ULUSLARARASI HİCRİ TAKVİM BİRLİĞİ KONGRESİ
İSTANBUL’DA TOPLANDI
Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam ülkeleri ve bütün dünya
Müslümanları için büyük önem arz eden Uluslararası Hicri Takvim Birliği
Kongresini İstanbul’da topladı.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Avrupa Fetva ve Araştırma
Meclisi, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve İslam Hilal Gözlem
Projesi (ICOP) ile işbirliği içerisinde üç gün boyunca devam eden kongrenin
açılışına Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, 50’ye yakın ülkeden alimler,
bilim adamları, astronomlar, karar merciinde bulunan yetkililer, alanında uzman
akademisyenler, Diyanet İşleri Başkan Yardımcıları, Din İşleri Yüksek Kurulu
üyeleri ve Dr. Ekrem Keleş, İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Rahmi Yaran, Prof. Dr.
Ali Muhyiddîn el-Karadâğî, Muhammed Şevket Avde, Prof. Dr. Ahmed Yaman, Prof.
Dr. Şeref el-Kudât, Prof. Dr. Sâcid Özdemir, Prof. Dr. Celâleddîn Hâncı, Dr.
Zülfikar Şâh, Dr. Ahmed Câballâh, Dr. Heymen Mütevellî, Dr. Muhammed Garîb,
İlhami Aşıkkaya, Prof. Dr. Said el-Haslan, Prof. Dr. Nidâl Kassum, Prof. Dr.
Muhammed İlyas, M. Cemâleddin Abdurrazık, Hâlid Şevket, Salih es-Sa’b
isimlerinden oluşan bilim komisyonu katıldı.
Kongrenin açılışında konuşan Diyanet İşleri Başkanı Prof.
Dr. Mehmet Görmez, takvim birliğinin sağlanmasının gerekliliğine dikkat
çekerek, Müslümanların birçok açıdan sarsıldığı bir dönemde Müslümanların
takvim birliğine kavuşarak vahdetin sağlanmasının önemine işaret etti.
“Ayı ve güneşi şaşmaz bir hesapla
yaratan, yılların sayısını ve hesabı bilebilmemiz için aya menziller tayin eden
Yüce Allah’a hamd olsun” diye sözlerine başlayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez,
kongreden çıkacak kararın, ümmetin birliğine katkı sağlayacağını, hicri takvim
ve kamerî aybaşları konusunda olduğu gibi ümmetin duygu, düşünce ve davranış
birliğine de vesile olacağını kaydetti.
İslam ülkeleri ve dünya Müslümanlarının çıkacak kararı
beklediği kongrenin açılışında konuşan Başkan Görmez, şu hususların altını
çizdi;
“TEVHİD DİNİ OLAN İSLAM, MÜSLÜMANLARI DUYGU, DÜŞÜNCE, TAVIR
VE DAVRANIŞTA DA BİRLİĞE DAVET ETMEKTEDİR…”
Tevhid dini olan İslam, Müslümanları duygu, düşünce, tavır
ve davranışta da birliğe davet etmektedir. İslam’da ibadetler Allah’ı
birlemenin ve yalnızca ona kul olduğumuzu ifade etmenin yanında inananların
birliğine de katkı sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Kur’an-ı Kerim ve
Sünnet-i Nebeviyye’nin hayatın ibadetlere göre şekillendirdiği, bunlar için
belli vakitler öngördüğü ve bu vakitlerin tespiti için ilke ve kurallar koyduğu
yüksek malumlarıdır. Müslüman âlimler baştan itibaren söz konusu ilke ve
kuralları anlamaya çalışırken, Müslüman astronomlar da uzayı ve gök
cisimlerinin hareketini incelemiş, kâinata hâkim olan şaşmaz düzen ve dengeyi
yaptıkları gözlem ve hesaplamalarla somut, bilimsel gerçekler olarak ortaya
koymaya çalışmışlardır. Fakat fakih ile astronomun senkronize çalışması ve
birbirlerini beslemeleri hususunda zaman içinde taksirler de olmuştur. Uzayın
keşfi ile hassas gözlem ve dakik hesaplama imkânlarının artmasına bağlı olarak,
ilmin ortaya koyduğu gerçekler karşısında fıkhın güncellenememesi sebebiyle
fıkhi bilgilerimizin bir kısmı eskide kalmıştır.
