
AKP’nin
uyguladığı gerilim politikaları bu kez parti içinde hakaret ve suç duyuruları
içeren diyaloglara yol açtı. Siz bu çatışmaların perde arkasını nasıl
yorumluyorsunuz?
AKP iktidarı
merkezindeki saklanamaz hale gelen çatlaklar, Türkiye‘ye dayatılan projelerin
topyekün çöküşüyle ilgilidir. Bu tartışmaların, AKP kadrolarının kişisel
çekişmeleri olarak değerlendirilmesi yanıltıcıdır. Aslında bölgemizde ve
Türkiye’de yaşananlar, 2000’li yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik olarak
başlatılan saldırıların başarısızlık sınırına geldiğini göstermektedir. Türkiye
de inşa edilmek istenen yeni manda rejimi bütün unsurlarıyla çöküş alametleri
göstermektedir. Şimdi milletimize düşen bu rejimin bütün unsurlarını etkisiz
kılacak iradeyi 7 Haziran’da var etmektir. Vatanda beklenen, ülkemizde,
komşularımızda ve bölgemizde barış, huzur ve refahı sağlayacak bir milli
iktidardır. Türk Milleti, milli, demokratik ve devrimci birikimiyle kendi
egemenliğini yeniden sağlama gücüne sahiptir.
İNSALIK SUÇU
İŞLENİYOR
Demokratik
değerlerin AKP iktidarında içleri boşaltıldı veya yeni yorumlarla zorlamalarla
farklı değerler benimsetilmeye çalışılıyor. Demokratik değerlerin korunmasında
nasıl bir dayanışmaya gereksinim var?
AKP iktidarı
süresince sadece demokratik değerlerin değil, değer kavramının da
aşındırıldığına tanık olduk. Dini, ahlaki, kültürel ve sosyal her türlü kavram
bu aşınma ve çürümeden payını aldı. Şimdi milletçe her türlü temel
değerlerimizi yeniden inşa etmek zorunluluğuyla karşı karşıyayız. Bu zorunluluk
geçmiş kuşaklara saygımızın, gelecek kuşaklara borcumuzun gereği olarak
önümüzde durmaktadır.
AKP
döneminde alınan her karar, insan onurunu yaralamak veya yok etmek adına
yapıldı. Kumpas davaları en güzel örneği. Kimler sahip çıkacak, toplum
önderlerinin bir bölümü şu anda birbirleriyle çatışma halindeler?
İnsan onuru,
bütün insana ilişkin değerlerin özüdür. Onur zedeleyici her türlü uygulama
insanlık suçudur. Zulmü uygulayanlar, destekleyenler ve seyirci kalanlar suç
ortağıdır. İnsan hak ve özgürlüklerini hiçe sayan rejimler, sadece o rejimin
iktidarını değil, eşlik eden muhaliflerini de sorumlu duruma düşürür.
Hep dile
getiriyoruz, demokrasinin güçlendirilmesi için, siyasi partiler ve seçim
yasasında yapılacak düzenlemelere ihtiyaç var.Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Demokrasiyi
güçlendirmek benim 1969 da başlayan parlamenterlik hayatımın en belirgin
uğraşısı olmuştur. 1971’deki Partiler Arası Anayasa Komisyonu Başkanlığından
itibaren Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanlığı’na kadar siyasi
partileri, standardı yüksek bir demokrasinin hukuksal temelini gerçekleştirmeye
yönlendirdim. Birçok anayasa ve yasa hükümleri, öncülük ettiğim tekliflerle
gerçekleşti. 1998 de Partiler Arası Uyum Komisyonu Başkanı olarak imzaladığım
ve dönemin liderlerinin de imzaladığı 17 kanun TBMM’den oybirliğiyle çıktığı
halde siyasi partiler ve seçim yasalarında demokratikleşmeyi öngören teklif
hala ele alınamamıştır.
6-7 EKİM'DE
MASKELERİ DÜŞTÜ
Bugün
kamplaşmanın ayrıştırmanın siyasi bir taktik olarak kullanılması, Türkiye’nin
geleceği açısından büyük bir risk oluşturmuyor mu?
