27 MAYIS’TA (ÖNCELİKLE) MİLLİ İRADE
ve HUKUK KATLEDİLMİŞTİR…
ve HUKUK KATLEDİLMİŞTİR…
1946’da Demokratlar meşru bir kıyam hareketiyle “Yeter söz milletindir” diyerek çok partili siyasi hayatımızda yerlerini aldılar fakat açık oy, gizli sayım yaptırarak oy hırsızlığı ile aldıkları gayr-i meşru yetkiyle devleti idare edenler, geç bulup tez kaybettiğimiz Adnan Menderes’e yol vermediler.
Şaibeli 1946 seçimlerinden sonra hakim güvencesi ve gizli oy uygulaması ile yapılan 14 Mayıs 1950 genel seçimlerinde yılların tek partisi olan CHP iktidardan, 3 Eylül 1950 Mahalli Seçimlerindeyse muhalefetten tasfiye edilmiştir.
Ahmet Şerif BAYINDIR ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLÂTFORMU BAŞKANI |
Öncü Demokratlar; dört yıla varan destansı bir mücadele sonucu siyaset tarihimizin en büyük halk hareketi, emsalsiz bir efsanesi olan Beyaz İhtilâl’i başardılar.
14 Mayıs 1950’de doğrudan, aracısız, bağımsız ve bağlantısız olarak bizatihi millet tarafından iktidara getirildiler. Hükümet oldu, milletin sevgilisi, sessiz sözsüz halkın ve geniş kitlelerin sesi, sözü, aşı, aşkı, güneşi, ışığı ve ümidi oldu Demokratlar.
On yıllık iktidarları boyunca, uluslararası standartlara göre dünyada eşi emsali görülmemiş bir inkişaf, ilerleme, idame, ikame, sanayi, gelişme ve büyüme hareketine imza attılar. On yılda 100 yıla bedel muazzam bir kalkınma hareketini gerçekleştirdiler. Müzmin hale gelen işsizlik, açlık, yokluk, karne, kıtlık, hastalık; Halk Partisi’nin istibdat dönemi ve milli şeflik eseri olan cehalet ve sefaleti yendiler. Devlet hayatı ve millet hafızasından ısrarla silinmek istenen dini, milli, ilmi, tarihi ve kültürel değerleri ihya ettiler.
Siyaset anlayışlarını, yönetilenlerin hayat standartlarını yükseltmek ile temel hak ve hürriyetleri hayata geçirmek üzerine kuran demokratlar, devletin dayatmacılığının temelinde sivil ve askeri bürokrasinin olduğunu görmüşler, bunun yerine de daima milletin tercihlerini yerleştirme çabası içinde olmuşlardır.
Camilerin ahıra dönüştürüldüğü, Kur’an öğrenmenin ve Ezan-ı Muhammedi’nin yasaklandığı, cenazeler için kefenlik bezin bulunmadığı, jandarma dipçiği ile vergi toplandığı bir dönem kapanmış; kalkınan, zenginleşen, büyüyen, milli ve manevi değerleri sahiplenen; NATO, CENTO, Balkan Paktı, Kıbrıs davamızdaki başarıları ile dünyada saygın hale gelen Türkiye’nin varlığında, milletin kendilerine bir daha teveccüh etmeyeceğini anlayanlar, her türlü yalan iftira ve tezvirata başvurmuşlar, “Bu hassolar, memolar mı bizi idare edecek?” diye hazımsızlıkla kahrolmuşlardır.
27 Mayıs 1960’a giden süreç ise daha 1950’de başlamıştır. Cuntacılar hatıralarında bunu itiraf etmişlerdir. Bürokrasinin sivil ve askeri kanatlarıyla devletin üzerine konumlandığı bir gelenek açıkçası demokrasiye tahammül edememiştir.
“Şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilal meşru bir haktır”, “Sizi ben bile kurtaramam” sözleri ile cuntacılara işaret fişeği atan İnönü, 1957 Seçimlerinden sonra artık seçimle iktidar olamayacağını anlamıştı. Sağına basını, soluna üniversiteyi alarak şiddetli muhalefet ve gerilim politikaları ile cuntacıların işini hayli kolaylaştırmıştır.