“SADECE KENDİ GALAKSİMİZDEN DEĞİL BAŞKA GALAKSİLERDEN BİLE
HABERİMİZİN OLDUĞU GÜNÜMÜZDE İSLAM DÜNYASINDA TAKVİM BİRLİĞİNİN OLMAMASI ÜZÜNTÜ
VERİCİDİR…”
Ümmetin bir kesimi gerek nasların gerek literatürün mana,
mefhum, makul ve maksadına değil sadece lafızlarına bağlı kalarak eski
bilgilerle amel etmeye devam edegelmiştir. Eskiyen, daha açık bir ifadeyle
bilimin yanlışladığı fıkhi hükümlerle amele devam edilmesi, Müslümanları
şüpheye ve bir adım sonra da nizaya sevk etmiştir. Aynı şüphe ve tartışmalar
sadece kendi güneş sistemi ve galaksimizden değil başka galaksilerden bile
haberimizin olduğu şu günümüzde de ne yazık ki sürmektedir. Uzay çağında hala
aynı boylamlarda ve yeryüzünün birbirine yakın coğrafi bölgelerinde bulunan
İslam ülkeleri dahi üç farklı günde bayram yapmaktan kurtulamamıştır. Arafat
bütün dünya Müslümanlarını bir araya getiren İslam’ın en önemli birlik,
beraberlik ve kardeşlik günü iken, ülkelerinde hacca giden Müslümanlar
Arafat’ta vakfe yaparken kendi ülkelerinde bayram yapan veya hacılar bayram
yaparken ülkelerinde arafe gününde bulunan Müslümanların oluşturduğu bir tablo,
İslam’ın vahdet anlayışına uymamaktadır. Zorlama metin yorumlarıyla okuma yazma
ve hesap bilmemeyi fazilet gibi gösteren ve hesabı reddeden aşırı yorumlar
astronomiyi ve astronomik hesapların değerini bilen herkesin zihinlerini teşviş
etmektedir.
“ORUÇ VE BAYRAMDAKİ ZAMAN BİRLİKTELİĞİ, HACDAKİ MEKAN VE
NAMAZDAKİ YÖN BİRLİKTELİĞİNDEN DAHA ÖNEMSİZ DEĞİLDİR…”
Yerkürenin tamamında 24 saat içinde her an “Allah’ın
tekliğini ve Hz. Muhammed’in onun elçisi olduğunu ilan eden ezanların okunması
ve namaz kılınmayan tek bir anın bile kalmamasını sağlamak için namaz vakitlerinin
Güneşin hareketlerine bağlanması ne kadar tabi ve makul ise Müslümanlardan
kesret içinde vahdeti temin etmelerinin istendiği oruç, hac, kurban gibi
ibadetler ve sevinç günleri olan bayramların onların birliğini sağlayacak
şekilde ayın hareketine bağlanması da o kadar tabii ve makuldür. Bundan dolayı
Rasul-i Ekrem “Oruç, (hep beraber) tuttuğunuz gündür. İftar (bayram), birlikte
bayram ettiğiniz gündür. Kurban hep beraber kurban kestiğiniz gündür”
buyurmuştur. Vakit açısından yerelliğin söz konusu olduğu namazda aynı cihete
dönmek suretiyle duygu birliği temin edilirken kameri aylar çerçevesinde
düzenlenmiş diğer ibadetlerde zaman ve mekan birliği dikkatlerimizi
çekmektedir. İnananlar namazda aynı yöne dönerek, hacda aynı mekânlarda
bulunarak, oruç ve bayramda ise aynı anda bu hazzı tadarak birlik ve
beraberliği hissetmekte ve yaşamaktadırlar. Oruç ve bayramdaki zaman
birlikteliği hacdaki mekan ve namazdaki yön birlikteliğinden daha önemsiz
değildir.