Elbette
oluşturuyor. Siyasi çıkarlar için toplumu bir arada tutan herhangi bir değerin
kullanılması ayrışmaya yol açar. Toplumu kamplaştırmaktan yarar uman bir
iktidar anlayışı milli bütünlüğe suikasttır.
Hukuk
Devleti unutturuldu, kanun devleti sürecine girildi. Bu tehlikeli gelişmede
sorumluluk yalnız iktidar da bulunan partinin mi, onları seçen halkın mı yoksa
çeşitli dönemlerde siyaset anlayışını yozlaştıranların mı?
Hepsinin
sorumluluğu var. Hukuk devletinin zedelendiği yerde demokrasiden bahsedilemez,
sonunun nereye varacağı belli olmayan adaletsiz bir toplumsal çürüme süreci
başlar. İçinde yaşadığımız dönem böyle bir süreçtir. İktidar, muhalefet, medya,
üniversiteler ve etkinliklerini teslimiyette bulanlar, krizin ortak
sorumlularıdır.
Sade bir
yurttaş olarak ben artık muhalefet partilerinin birbirlerini eleştirmeleri
yerine, halka ne vaat ettiklerini, projelerini öğrenmek istiyorum. Siz bu
konuda ne düşünüyorsunuz?
Vatan
Partisi olarak aynen bunu yapmaya çalışıyoruz. Milletimize, bütünlüğümüzü her
alanda sağlayacak ve üretim ekonomisiyle ekonomik egemenliğimizi kuracak milli
programımızı sunuyoruz.
Geçtiğimiz
günlerde Güneydoğu’ya gittiniz. Halkın gündemi yandaş medyada, AKP ve HDP’de,
denildiği şekliyle siyasi mi yoksa dile getirilmeyen ekonomik sorunlar mı?
Güney Doğu
ve Doğu Anadolu’ya ”Vatan Partisi Kardeşlik Bürosu” etkinlikleri
çerçevesinde gittim. Mardin, Şanlıurfa, Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Erzincan
ve Erzurum illeri ve bazı ilçelerinde konferans, açılış, kurum ziyaretleri,
basın toplantıları ve Vatan’a katılım törenlerinde bulundum.
Görüştüğüm
vatandaşlar en çok devlet ve güvenlik boşluğundan yakınmaktadır. Artık
ekonomiden işsizliğe, üretimsizlikten yolsuzluğa, her sorunun, devletin iktidar
tarafından bölgede etkisizleştirilmesinden kaynaklandığı bilinci doğmaktadır.
6-7 Ekim olaylarında maskesi düşen bölücü terörün cani yüzünü bölge halkı bir
kere daha acı biçimde görmüştür. Yağmalanan, kundaklanan bina ve işyerlerinin
hala onarılmamış yıkıntıları arasında, yarısı komşu ülkelerden sığınmış
işsizler umutsuzca dolaşmaktadır.
AB
PARLAMENTOSU VE ABD MECLİSİNDE KARARGAH KURDULAR
Sözde Ermeni
soykırımı adıyla yürütülen etkinlikler yeniden gündemde. 24 Nisan Türkiye
aleyhine lobi faaliyetleri yürüten örgütler için istismar günüdür. Bu konuda
neler diyeceksiniz?
Taşnak ve
Asala terör çetelerinin lobi görünümlü uzantıları, Avrupa Parlamentosu ve ABD
Temsilciler Meclisi kulislerine yeniden karargah kurdular. Yüzüncü yıl yalanına
dayalı terör faaliyetleri yapışkan bir yüzsüzlükle güncel tutulmaktadır.
Aslında
bunların yabancı işgalcilerin maşası olarak, Müslüman komşularına karşı etnik
temizliğe giriştikleri yıl 1914’tür. Türk ordusunu arkadan vurma, vatanlarına
ihanet ve devletlerine isyanın sonucu olarak yaşanan trajedilerin yüzüncü yılı
geride kalmıştır. Bugünkü yalan ve iftira kampanyalarının Taşnak, Asala ve PKK
cinayetlerinden farkı yoktur. Aynı karanlık, küresel yönlendirme ve projelerin
eseridirler.