27 Mayıs’ın cunta lideri İsmet Paşa’ya koşup giderek “Paşam emirleriniz bizim için Peygamber buyruğudur.” demiştir. Paşa’ya sorulduğunda ise “Ne içindeyim, ne dışındayım.” diyebilmiştir. Balkona çıkıp neşeden dört köşe olmuş halde davul dövdüren bir avuç şakşakçıyı gülerek selamlayabilmiştir. Dileriz ki bundan böyle balkonlardan hep milli irade zaferleri kutlansın.
Tarihimizin en büyük yalan furyası sonucu milletimize yapılan bir suikast olan 27 Mayıs darbesi ile tekrar “Millet devlet içindir” anlayışına dönülmüştür. Hırçın CHP ile cunta el ele verip “Ordu millet el ele” kuyruklu yalanını yaymışlardır. Anayasayı ortadan kaldıranlar, anayasayı ihlal etmekten darağaçları kurmuşlar, milletin kahir ekseriyeti yas tutarken bir de “Anayasa Bayramı” kutlamışlardır.
28 Mayıs sabahı ne yapacaklarını bilmeyen cuntacılara üniversite ve hukuk çevrelerinden bazı postal yalayıcılar akıl hocalığı yapıvermişlerdir. 27 Mayıs 1960’dan 17 Eylül 1961’e dek ülkemizde ne meşruiyet ne Demokratlara yüklenebilecek bir suç, ne hukuk, ne adalet, ne mahkeme ve ne de cezaların geçerliliği söz konusudur.
Aziz Menderes’in idamının tek sebebi: “Tekrar iktidar olur” korkusudur. Ebedi ve Abide Başvekilimiz rahmetli Adnan Menderes’in uğradığı akıbet milletimizin ruhunda ve şuurunda kapanmayan derin yaralar açmıştır. Aziz milletimizden, hususan aydınlarımızdan mühim bir istirhamımız, Adnan Menderes ve arkadaşlarından söz ederken “Demokrasi Şehidi” diye bir tabirden özenle kaçınmalarıdır. Adnan Menderes ve arkadaşları gerçek anlamda birer “şehid”tirler.
Ahmet Şerif BAYINDIR ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLÂTFORMU BAŞKANI |
Bugün bizim amacımız; 1960’larla ruhları karartmak değil, 1950’lerle Menderes’in güler yüzünü ve Türkiye’nin aydınlık geleceği ile ilgili ısrarlı ümidini canlı tutabilmektir.
Ayrıca 27 Mayıs 1960 ve takip eden artçılarının yerleştirdiği Anayasa’nın sivillerce yapılamayacağı anlayışının bugün bile elbirlik sürdürüldüğünü görmek bizleri ziyadesiyle üzse de Anayasa da değişecektir, büyük ihtimalle Başkanlık sistemine de geçilecektir. Devletin nitelikleri korunacak fakat hür ve demokrat Türkiye’ye mutlak surette ulaşılacaktır.
Menderes devrinde demokraside çırak, Özal zamanında kalfa olan milletimizin şimdi Erdoğan döneminde artık bir usta olduğunu görmekten de sevinç duyuyoruz. Şanlı Demokratların günümüzdeki devamı olan Hükümetimizi ve Milletin Adamı Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı Aziz Menderes’in akıbetiyle tehdit edenler 7 Haziran seçimlerinde milletimizden okkalı bir Osmanlı tokadı daha yiyeceklerdir.
Adnan Menderes Demokrasi Platformu olarak yeni nesillere gerçekleri aktarmak, onları demokrasi konusunda bilinçli kılmak için çabalarımızı sürdürecek; vesayetçi, cuntacı, darbeci zihniyetin günümüzdeki uzantılarının oyunlarının farkına varmaları için önemli bir laboratuvar olan 1946-1960 dönemini gündemde tutmaya devam edeceğiz.
Ahmet Şerif BAYINDIR
Adnan Menderes Demokrasi Platformu
Yönetim Kurulu Başkanı