“AYNI İBADETİ AYNI GÜN EDA EDEMEYEN MÜSLÜMANLARIN BİRLİK
ŞUURUNU YAŞAMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR…”
Aynı ibadeti aynı gün eda etmeyen Müslümanların birlik
şuurunu yaşaması mümkün değildir. Bugün burada yapmış olduğumuz toplantı,
ümmetin duygu ve sevinçlerini birleştirebileceği günlerde dahi ihtilaf içinde
olmalarından duyduğumuz üzüntünün dışa vurumu ve bu rahatsızlığımızı iç huzura
dönüştürmenin çabasıdır. Kitap ve Sünnet’in hayatı ibadet vakitlerine göre
şekillendirmeye başladığı andan itibaren ümmetin gerek fıkıh gerekse astronomi
alanında yetişmiş olan âlimleri ibadet vakitlerini belirlemeyi dini bir vecibe
olarak üstlenmiş, yüce Allah’ın kevnî ayetleriyle tenzîlî ayetleri arasındaki
uyumu gösteren bir mesai içerisine girmişlerdir. Astronomi ilminin gelişmesi
neticesinde önce namaz vakitlerinin, akabinde ramazan ayı ve hac mevsiminin
belirlenmesi hususunda fıkıh hükümleri de mevcut gelişmeler ışığında
şekillenmiştir ve bu süreç günümüzde de devam etmektedir.
“MÜSLÜMANLARIN, BİRLİK OLMALARI GEREKEN BİR KONUDA İHTİLAF
ETMELERİ, TEVHİT EKSENLİ BİR DİNİN VE GELENEĞİN RUHUNA AYKIRI DÜŞMEKTEDİR…”
Müslümanların, birlik olmaları gereken bir konuda ihtilaf
etmeleri, tevhit eksenli bir dinin ve geleneğin ruhuna aykırı düşmektedir. Bu
durumu, dünyanın şekli, ay ve güneşin hareketinin doğal bir sonucu olarak izah
etmek, yaşanan probleme gözümüzü ve kulağımızı kapatıp yok kabul etmekten öte
bir anlam ifade etmez. Nitekim dünyanın farklı coğrafyalarında yaklaşık 60
yıldır icra edilen bunca toplantı aslında ortada Müslümanları rahatsız eden bir
problemin olduğunu göstermektedir. Ayrıca ramazan, şevval ve zilhicce ayı
başlarında tüm İslam coğrafyasında “kameri ay başladı mı başlamadı mı” şeklinde
yaşanan tartışmalar problemin ne derece ciddi olduğunun açık bir delilidir.
Küreselleşmenin yaşandığı günümüzde, göçler ve seyahatler neticesinde
Müslümanların artık dünyanın her yerinde Ramazan ayını idrak ettiği de dikkate
alınırsa, meselenin yalnızca İslam âleminde değil dünya çapında gündemi teşkil
ettiği ifade edilebilir. Bu bağlamda Ramazan ve diğer ayları farklı günlerde
idrak etmenin dünyanın kürevi oluşunun tabi bir sonucu olduğu ileri sürülürse,
bunca toplantının neden icra edildiğini ve bu tartışmaların hala neden devam
ettiğini açıklamak gerekmektedir.
“HİLALİN GÖRÜLMESİYLE AYA BAŞLANABİLECEĞİNİ İFADE EDEN
HADİS, ASTRONOMİ İLMİNİN DİNİN ESASLARI İLE ÇATIŞTIĞINA VE HESAPLA MUAMELE
ETMENİN YASAKLANDIĞINA DELİL OLMAZ…”
Yeni ayın girdiğinin bir alameti olan hilalin, hicrî ayların
başlangıcı için ölçü olarak tayin edildiği malumdur. “Hilali gördüğünüzde oruca
başlayın, hilali gördüğünüzde bayram edin” hadisi bu ölçüyü ifade etmektedir.