Günümüzde
emperyalist yalana destek olan yönetici ve parlamenterler, artık doğrudan etnik
temizlik canilerine diplomat katillerine ve küresel teröre alet olmaktadırlar.
Gerçekle hiçbir bağı kalmamış bir iddiayı desteklemek demokratik değerleri ve
parlamenterlik onurunu hiçe saymaktır.
Peki şimdiye
kadar Türkiye adına neler yapıldı?
Bu konuda
2005’ten beri uyarmadığımız parlamento kalmamıştır.
Bugün
ABD’deki sözde soykırım imzacılarına hatırlatıyorum: ABD Başkanlık
arşivlerindeki 18/04/2005 tarihli Türk Parlamenterler Birliği’nin George W.
Bush’a mektubunu ve George W. Bush ‘un cevabi mektubunu okusunlar.
Cevabi
mektupta neler yazıyordu?
Bu
yazışmalarda ABD görüşü özetle şöyleydi: ‘’Ortak tarihleriyle ilgili
olarak Ermeni ve Türk hükümetleri ile sivil toplum aktörlerinin akademik, sivil
toplum ve diplomatik düzeydeki tartışmalarını destekliyoruz”. Aradan geçen
on yılda Ermeniler tartışma masasına hiç yaklaşmadıkları gibi emperyalist
yalanı destekleyecek hiçbir belge gösteremediler.
Aksine
milletimize atılmak istenen iftiranın temelindeki emperyalist yalan tamamen
açığa çıktı.
Yalanların
kırılma noktası, AİHM’de görülen Perinçek- İsviçre Davasıyla ortaya çıktı,
değil mi?
Evet. Bu en
önemli gelişmede, AİHM Perinçek- İsviçre Davasında iddialar, hukuken çürütüldü.
Avrupa Parlamentosu üyeleri şu aşamada yargıyı etkilemeye girişerek terör
destekçiliğini, Avrupa değerleriyle savaşa dönüştürmüşlerdir. Bunun tarihi
sorumluluğundan kurtulamayacaklardır. Türkler için milletimize yönelik iftira
kampanyasına karşı durmak, vatan savunmasıyla eşdeğerdir.
Bundan sonra
neler yapabiliriz?
Bundan
sonra, bizim bütün kurum ve kuruluşlarımızla, bütün üniversite ve sivil
örgütlerimizle muhataplarımıza gerçekleri anlatma kampanyasına hız vermemiz
zorunludur.
Kampanyanın
merkezine AİHM’ deki Perinçek- İsviçre Davası alınmalıdır.
Sözünü
ettiğimiz bu aydınlatma kampanyası emperyalist güçlere maşa olan insanlık dışı
terör şebekeleriyle, onlara destek olan insanlığın ve kendi halklarının
düşmanını, işbirlikçilerini açığa çıkarmaktır.
Dış
politikada saygınlığı artan, ”yeniden danışılır” ülke haline nasıl gelebiliriz?
Türkiye
Atatürk’ün” Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine yeniden dört elle sarılmalıdır.
Günümüz dünyasında dış politika sadece dışarıda uygulanan diplomatik siyaset
değildir. Dış politika güvenliktir, huzurdur ve ekmektir. Atatürk‘ün barışçı,
bağımsız, uluslararası hukuku esas alan ilkeleri uygulandığı sürece
İngiltere’den Afganistan’a kadar iyi komşuluk ilişkileriyle kuşatılmıştı. Bugün
16 Adası işgal edilmiş, 5 komşu Büyükelçiliği kapatılmış, toprakları
uluslararası terörist eğitimine açılmış, tarihte ilk defa sivil vatandaşları
askeri saldırılarla kaybedilmiş sözde“sıfır sorun’’ diplomasisiyle karşı karşıyayız.