Ancak hadis-i şerifte ifade edilen hilalin görülmesinin bizzat maksat değil,
ayın tespiti için bir vesile olduğunu söylemek de pekâlâ mümkündür. Bu hükmün
aynı hadiste “Biz ümmî bir ümmetiz; yazma ve hesaplama bilmeyiz” şeklindeki
ifadesi, hilalin görülmesiyle hicri ayın başlatılmasının gerekçesini ortaya
koymaktadır. Günümüzde astronomik hesaplara ilaveten hilalin görülmesinin de
şart olduğunun söylenmesi, muhtemelen hesaba duyulan şüpheden değil hadisin lafzına
bağlı kalma gayretindendir. Hâlbuki hadis, ayın başlangıcı için ru’yetin
gerekliliğini değişmez bir ilke olarak ortaya koymamaktadır. Çünkü ru’yeti
emreden hadis, ölçü olarak neden ru’yetin esas alındığının gerekçesini de
zikretmektedir. Bugün astronomi ilminin kesin ve güvenilir verileri karşısında,
hadiste zikredilen illetin varlığını hala koruduğunu iddia etmek, Ahmed
Muhammed Şâkir’in 80 yıl öncesinden haykırdığı gibi makul değildir. İllet
değiştiği halde hükmü değiştirmemek “hükümler varlık ve yokluk açısından illete
tabidir” genel kuralına da aykırı bir durum olsa gerektir. Hz. Peygamber’in,
hilalin görülmesiyle oruca başlamayı “hesap ve yazıyı bilmemek” şeklinde
gerekçelendirmesi, o gün için ümmetin genel durumu hakkında yapılan bir tespit
olup, hesap ve okuma yazma bilmemenin ümmet için kıyamete kadar mukadder
olduğuna dair bir kanaat değildir. Hilalin görülmesiyle aya başlanabileceğini
ifade eden bu hadis, astronomi ilminin dinin esasları ile çatıştığına ve
hesapla muamele etmenin yasaklandığına da delil olmaz.
“KURAN’DA AYETLERLE İLİM ÖĞRENMENİN ÖNEMİ ORTAYA KOYDUĞU
HALDE, İBADET VAKİTLERİNİN TESPİTİ KONUSUNDA İLMÎ VERİLERE DUYARSIZ KALMAYI
TEKLİF ETMENİN İZAHI ZORDUR…”
Ayet ve hadislerde, hilalin görülmesiyle aya başlanacağı
zikredilmiş, ancak büyük Şâfiî alimi Takiyyuddîn es-Subkî’nin de dediği gibi
astronomik hesaplarla amel etmek yasaklanmamıştır. Aksine, hadisin ifadesi
yazıyı, hesabı öğrenmeyi teşvik etmekte ve sadece çıplak gözle hilali
gözlemeyi, asgari bir çözüm olarak sunmaktadır. Dolayısıyla hadisi şerifte
yazının öğrenilmesi yasaklanmadığı gibi hesabı öğrenmek de yasaklanmamıştır.
Hesabı öğrenmek onunla amel etmeyi gerektirdiğine göre bu alanda ona başvurmak
icap etmektedir. Yüce Dinimiz ‘Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun’ gibi ayetlerle
ilmin ve ilim öğrenmenin önemini ortaya koyduğu halde, ibadet vakitlerinin
tespiti konusunda ilmî verilere duyarsız kalmayı teklif etmenin izahı zordur.
“DİNÎ HÜKÜMLERİN ZAMAN VE MEKÂNLA OLAN İRTİBATI VE İRTİBATIN
TESPİT ŞEKLİ, İBADETLERLE HEDEFLENEN TEMEL GAYEYİ GÖLGELEMEMELİDİR…”
Vakitler, ibadetler için belirlenmiş sebeplerdir. Sebepler
ve bunların tespit şekli, ibadetin bir parçası olmayıp asıl gaye, Allah’ın
emrine boyun eğmek ve ibadeti eda etmek suretiyle kulluğu pratikte
göstermektir. Nitekim bazı vakitlerin oluşmadığı yerlerde namazın düşmediğine
yönelik hâkim kanaat, tutarlılık açısından aynı hususun Ramazanın başlangıcı ve
hilal arasındaki ilişkide de geçerli olmasını iktiza eder. Dinî hükümlerin
zaman ve mekânla olan irtibatı ve irtibatın tespit şekli, ibadetlerle
hedeflenen temel gayeyi gölgelememelidir. İbadet vakitlerinin bağlanmış olduğu
sebeplerin tespitinin, astronomi ilminin alanına girdiği malumdur. Geçmişte bu
tespitin ilmin verilerine bırakılmayarak, hilalin görülmesi şeklinde yapılması,
sonuçları kesinlik arz eden bir astronomi ilminin mevcut olmaması, “ilm-i
felek” ile “el-ahbâr bi’t-tencîm”in aynı telakki edilmesi; dolayısıyla da
verilerinin kesin sonuçlardan ziyade bir takım tahminlere dayanmasındandır. O
günün şartlarında zannî olması sebebiyle kriter kabul edilmeyeceği hükmü,
illetin değişmesiyle beraber, bu gün geçerli olmamalıdır. Bu şartlar
çerçevesinde verilmiş bir hükmün varlığını günümüzde de sürdüreceğini iddia
etmek ve Hz. Peygamber’in açıkladığı gerekçe ile amel etmemek, bu hükmün
hikmetini dikkate almamak olacaktır. Sonuçları kesinlik arz eden bir ilmin
verileri ile amel etmek, “ehl-i ilme sorma” emrinin de bir gereğidir. Bugün
yapılması gereken, astronomi ilmini dine ve ümmetin birliğine hizmet eder hale
getirmektir.
“KAMERÎ AYBAŞLARI KONUSUNDA ÜMMETİN BİRLİK SAĞLAYAMAMIŞ
OLMASI, HEM İSLAM’I HEM DE MÜSLÜMANLARI BİR TAKIM SIKINTILARLA KARŞI KARŞIYA
BIRAKMAKTADIR…”
Kamerî aybaşları konusunda ümmetin birlik sağlayamamış
olması hem İslam’ı hem de Müslümanları bir takım sıkıntılarla karşı karşıya
bırakmaktadır. Söz konusu sıkıntılar topluca ümmeti ilgilendirdiği için çözümü
de ancak ümmetin önde gelen siz kıymetli ilim adamlarının eliyle olacaktır.
İlim adamlarına düşen, ümmetin genel maslahatını gözeten, içinde bulunduğumuz
çağın şartlarına uyan ve insanlığın ulaştığı ilmi seviyeyi göz ardı etmeyen
içtihatlar üretebilmektir. Yıllar, hatta yüzyıllar sonrasının bile hesabının
yapıldığı günümüzde, hesap bilenlerin nadiren bulunduğu bu sebeple de ibadet
vakitlerini belirlemede müşahedeyi vesile kılan 1400 yıl önceki şartlar
çerçevesinde oluşturulmuş çözüm önerileri ile hareket etmeyi tavsiye etmek,
problemi çözümsüzlüğe terk etmektir. 24 saat içinde oluşması gereken günün 48,
hatta 72 saatte oluşacağı yönündeki görüşler, huzur kaynağı olması gereken
ibadeti şüphe içerir hale getirmekte ve inananlar gönül huzuru içinde
ibadetlerini yapamamaktadırlar. Bu huzursuzluklar da hem ibadetten beklenen
gayeyi gerçekleştirmemekte hem de Müslümanlar arasında olması gereken tevhid
anlayışı ile bağdaşmamaktadır.