Milli çıkarları ve hukuku ideolojik saplantılara feda eden dış yörüngelere
takılı hiçbir uygulama ülkelere saygınlık getirmez. Verdiğiniz yanıtlar için
teşekkürler. [Odatv.com]
Ahmet
Davutoğlu’nun Başdanışmanı Etyen Mahçupyan "soykırım" dedi...
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun
Başdanışmanı Etyen Mahçupyan, İngiliz Parlamentosu’nun alt kanadı Avam
Kamarası’nda ‘Ermeni soykırımıifadesini
kullanıyorum. Ben bunun soykırım olduğunu düşünüyorum’ diye konuştu
AHMET
Davutoğlu’nun Başdanışmanı EtyenMahçupyan, “Ermeni soykırımı” dedi,
PKK/PYD’nin sınırımızdaki varlığını savundu.Mahçupyan’ın İngiliz
Parlamentosu’nda düzenlenen, “Türkiye’de AKP Dönemi”
başlıklı toplantıdaki konuşmasını PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in de
aralarında bulunduğu çok sayıda kişi dinledi. Mahçupyan, 1915 olaylarının
“soykırım” olduğunu idda etti: “Kendimi Ermeniden çok
Osmanlı hissediyorum. Milliyetçi değilim ama 1915 soykırımına konu geldiğinde,
‘Ermeni soykırımı’ ifadesini kullanıyorum. Ben bunun soykırım olduğunu
düşünüyorum.”
IŞİD’e ilişkin
bir soru üzerine ise Mahçupyan, Türk hükümetinin IŞİD’i büyük
bir tehdit olarak gördüğünü dile getirerek “Türkiye,
sınırında DAEŞ’in olmasındansa, Kürt bir komşuyu tercih eder. Ancak
tabii bu sadece Türkler ve Kürtler anlaşabilirse mümkün olur” dedi.
‘ERDOĞAN ÇOK
KANDIRILDI’
Bürokratların zaman zaman siyasetçileri doğru bilgilendirmediğini
belirten Mahçupyan, şunları söyledi: “Tayyip Erdoğan, Başbakanken bazen
bir konuyla ilgili bir şey yapılmadığını 3-4 ay sonra öğreniyordu.
Örneğin HrantDink olayından biliyorum, Erdoğan birkaç defa kendi
bürokratları tarafından aldatıldı.”
Mahçupyan,
konuşmasında yolsuzluk tartışmalarına da değindi: “Bunlarda gerçeklik payı
olsaydı sonuçlarını görmemiz gerekirdi. Ancak AKP her seçimde, CHP ve MHP’nin
oylarının toplamından daha fazla oy almıştır.”
‘24 NİSAN
YAKLAŞTIKÇA TAARRUZ ARTIYOR’
Başbakan
Davutoğlu’nun Başdanışmanı Etyen Mahçupyan’ın “Ermeni soykırımı
vardır” demesi ve PKK/PYD yapılanmasını savunmasına Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı emekli
Korg. İsmail Hakkı Pekin tepki gösterdi. Pekin, Doğu Perinçek’in 28 Ocak’ta AİHM’de
görülen davasını hatırlatarak “1915 olayları bir
soykırım değil. Bu konu AİHM’in Perinçek kararında açık ve net olarak
belirlenmişti” ifadelerini kullandı.
HRANT’IN
SÖZLERİNİ HATIRLATTI
Pekin şunları
söyledi: “Etyen Mahçupyan’ın soykırım demesiyle soykırım olmuyor.
Uluslararası Adalet Divanı aldığı kararda ‘Her mahkeme soykırım vardır diyemez.
Ya mahalli ya da uluslararası mahkemeler bu kararı verir’ diyor. Avrupa Adalet
Divanı da ‘Parlamentoların verdiği kararlar tamamen siyasi kararlardır.
Bunların hukukla alakası yoktur’ ifadelerini kullanıyor. Bunlara rağmen 24
Nisan yaklaştıkça Türkiye üzerine çok büyük bir taarruz var. Hükümet bunun
soykırım olduğunu mu kabul ediyor?”