“İSLAM ÂLEMİNİN İBADET VAKİTLERİ KONUSUNDA YAŞADIĞI
İHTİLAF, BÜTÜN MÜSLÜMANLARI RAHATSIZ ETMEKTEDİR…”
İslam âleminin ibadet vakitleri konusunda yaşadığı
ihtilaf, bütün Müslümanları rahatsız etmektedir. Bu konuda yaşanan
sıkıntıdan en çok etkilenenler hiç şüphesiz ki bulundukları coğrafyalarda
azınlık halde yaşayan Müslümanlardır. Aynı medeniyetin bir üyesi olarak artık
dünyanın her yerinde bulunan Müslümanlar arasında bu konunun bir fitne ve fesad
sebebi olması meseleyi daha sıkıntılı bir hale getirmektedir. Ne yazık ki bu
fitne bazen aynı evde yaşayan kardeşleri karşı karşıya getirecek boyutlara
varabilmektedir.
“AVRUPA’DA VE DÜNYANIN ÇEŞİTLİ BÖLGELERİNDE AZINLIK OLARAK
YAŞAYAN MÜSLÜMANLAR DA BU SORUN SEBEBİYLE ZOR DURUMDA KALMAKTADIRLAR…”
Avrupa’da ve dünyanın çeşitli bölgelerinde azınlık olarak
yaşayan Müslümanlar da bu sorun sebebiyle zor durumda kalmaktadırlar. Yıllardır
bayram günlerini tatil günü olarak kabul ettirmek için mücadele eden bu
Müslümanlar kendi içlerinde bayram günleri konusunda ihtilafa düşünce bin bir
zorlukla elde ettikleri haklarını kaybetmekle karşı karşıya kalmışlardır.
Üstelik aynı mescidde yan yana namaza duran müminlerin farklı günlerde bayram
yapmasını ne dinen ne ilmen ne de fıkhen açıklamak mümkündür. Diğer taraftan
bazılarının algısında bu mesele ilmi ve içtihadi bir konu olmaktan çıkmış,
politik bir tartışmaya dönüşmüştür. Birliğimizin sembolü, şeâir-i İslamiyyeden
olan bayramlarımız bir ihtilaf konusu haline gelmiş, Müslümanlar ağyarın
gözünde küçük düşmüştür.
“MÜSLÜMANLARIN BİRLİK SAĞLAYAMAMALARI VE AYRILIK ŞEKLİNDE
YORUMLANMAKTA VE İSLAM’IN İLME VERDİĞİ ÖNEMİN TARTIŞILMASINA NEDEN OLMAKTADIR…”
Bütün bu sıkıntıları görmezden gelerek, “meseleyi problem
haline getirmeye gerek yok” yaklaşımı, vatan topraklarından uzaklarda kalan
Müslümanların parçalanmışlıklarını görmezden gelmek ve üstünü örtmeye
çalışmaktan başka bir sonuç doğurmaz. Yaşanan bu soruna ortak bir çözüm
bulmadan, bütün Müslümanları tek söz üzerinde birleştirmeden “herkes yaşadığı
ülkenin kararına uysun” demek de, problemin bizzat içinde olanların
vicdanlarını rahatlatmadığı gibi nihai bir çözüm de üretmemektedir. Ayrıca,
kameri aybaşlarındaki farklı yorum ve uygulamalar, Müslümanların kendi
içlerinde birlik sağlayamadıkları ve ayrık bir görüntü çizdikleri şeklinde
yorumlanmakta ve İslam’ın ilme verdiği önemin tartışmaya açılmasına neden
olmaktadır. Bu olumsuzluk üzerinden İslam’ın tartışma konusu yapılması,
meselenin çözümünü zorunlu kılan diğer bir sebeptir.
Fotoğraflar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder