31 Mart 2017 Cuma

KERKÜK KAN AĞLIYOR. "ANKARA MÜTEREDDİT VE KARARSIZ" ATI ALAN ÜSKÜDARI GEÇERKEN TÜRKMENELİ DRAMI… Haber.Makale: Dr. Noyan UMRUK

KERKÜK KAN AĞLIYOR. 
ATI ALAN ÜSKÜDARI GEÇERKEN TÜRKMENELİ DRAMI…
Haber.Makale: Dr. Noyan UMRUK
Önce yakın geçmişten bazı başlıklar: “Şeriatçı vahşi katiller Suriye'de Türkmenlere de saldırıyor. AKP Hükümetinin ise katilleri besleyip, bakıp silahlandırmaya devam ettiği söyleniyor. Türk halkından toplanan vergiler Türkmenleri öldürenlere gidiyor. Irak'ta da aynısı oluyor. Barzani peşmergeleri ABD ordusu eşliğinde Türkmen yerleşim bölgelerine saldırırken Abdullah Gül "Onlar Şii" diyor. Türkmenler öldürülüyor, çöllere sürülüyor. Kerkük'te nüfus kayıtları yakılmış, Kürtlerin çoğunlukta olduğunu göstermek için dışarıdan Kürt nüfus yığılmış. Halen de saldırılar devam etmekte. Bu katliamların sorumlularından Barzani, Ankara'da AKP Kongresi'ne şeref konuğu ve konuşmacı olarak çağırılıyor, beyinsiz yandaşlar "Türkiye seninle gurur duyuyor" diye tezahürat yapıyor.” “Benzer olay 2013'te Diyarbakır'da tekrarlanıyor.Dönemin başbakanı, Barzani ve Şivan Perver eller havada, alkışlanıyor, Emine Hanımefendi ağlıyor. “
Dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala: "Hatay'daki TIR’lar Türkmenlere gidiyordu." Diyor…
Buna karşılık; Suriye Türkmen Meclisi Başkan Yardımcısı Hüseyin el-Abdullah: "Ankara'dan (AKP Hükümeti'ni kastediyor) ne başka bir yardım, ne de silah yardımı alabiliyoruz. " diyor.
 Diğer bir Suriye Türkmen Meclisi Başkan Yardımcısı Abdurrahman Mustafa: "Bakan Ala'nın demecini gazetelerden gördüm. Benim böyle bir yardımla ilgili bilgim yok."diyor.
Suriye Türkmen Hareketi Sekreteri Rami Karaali: "Böyle bir yardımla ilgili bilgim yok."diyor. Bir başka Türkmen lideri Ali Mehdi “Biz artık alıştık sıkıntıya, göçe, ölüme.. Biz ölüp gidek, ama bunları Türkiye görmesin, Azerbaycan görmesin inşallah, Türkiye galmalı, Azerbaycan galmalı..." diyor. Gelelim yaşadığımız günlere… Barzani alayişle Ankara’ya geliyor… Damat Bey dahil malum zevatla görüşüyor…  Kuzey Irak bölgesel yönetimi flaması hava alanında bağımsız devlet bayrağı gibi göndere çekiliyor… Aynı flama T.C. cumhurbaşkanı ve başbakanı ile tarafların büyük memnuniyetini ifade eden görüşme fotoğraflarında yer alıyor…
Binali Bey de "Ne var bunda, ben Irak anayasasına da baktım, kendi parlamentoları falan var, devlet gibi" mealinde bir şeyler söylüyor… Barzani  Erbil’e dönüyor… Kerkük valisi, Irak anayasasına aykırı olarak, 'Kürdistan bayrağı” asılması talimatı veriyor; yetmiyor " Ankara'da, İstanbul'da asılan bayrak, Kerkük'te niçin asılmasın ki?" deyiveriyor … Sözde Kürdistan bayrağı sözde Kerkük Meclisi kararıyla tüm kamu binalarına asılıyor. Kerkük’te her taraf  aynı flamalar ile donatılıyor…
Bu sırada T.C. Dış İşleri Bakanı saf saf  “Nezircan Barzani  bize böyle dememişti…” diyebiliyor… Yoksa yine mi kandırıldınız be birader…
Barzani, düşük maliyetli, kar marjı yüksek Irak Petrolünün üçte birini oluşturan Kerkük petrol yataklarının tamamen üzerine oturma çabasında bir hayli mesafe almış oluyor…
Türkiye’yi yönetenlerin, bu gelişmelere göz yummakla ne gibi beklentiler içinde olduğunun düşünülmesi gerekiyor… Öte yandan Rojava'yı ilan eden PYD/YPG de ABD desteği ile Münbiç'ten sonra Rakka'ya girmek üzere..PKK uzunca bir süredir, Musul'dan Rakka'ya giden yol üzerindeki Sincar'da hakimiyetini pekiştirdi. Fırat Kalkanı operasyonu, ABD Dışişleri Bakanının Türkiye ziyaretinin ariefesinde  aniden bitiriliveriyor…  ABD yetkilileri    "Merak etmeyin biz söyleriz, sonra hem Kerkük'ten, hem Rakka'dan, hem Musul'dan çıkar giderler, şimdi IŞİD'e odaklanalım" falan diyor… Ve de ABD Dışişleri bakanı bu kadar hassas bir dönemde, muhalefetle görüşme gerği görmüyor!.. Atı alan Üsküdar'ı geçerken, Türkiye, muhteremi abad edecek ucube rejimle yatıp kalkıyor… Manzara bu… Şimdi gelelim ibret-âlem bir mektuba: Türkmenler o bölgenin en aydın, en aklı başında, en onurlu topluluğudur…  İşte onlardan bir aydının, pırıl  pırıl bir aydının, sayın Mahir NAKİP’in bir mektubu ulaştı bana, aynen aktarıyorum:
“IMPR tarafından Ankara’da düzenlenen ‘’Kürtler, Barış, Demokrasi ve Çözüm Modellerini Tartışıyor’’ toplantısına katıldım. Burada Irak’tan KDP, KYB, Goran ve İslami Kürt Partisi’nin temsilcilerinin yanında, Suriye’den ve İran’dan Kürt siyasetçiler bulundu. Türkiye’den BDP’den de katılım oldu. Bu masum başlık altında her ne hikmetse bütün katılımcılar Türkiye’deki Kürt açılımına hararetle temas etti. KDP adına konuşan Hemin Havramani, Türkiye’nin Kürtler konusunda daha güçlü ve sürdürülebilir adımlar atmasını, demokratikleşme paketi çerçevesinde yasal ve anayasal değişikliklere daha emin ve hızlı adımlarla ilerlemesi icap ettiğini ve Öcalan’ın basınla daha rahat ilişki kurmasının sağlanması gerektiğini vurguladı. İbretle dinledim. Doğrusu aklımdan, ‘Türkiye’den AKP, CHP ve MHP’nin temsilcileri Erbil’e gidip orada Irak Türkmenlerinin sorunları konusunda bir toplantı düzenleyerek Kürtlere bazı tavsiyelerde bulunsalar, Erbil Yönetimi acaba bunu nasıl karşılar’ sorusu aklımdan geçmedi değil. Neyse geçelim... 
Derken gündemimize tarihi! Diyarbakır buluşması düştü. Diyarbakır’da büyük  buluşma... Gün boyu süren töreni adım adım televizyondan izledim. Yetmedi, günlerdir medyada tartışılan bu konuyu takip ettim. Durumdan vazife çıkaranların, kelime ve ifadelerden mana bulanların ve dillerinin altından baklayı çıkaranların haddi hesabı yoktu. Erdoğan’ın Kuzey Irak Kürdistan Yönetimi demesi, var olan bir realiteyi ifade etmektedir. TBMM’nin ilk tutanaklarında da bu kelime var. Bunda bir beis görmeyebiliriz. Ama Diyarbakır Belediye Başkanı’na göre bu ifade Türkiye Kürdistan’ını da gündeme getirmiştir, yıllardır Kuzey Irak’ta yaşayan! Arzu Yılmaz’a göre de bu, Rojava’nın da batı Kürdistan olduğunun kabulü demektir. Nitekim PYD iki gün sonra Türkiye sınır kapısına yakın bir binanın üstüne yine kendi bayraklarını astılar. Daha neler ve neler...
Tabi ki bu gelişmeler Irak Türkmenlerini doğrudan ilgilendiren bir konu olmayabilir. Türkmenler elbette her şeyden önce Anavatanları Türkiye’nin huzur ve sükûnete kavuşmasını can-u gönülden arzular. Ama herkes emin olsun ki bu gelişmeler Irak ve Suriye Türkmenlerini ciddi şekilde endişe ve kaygıya sürüklemektedir. Sanki bir yağma var; bölge, kapanın elinde kalacak gibi görünüyor. Sanki bir dağılma olacak, Türkiye’nin gözü önünde ve biraz da hoşgörüsü ile Irak, Türkiye ve Suriye topraklarından doğacak büyük Kürdistan kurulacak ve bölgede yaşayan Türkmenler bu hengame içinde unutulup ya da eriyip gidecektir. Diyarbakır buluşmasından  bu anlamın çıkarılmasına izin verilmemelidir… 
Gelelim madalyonun diğer yüzüne… Erdoğan’ın konuşmasını dinlerken, satır aralarında Irak ve Suriye Türkmenlerini aradım; bulamadım. Kerkük, öyle bir şekilde telaffuz edildi ki Türkmen unsuru sanki yokmuş intibaını verdi. Herkes barıştan bol bol dem vuruyor. Her yere barışın gelmesi için herkes uğraşırken niye kimse aylardır patlamalarla sarsılan Tuzhurmatu’ya, Kerkük’e ve Telafer’e barışın gelmesini istemiyor? Habur’un yanında beş sınır kapısı daha açılacaksa, acaba bir tanesi bile olsa Telafer’e açılacak mı, yoksa hepsi ‘‘Kürdistan’a’’ mı bağlanacak? Bir zamanlar Türkmen temsilcisi Rahmetli Özal’ın sağında, Barzani ve Talabani ise solunda otururken, bugün Irak Türkmenlerini temsil eden ITC Başkanının esamisi bile zikredilmiyor. Yıllarca Başbakanımız tarafından kabul edilen Iraklı Kürt yetkililerin sayısını bilmiyorum ama neden 2006 yılından beri Türkmen lideri Sayın Başbakanımızın huzuruna kabul edilmemiştir?
UNPO’nun Genel Sekreteri Marino Busdachin Avrupa Parlamentosu’na gönderdiği şikayet mektubunda Türkmenlerin genel olarak Irak’ta ve özel olarak da Kerkük’te kaçırılmaktan korunmadıklarını, Tuzhurmatu’nun hedef olduğunu, arazilerinin Kerkük (Kürt) Valiliği tarafından gasp edildiğini ve bilumum Türkmenlerin asimile olmakla karşı karşıya kaldıklarını vurgulamaktadır. UNPO için önemli olan Türkmenler, Türkiye için önemli değil midir? Bu sorular, daha doğrusu buruk kaygılar sanırım bütün Türkmen aydınlarının içinden geçiyor. Bugün Tuzhurmatu iki yıldır süren patlamalar neticesinde bir hayalet şehre dönüşmüş; böylece Kerkük etrafındaki son Türkmen kalesi de düşmüştür. Bütün bu sitemleri dile getirirken Türkiye’nin güçlü bir ülke olduğundan da emin olduğumuzu unutmamaktayız. Eğer Başbakanımız, ağırladığı Barzani’den Türkmenlerin Kerkük ve Tuzhurmatu’da korunmalarını istese, ya da açılacak beş sınır kapısından birisinin Telafer’den geçmesini talep etse, Barzani’nin hayır demesi mümkün değildir.
Türkiye önemli bir sorununu çözmeye çalışırken bir başka sorunun doğmasına sebep olmamalıdır. ‘’Dimyat’ın pirincine giderken, evdeki bulgurdan olmamalıyız’’. Her ne kadar nüfusları ve nüfuzları azsa da Irak’ta ve Suriye’de Türkiye’ye gönülden ve samimiyetle bağlı tek topluluk Türkmenlerdir. Diğerleri hep geçici çıkarları için bugün Türkiye’den yana görünüyorlar. Türkiye Demokratikleşme Paketini açarken ve açmaya devam ederken; Kuzey Irak Kürt Yönetimi ile her türlü siyasi ve iktisadi ilişkiyi kurarken, Türkiye içinde yaşayan Kürtlere barışı sağlayacak bazı haklar verebilir. Ama bu haklar ne Türkmenlerin Türkiye tarafından unutulması pahasına, ne de Barzani’nin de içinde parmağının olduğu, yok olmalarına sebep olmalıdır. Türkiye, ister Bağdat yönetimiyle ister Kürt yönetimi ile ilişkilerini düzenlerken Türkmenleri kaale almak zorundadır.
Türkmenlerin vebali 
Türkiye’nin boynundadır... 
Türkiye, Irak ve Suriye’de yaşayan Türkmenlere önem ve rol verdiği ölçüde, merkez ve yerel yönetimler tarafından önemseneceklerdir. Türkiye’de kim iktidarda olursa olsun bu tarihi realite akılda tutulmalıdır… Mahir NAKİP"
Sonuç: Gelin de Yüce önderin Sadabat Paktı ve Balkan Antantı gibi bölgesel politikalarını hatırlamayın… Adalar, Süleyman Şah ve nihayet Kerkük… Dileriz bu dalga Kıbrıs’a da vurmaz…Türkiye tek tek nüfus alanlarını kaybediyor… Görülüyor ki; ısrarla izlenen yanlış politikaların tam tersine, bölgede Türkmeneli dramı dahil her alanda daha etkin olabilmek için Irak ve Suriye yönetimleri ile yeniden sağlıklı ve tutarlı ilişkiler kurmak gerekiyor. 
İşte böyle… Takdir sizin sevgili okurlarım…
Dr. Noyan UMRUK noyanumruk@hotmail.com

Alçakça, kalleşçe bir saldırı, vahşi kıyım "BAKÜ ermeni soykırımının" ıstıraplı yıl dönümü (31 Mart 1918-31 Mart 2017) Türker ERTÜRK & Ulusal Haber.Ulusal Ajans


























31 MART 1918 BAKÜ KATLİAMI'NDA
 KATLEDİLEN SOYDAŞLARIMIZI RAHMET İLE ANIYORUZ.
1918 yılının Mart olayları, tarihimizin en kanlı sayfalarındandır.
Bolşevik- komünist bayrağı altında birleşmiş Ermeni çeteleri, Bakü’de, Nahcivan’da, Kuba’da, Kusar’da, Şamahı’da, Lenkeran’da halkımıza çok büyük zulümler yapmışlardır. Tarih araştırmacılarının değerlendirmelerine göre sadece 29-31 Mart günleri arasında Bakü’de 20 binden fazla vatandaşımız katledilmiştir. Kıyımın yapılmasının başlıca sebebi Azerbaycan’ın bağımsızlığının karşısının alınması, Bakı’nın mühim iktisadi ve siyasi önemi ile bağlıydı. Rusya için Bakı mühim ehemmiyet taşırdı. Bu, V.İ.Lenin’in “Bakı petrol, ışık ve enerjidir” sözlerinden de aydın görünür.
Amma ermenilerin de kendi amaçları olmamış değildi. Stepan Şaumyan’ın aşağıdakı fikirleri Mart kıyımının yapılmasının iç yüzünü açıyor: “Bizim süvari desteye ilk silahlı hücum cehtinden bahane gibi istifade edip, bütün cephe boyu hücuma geçtik. Bizim 6 bin nefere kadar silahlı kuvvemiz vardı. Aynı zamanda Daşnaksütyun’un da 3-4 bine yakın milli desteleri vardı. Onların iştiraki iç savaşa milli kıyım karakteri verdi ve bundan kaçınmak mümkün değildi.
Biz buna şuurlu olarak gittik.
Eğer onlar Bakü’de zafer kazansaydılar, şehir Azerbaycan’ın başkenti ilan edilirdi”.
Martın 30-da akşam saat 5-de Bakü’de ilk ateşler açıldı. Şehir Daşnaksütyun ve Ermeni Milli Şurası ve ermeni kilisesi Bakı Sovyeti’ni savundu. Ermeni askerleri gibi Bakü’deki Ermeni aydınları da Bakü Sovyeti tarafından dövüşe katıldılar. Kitlesel kıyımlar süresinde Azerbaycan Türklerine ait sosyal binalar, milli simgeler ve kültür ocakları dağıtıldı. “Açık söz”, “Kaspi” gazetelerinin binaları, kendi faaliyetini bütün Güney Kafkas’a yayan, Azerbaycan Türklerinin sosyal hayatında mühim rol oynayan, maddi ve manevi yardımlarıyla meşhur olan Müslüman Hayriye Cemiyeti’nin yerleştiği “İsmailiyye” binası yakıldı, mescitler bombalandı.
Meşhur Tazepir mescidinin minareleri tahrip oldu.
Tazepir mescidine sığınarak, buraya penah getirmiş 500 neferin cesedi bu ibadetgahdan bulundu. Nisan’ın 2-de gece yarıya kadar devam eden Müslüman soykırımında binlerle Azerbaycanlı Türk öldürüldü. Ermeni – Bolşevik cellatları çocuklara, ihtiyarlara bile aman vermiyordular.
Saç-saça bağlanan Türk kadınları çıplak şekilde caddelerde gezdirilirdi. Böyle alçaklığı yalnız menfur Ermenilerden beklenirdi. Bakü kıyımında helak olanların sayı hakkında çeşitli fikirler mevcuttur.
Fakat getirilen bütün rakamlar Mart kıyımının ne kadar dehşetli katliam olduğunu bir daha tasdik ediyor. Mesela, İngiliz arşivlerini öğrenen Türk tarihçisi Salahi Sonyel bu neticeye gelmiş ki, 1918 yılının Mart ayında 8-12 bin Azerbaycan Türkü katledilip. ABŞ tarihçileri C. ve K. Mackartiler de 1918 yılında Martın 30′undan Nisanın 1′inedek Bakü’de Ermenilerin 8 binden 12 bine kadar Müslüman öldürdüğünü ve kentin Türk ahalisinin yarısının kaçtığını yazıyorlar.
ABŞ istihbarat kaynaklarına göre, o zaman 60 bin Azerbaycan Türkü kaçkına çevrilmişti.
İngiliz yazar Peter Hopkirk “Bitmeyen Oyun” adlı kitabında yazıyor ki, İngilizler Almanların ve Türklerin Hindistan’a geden yolunu mutlak kesmek, Ermeniler Doğuda ve Batıda zengin Azerbaycan topraklarına sahip olmak, Ruslar ise zengin Bakü petrolüne sahip çıkmak istiyordular.
Mart hadiselerinin tahlili gösteriyor ki, Müslümanlara karşı mücadelede siyasi mensubiyet gözetmeksizin tüm Ermeniler birleşmişti.
Şöyle ki, Mart kıyımı dini ve etnik mensubiyete göre bir halkın kitlesel soykırıma maruz kalması idi. 1918 yılının Mart ayında Bakü’de yapılanlar Azerbaycan halkının tarihinde en büyük soykırım oldu.
Bu kırgın ve sürgün politikası, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun, “Kafkas İslam Ordusu” adıyla, 1918 Mayıs’ında Azerbaycan’a gelmesiyle durduruldu.
Yaklaşık dört ay süren bir askeri harekâtla tedhiş sona erdirildi. Sahip olduğu zengin petrol yatakları sebebiyle Rusların göz koyduğu Bakü, Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin başkenti ilan edildi.
Bugünkü Azerbaycan’ın siyasi sınırları da o tarihte çizildi.
Ancak, 1920 yılında tüm Kafkas bölgesi, Sovyetler Birliği’nin yönetimi altına girdi.
Ermeniler bu dönemde de etkin konumlarını sürdürdüler. Ermenistan’ın sınırlarının asıl genişlemesi de bu dönemde gerçekleşti. Öyle ki, 1920′lerde başlayıp 1980′lere kadar geçen süre içerisinde Ermenistan, Azerbaycan toprakları aleyhine üç kattan fazla genişleyerek, ilk kurulduğu yıllardaki 9,000 kilometrekareden bugünkü 29,000 kilometrekarelik alana ulaştı.
Zaten, daha ilk fırsatta, 1920-21 yıllarındaki yeni sınır düzenlemelerinden yararlanarak, Nahçıvan ile Azerbaycan arasındaki Zengezur ve Göyçe bölgelerini topraklarına kattı.
Böylece, Azerbaycan’ın Nahçıvan, dolayısıyla Türkiye ile olan coğrafi bütünlüğü ortadan kalktı, ülke bugünkü parçalı halini aldı. Sovyet hâkimiyeti kurulduktan sonra üç yıl sonra, Dağlık Karabağ’ın Ermenistan sınırlarına katılmasına karar verildi.
Bu karar, uyandırdığı hoşnutsuzluk nedeniyle, ertesi gün Stalin’in de katıldığı bir toplantıda iptal edildi. Ancak aynı gün, yani 5 Temmuz 1923 tarihinde, Dağlık Karabağ’ın statüsü değiştirilerek, Azerbaycan sınırları içerisinde kalmak kaydıyla, özerk bölge haline getirildi. Ermenistan, elde ettiği toprakları teknik bakımdan arındırma fırsatını II. Dünya Savaşı’ndan sonra yakaladı.
Diaspora’nın da desteğiyle, 23 Aralık 1947 tarihinde SSCB Bakanlar Kurulu’ndan “Ermenistan SSC’den Kolhozcuların ve Başka Azerbaycanlı Ahalinin Azerbaycan SSC’nin Kür-Araz Ovalığına Göç Ettirilmesi Hakkında” bir karar çıkartıldı. Azerbaycan’da Atatürk Merkezi Başkanı ve Azerbaycan Milli Meclisi Kültür Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Nizami Caferov, bu dönemde Türklerin Ermenistan’dan Azerbaycan topraklarına zorunlu göç ettirilmelerinin Moskova’nın talimatı ile olduğunu belirtiyor. Göyçe, Ağababa, Zengezur, Makalı gibi bölgelerde Türkler nüfusun %90′ını teşkil ediyorlardı. Bu ise, dönemin Sovyet politikası açısından riskli bir durumdu.
Moskova, bunun için Ermenilerin isteklerine sıcak baktı, hatta destekledi. Diğer yandan Ermeniler, 1948′den 1953 yılına kadar geçen sürede yüzlerce insanı Azerbaycan’a göndererek, Azerbaycan Türklerinin “Batı Azerbaycan” olarak adlandırdığı bugünkü Ermenistan’ı Türklerin azınlık olarak yaşadıkları bir bölge haline getirdiler. Bu arada Ermenistan’ın, SSCB merkez yönetiminin verdiği bu karardan özellikle stratejik bölgelerdeki Azerbaycan Türklerini boşaltmak biçiminde yararlandığı dikkat çekmektedir.
Bu bağlamda, özellikle Türklerin ekonomik, sosyal ve kültürel yönden güçlü oldukları yerler boşaltıldı. Bunun en somut olanı da başkent Erivan’dan Türklerin sürgün edilmesiydi. Türklerin boşalttığı yerlerin adları da hemen değiştirilmeye başlandı. Ermenistan’ın Türklerden tamamıyla temizlenme süreci ise Mihail Gorbaçov’un SSCB Komünist Partisi Genel Sekreterliğine gelmesi ile tamamlandı. Ermenistan’ın 170 ayrı yerleşim yerinde yaşayan 250,000 civarında Türk, 1988 Kasım ayının 20’sinden itibaren 15 gün içerisinde yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan, planlı bir şekilde ve zorla sürgün edildiler. Bu son olay, bugünkü Dağlık Karabağ ve “Kaçkın-Mecburi Göçkün” olgusunun ana sebeplerinden biriydi. Çünkü bugünün ilk “kaçkınları”, Ermenistan’dan sürgün edilenlerdi.
Diğer yandan, bu etnik temizlik ve Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’la birleştirilme çabalarına, her geçen gün kitleler halinde Azerbaycan’a gelen insanların çok zor şartlar altında çadırlarda, tren vagonlarında yaşama görüntüleri eklenince, Azerbaycan kamuoyunda, Ermenilere ve önlem almayan Sovyet yönetimine çok ciddi bir tepki oluşmaya başladı. Nihayet 17 Kasım 1988′de Azatlık Meydanı gösterileri başladı.Yüz binlerce insanın katılımıyla gerçekleşen bu gösteriler, kısa zamanda organize bir halk hareketine dönüştü. Gösterilerin önünü alamayan Sovyet yönetimi ise çareyi askeri müdahalede buldu ve 20 Ocak 1990 gecesinin o meşum olayları meydana geldi. Çeşitli istikametlerden giren Sovyet tankları, kurulan barikatlar önündeki insanları ezerek, çevreye ağır silahlarla ateş yağdırarak Bakü’ye girdi.
Olaylar sırasında onlarca sivil hayatını kaybetti. Bütün bunlara rağmen, Azerbaycan’daki protesto hareketleri güçlenmesini sürdürdü ve Sovyetler Birliği’nin çözülmesi yolunda en önemli etkenlerden biri oldu. Öte yandan Ermeniler Dağlık Karabağ’ı Türklerden boşaltma faaliyetlerini hızlandırdılar. Buna direnen halkla, Ermeni silahlı birlikleri arasında sıcak çatışmalar başladı. Sovyetler Birliği’nin 1991 yılı sonlarında dağılması ile çatışmalar iyice alevlendi. Karabağ savaşlarının en dramatik sahneleri, Dağlık Karabağ’ın Hocalı şehrinde yaşandı. 1992 yılının Şubat ayının 25′ini 26’sına bağlayan gece, Ermenistan Silahlı Kuvvetleri ile Dağlık Karabağ’daki Ermeni milisleri, SSCB’nin Hankendi’nde yerleşen 366. Motorize Alayı’nın da katılım ve desteğiyle Hocalı şehrinde büyük bir saldırı başlattılar.
Bir gece içerisinde 613 sivil öldürüldü, 1200′den fazla insan da esir alındı. Öldürülenler ve esir götürülenler arasında, 1989 yılında Fergana olaylarından kaçarak, Hocalı’ya gelip yerleşen Ahıskalı Türkler de bulunuyordu. Bu rakamların birkaç bin kişinin kaldığı düşünülürse, trajedinin boyutları daha iyi anlaşılır. Karabağ savaşları süresince 20,000′den fazla Azerbaycanlı hayatını kaybetti, 4866 insan esir ya da kayıp düştü, 100000′den fazla insan yaralandı ve yaralıların yarısından fazlası sakat kaldı.
Bu sırada, Azerbaycan’ın %20’sine denk gelen 17,000 kilometrekarelik toprağı işgal edilmiş; 900 yerleşim yeri, 131,000 civarında ev, 1025 okul, 798 sağlık merkezi, 1,500 kültürel mekân, 12 müze, 9 saray tahrip edilmiş ya da yakılmış, müzelerdeki 40000 civarında tarihi eser talan edilmişti. Bu arada, 927 kütüphanede bulunan on binlerce kitap ve el yazması eser de yok edilmişti.
Ermeniler, ateşkesin ilan edildiği 1994′ün 12 Mayıs’ına kadar Dağlık Karabağ’ın tamamını ve etraftaki yedi şehri ele geçirmişlerdi (Rusların yardımıyla). Buralarda yaşayan 700,000′i aşkın Azerbaycan Türk’ü, yerlerini değiştirmek terk ederek, iç bölgelere göç etmek zorunda kalmıştı.Böylece bugüne kadar sürecek “kaçkınlar ve mecburi göçkünler” sorununun iki ayağı da ortaya çıkmıştı. Ermeni şoven milliyetçilerinin halkımıza karşı tecavüzü halen devam etmektedir. Siyasi-ideolojik tahribat ve dezenformasyon alanında zengin tecrübeye sahip Ermeni milliyetçi ideologları ve yurt dışındaki Ermeni lobisi ülkemize ve halkımıza karşı garezli ve hileli yöntemleri kullanarak uyduruk savlarla dünya halklarını şaşırmağa, XX. yüzyılda yaptıkları katil ve işgalleri unutturmağa çalışıyorlar. Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev “31 Mart -Soykırım Kurbanlarını Anma Günü” münasebetiyle Azerbaycan Halkına müracaatında şöyle diyor: “Ermenistan’ın ve onun havadarlarının saldırgan siyaseti iflasa mahkumdur, çünkü bu hat şimdiki dünya siyasetinin öncü eğilimleri ile keskin çelişki teşkil etmektedir.
Bu siyasete karşı geniş potansiyele sahip Azerbaycan devleti, onun git gide artan iktisadi kudreti, siyasi nüfuzu, dünya Azerbaycanlılarının günden-güne pekişen dayanışması, nihayet, kuvvetli ve çağdaş Azerbaycan ordusu dayanır. Azerbaycan hazırda iqtisadi artım göstericilerine göre dünyada lider mevkilere sahiptir. Tahliller gösteriyor ki, ülkemizin inkişaf dinamiği yakın yıllarda daha da yükselecektir. Azerbaycan bölgede en mühim küresel enerji ve nakliyat-ulaşım projelerinin iştirakçisi ve teşebbüsçüsüdür. 2006 yılında Bakü-Tiflis-Ceyhan esas ihraç petrol boru hattının ve Bakü-Tiflis-Erzurum gaz boru hattının işletmeye verilmesi, Kars-Tiflis-Bakü demir yolunun çekilişinin başlanması ülkemizin imkanlarını daha da genişlendirecek ve daha büyük proje ve programların gerçekleştirilmesine şerait yaratacaktır. Azerbaycan yönetimi dünya siyasetini belirleyen büyük devletlerle, uluslararası teşkilatlarla sürekli ve muntazam iş yapıyor, on yıllar boyu biçimlenmiş stereotipleri ve yanlış siyasi yanaşmaları değiştirmeğe çalışıyor. Artık bu istikamette belirli uğurlardan da konuşmak mümkündür. Dost topluluklarla, özellikle kardeş Türk diasporu ile işbirliği şaraitinde yurt dışında yaşayan soydaşlarımızın sosyal-siyasi etkinliği yükselmektedir.
Bakü’de düzenlenen Dünya Azerbaycanlılarının İkinci Kurultayı’nda nümayiş ettirilmiş birlik ve dayanışma azmi bunun göstergesi oldu. Bizim siyasi-diplomatik ve enformasyon-propaganda mücadelesi alanında yapmamız gereken işler çoktur. Bu yolda imkanlarımızı seferber etmeli, daha semereli çalışmalıyız.” 31 Mart – Soykırım Kurbanlarını Anma Günü’de Azerbaycan’da soykırım kurbanlarının hatırasını ihtiramla yad ederken, 31 Mart gününün Türkiye’de de resmi olarak Soykırım Günü ilan edileceğine inandığımı belirtmek isterim. Soykırım Kurbanlarını Anma Günü’de 1918 yılında halkımızı faciadan, mahvolmaktan kurtarmış Nuri Paşa timsalinde tüm Anadolu Türk halkına minnettarlığımı bildiriyor, Azerbaycan topraklarında canlarını feda etmiş Mehmetçiklere Yüce Tanrıdan rahmet diliyorum.
[status draft] [nogallery] [geotag on] [publicize off|twitter|facebook] [category duyuru]
[tags ANMA MESAJI, 31 Mart 1918, Bakü Katliamı, soydaşlar]
http://www.ozelburoistihbarat.com, http://www.ozel-buro-istihbarat.com

21 Mart 2017 Salı

Meir Amit İstihbarat ve Terörizm Bilgi Merkezi Açıkladı: BU GÜNE KADAR 10 GENERAL VE TAM 2600 ASKER ÖLDÜ… İRAN’A BÜYÜK ŞOK!

BU GÜNE KADAR 10 GENERAL VE TAM 2600 ASKER ÖLDÜ… 
İRAN’A BÜYÜK ŞOK!
"Meir Amit İstihbaratı ve Terörizm Bilgi Merkezi"nin hazırladığı rapora göre İran, Irak ve Suriye’deki savaşlarda 10’dan fazla generalini ve binlerce askerini kaybetti.
Bölgede devam eden savaşlarda İran Devrim Muhafizları’na bağlı 10 general ile 2603 İran askerinin öldüğü belirtildi.
Söz konusu verilerin kaynağı Meir Amit İstihbaratı ve Terörizm Bilgi Merkezi…
İstihbarat merkezi Beşar Esad rejiminin yanında yer alan ve uzun bir süredir asker desteği sağlayan İran hakkında bir rapor hazırladı. Raporda 6 yıl içerisinde 10'dan fazla generalin öldürüldüğünü İran’ın binlerce asker kaybı verdiği belirtildi. Rapora göre ölen 2603 askerden 511'i İran vatandaşı, 1045'i Hizbullah milisi ve 1047'si Afganistan ve Pakistan'dan Suriye'ye gönderilen Şii milisler…
İran Devrim Muhafızları Komutanlığı bünyesinde Afgan milislerden oluşan Fatimiyyun Tümeni ile Pakistanlı milislerden oluşan Zeynebiyyun Tümeni Suriye'de İran adına savaşıyor.
Dünya medyasında çıkan haberlerde, Suriye'de ölen İranlı askerlerin sayısının çok olmasının İran yönetiminde huzursuzluğa neden olduğu ve Tahran’ın başta İranlı üst düzey komutanlar olmak üzere diğer askeri kayıplar hakkında açıklama yapmadığı akratılmıştı. ((21 Mart 2017)) 

14 Mart 2017 Salı

"VARLIK İÇİNDE YOKLUK, MEDENİYETİN DİBİNDE MAHRUMİYET" İŞTE "Vadi Ankara ve/veya Kanal Ankara Projesi", Vadi Köyleri / Mahalleleri ve Mühye-Yeşilkent

VADİ ANKARA PROJESİ’NDE SON TANGO!.. MEVCUT DURUM VE MÜHYE YEŞİLKENT MAHALLESİ 
Murat KABASAKAL
Mühye & Yeşilkent Mahallesi Muhtarı
Bilindiği üzere; bütün yönlerde hızla gelişen, genişleyen ve günden güne daha da büyüyen ödüllü "dünya kenti" Ankara’nın yakın gelecekteki yeni yüzü ve parlayan yıldızı İmrahor Vadisi'dir. 
ANCAK!.. Büyükşehir Ankara ve Ankaranın yüz akı, en büyük metropol ilçe Çankaya’nın güneyinde yer alan muhteşem Vadinin orta yerinde yükselen, "Çankayanın ileri, modern ve konforlu yaşam alanının dibinde yerleşik, yüzlerce yıllık tarihe sahip Mühye (Yeşilkent) Mahallesi, türlü çeşitli sorunlarla boğuşmakta... Daha düne kadar geleneksel ve yasal Köy statüsüne sahip olan ve yakın geçmişte Büyükşehir yasası kapsamında mahalleye dönüştürülen Mühye / Yeşilkent; Türkiye’nin Başkenti Ankara’nın en gözde, modern semti Çankaya (ORAN-YILDIZ) ilçesinin adeta çilekeş iz düşümü, Çankaya'nın ÖTEKİ YÜZÜ. 
Medeniyetin dibinde çile çekiliyor, ıstırap, üzüntü, sıkıntı, zor koşullar içinde mahrumiyetler yaşanıyor.

Mahalle de henüz doğalgaz yok. Isınmada odun, kömür ve hatta yer yer tezek kullanılıyor. Bir Ankara Mahallesi olduğu halde, Cadde ve sokaklar bakımsız, kaldırımsız, delik deşik. Çoğu yerde yol göletleri oluşmuş, büyük bölümü adeta çamur deryası. Ana artel ve ara sokaklarda aydınlatma problemi var. Geceleri ürkütücü karanlık, sokaklar tekin değil, civarda kümeleşen içkili lokantalar ve kır düğün salonu adı altında faaliyet gösteren gazino bozuntusu mekânlar yüzünden ortam güvensiz. Yerel güvenlik, emniyet ve halkın huzuru açısından mutlaka bulunması gerektiği halde mahallede bir tek bekçi, karakol veya polis noktası yok. Oysa halihazır köy özelliği bütün ağırlığınca hüküm süren Mahallede Muhtarın emrinde "hiç olmazsa" bir bekçi olması şart. 
GÜVENLİK SORUNU VE KALDIRIM İHTİYACI VAR..
Çevrenin yoğu inşaat alanı ve şantiye bölgesi olması nedeniyle Mühye Yeşilkent Mahallesine, mutlaka ve en kısa sürede bir Bekçi atanması veya Polis Karakolu açılması şart.
Enteresandır, yoğun bir şantiye alanı görüntüsü vermesine rağmen mahalle halkı arasında işsizlik kol geziyor. Genç yaşlı pek çok işsiz kahve köşelerinde vakit geçiriyor veya orada burada vakit öldürüyor. 
ÇOK YAMAN BİR ÇELİŞKİ
Vadiyi kuzeyden çevreleyen tepenin üstündeki Yıldız Mahallesi veya OR-AN’da sıkça rastlanan sosyal merkez, park, bahçe, kütüphane veya sosyal donatılar burada yok. Halkın vakit geçirebileceği, iki lâf edip komşuları ve arkadaşları ile stres atabileceği, samimi bir dost sohbeti yapabileceği tek yer eski Köy Kahvehanesi... Tıpkı eskiden olduğu gibi, sıcak samimi, dostça, güler yüzlü, kucaklayıcı ve sevecen. Bütün sorunlara ve yaşanan sıkıntılara rağmen insanlar geleceğe ümitle bakıyor. Ancak, ne Çankaya Belediyesi ve ne de trilyonluk rantlar peşinde koşan Büyükşehir Belediyesinin bu mahalle halkının yanında olduğu ve mahalle halkını düşündüğüne dair her hangi bir emare görülmüyor. Köylünün ve/veya mahallelinin elindeki evlâdiyelik arsaların dahi ellerinde alınma biçimi son derece haksız, adalet ilkelerine aykırı ve halkın sırtından köşe dönme hesabına dayalı..
Çankaya Belediye (eski)Başkanı Bülent TANIK
ve Mühye Yeşilkent Mahallesi Muhtarı
Murat KABASAKAL 
İMAR DURUMU     
Bir yanda bu sefalet, varlık içinde yokluk biçiminde yürüyen köy hayatı sürerken, diğer taraftan Ankara Boğazı projesi Mart ayı ortasında 1/1000 ölçekli imar planı askıya çıkacağı onu takip eden 1 ay içerisinde de "arsa sahiplerine yeni tapularının verileceği" bilgisi Ankara Büyük Şehir Belediyesi yetkilileri tarafından sözlü olarak açıklandı.
Buna göre: Projeyi hazırlayan Mimarlık şirketi tarafından “yüzde hisse verilmesi şartı ile imarlı alanlarını değerli bölgelere kaydırma” vaadi arsa sahiplerinin akıllarını karıştırıyor. 
Şimdilik, neyin nasıl olacağı, işin sonunun nereye varacağı pek de belli değil. Bu belirsizlik içinde karanlık ilişkiler sürüp gider, bulanık suda balık avlama heveslileri ortalıkta cirit atar ve kötü niyetli, fırsatçı birileri Ankara’nın en değerli bölgesinin rantını sinsice toparlama/hortumlama çabasında iken; Bir takım çevrelerden edinilen -ortalışa yayılan bilgilere göre: Bu alan, arsa-arazi işleri ve proje konularıyla iştigal eden, alakadar olan kişilerce SİNPAŞ tarafında kalan çay boyunca imarda "yeşil alan olarak belirlenen bölge" çayın diğer tarafına kaydırılacak ve kaydırılan arsalara turizm – ticari alan imarı verilecekmiş. 
Çankaya Belediye (eski)Başkanı Bülent TANIK,
Çankaya Muhtarlar Toplantısı ve
Mühye Yeşilkent Mahallesi Muhtarı
Murat KABASAKAL 
PROJEYE TARAF VE MUHATAP OLAN HALK MUTLAKA HER ŞEYİ BİLMELİ VE ALINAN HER KARARA ORTAK OLMALIDIR... 
Alınan ve yayılan bilgiler ve ortalıkta dolaşan bazı söylentilere göre: "Yeşilkent Mühye mahallesinin yukarı tarafında bulunan orman evinin bulunduğu noktaya SİNPAŞ bölgesi tarafından köprü yapılacak ve o bölge merkez kabul edilerek yüksek kat ve ticari alanlar imar izni verilecekmiş." Şu hale nazaran: O bölgenin aşağı kısımları birçok ana yol ve ulaşım imkânı barındırdığı için değerli kabul edilmekte olup orta yükseklikte konut alanı olacak gibi görünüyor.
Bu iddialara dayalı söylem ve duyumlara göre de: Yeşilkent mahallesinin yukarı tarafları turizm – ticari alan olarak imar verilecek.
Karataş köyünün sağ ve sol tarafında kalan imarlı alan ise orta yükseklikte konut alanı olacak deniliyor. Yine bu ve benzeri iddialar uyarınca: 895 ve 896 parselleri ise 902 de yapıldığı gibi toptan istimlâk edilecek veya daire karşılığı arsa sahiplerinden alınarak SİNPAŞ benzeri bir proje uygulamaya konulacak. Sonuçta, Ankara'nın en prestijli projesi mesafe almakta ve bütün engelleri aşarak nihai aşamaya doğru ilerlemektedir. Bu güzel... 
HER ŞEY, HAK-HUKUK, ADALET VE EŞİTLİK İLKELERİNE UYGUN OLARAK YAPILMALI; RANTİYECİ, SOYGUNCU VE VURGUNCUYA ASLA VE KESİNLİKLE FIRSAT VERİLMEMELİDİR.   
Zira, millet iradesine dayalı bir hukuk devletinde yerel halkın "kendi mal, imkân ve emlâkı üzerinde" sonradan ihdas edilecek projelerle oluşacak rant ve refahtan adil, hakkaniyet ve hukukun evrensel ilkelerine uygun pay alması en önemli, en hayati ve vazgeçilmez bir meseledir. Bir zamanlar, başta Balgat, Erzurum Mahallesi ve Çukurambar olmak üzere, Ankara'nın pek çok semtinde sahnelendiği gibi, yalan, talan, soygun, vurgun ve sömürüye, nitelikli dolandırıcılık, aldatma ve kandırmaya asla fırsat verilmemelidir.  
Yukarıda yazılan bilgiler sadece öngörü ve deneyimli kişilerce belirtilenlerdir.
Burada dikkat edilmesi gereken esas nokta: Yüzde karşılığı hisse vererek daha iyi bir yere kaydırma olayının çok iyi analiz edilerek, başta Mimarlar Odası ve Şehir Plâncıları Odası ve Çankaya Belediyesine sorularak, alınacak tavsiyelere göre "bilinçle" imza verilmesi; Aksi takdirde her türlü aldatmacadan şiddetle kaçınılmaması ve bu nevi muğlak önerilere taviz verilmemesi gerekir. Netice olarak, yaklaşık 2 ay içerisinde imarlı yerlerin "inşaat ve kullanım" durumunun kesinleşip bir şekilde netlik kazanacağıdır.
İMRAHOR VADİSİ (VADİ ANKARA & GÜNEY ANKARA) PROJE ALANINDAN EN GÜNCEL FOTOĞRAFLAR

10 Mart 2017 Cuma

SON DAKİKA: BEYLİKDÜZÜ'NDE HELİKOPTER DÜŞTÜ. İstanbul'da düşen helikopterin Eczacıbaşı grubuna ait olduğu ve pilotun Alaattiin Nacar olduğu kesinleşti.

SON DAKİKA: BEYLİKDÜZÜ'NDE HELİKOPTER DÜŞTÜ
İstanbul'da düşen helikopterin Eczacıbaşı grubuna ait olduğu ve pilotun Alaattiin Nacar olduğu kesinleşti. İstanbul Atatürk Havalimanı'ndan saat 11.16'da kalkan Sikorsky S-76 tipi helikopter Büyükçekmece'de saat 11.21'de düştü. Helikopterde 2 pilot ile Eczacıbaşı Grubu'ndan 4 Rus ve 1 Türk yolcunun bulunduğu öğrenildi. İstanbul Valisi Vasip Şahin, Büyükçekmece'deki helikopter kazasında ilk belirlemelere göre, 5 kişinin hayatını kaybettiğini söyledi. Düşen helikopterde hayatını kaybedenlerin isimleri de az önce belli oldu! Helikopterde Eczacıbaşı Holding'e bağlı Vitra Rusya Genel Müdürü Salim Özen de hayatını kaybetti. Helikopterin, Beylikdüzü'ndeki televizyon kulesine çarparak düştüğü kesinleşti.
İSTANBUL Atatürk Havalimanı'ndan kalkıp Bilecik'e giden Eczacıbaşı Grubu'na ait helikopter, Beylikdüzü'nde televizyon kulesine çarparak düştü. İstanbul Valisi Vasip Şahin, 5 kişinin yaşamını yitirdiğini açıkladı. 2 kişiyi arama çalışmaları sürüyor. Güvenlik çemberi arama kurtarma çalışmaların daha sağlıklı yapılabilmesi için genişletiyor. Helikopterin Kaptan Pilotu'nun Alaaddin Nacar, ikinci pilotun adının ise Ahmet Bulut olduğu belirtiliyor. Ölenlerin isimleri şöyle; Vitra Rusya Genel Müdürü Salim Özen, Aleksandır Vanin, Igor Kochergin, Luidmina Churova, Elena Badraga.
Olay yerine çok sayıda ambulans ve itfaiye ekipleri gönderildi. Kazanın ardından enkazda küçük çaplı patlamalar meydana geldi.
BOZÜYÜK'E TOPLANTIYA GİDİYORLARDI
Kaza saatlerinde bölgede yoğun sis olduğu öğrenildi İşletmesi Kuğu Havacılık tarafından yapılan TC-HEZ tescilli Sikorsky S-76C-2 tipi çift motorlu helikopter, saat 11.16'da İstanbul Atatürk Havalimanı Genel Havacılık Apronu'ndan kalktı. Kaptan Pilotlar Alaaddin Acar ve Ahmet Bulut yönetimindeki helikopterde, 4 yabancı bir Türk yolcu ile iki pilot bulunuyordu.
Dört yabancı yolcunun Rus olduğu, Eczacıbaşı Grubu ile görüşmeler yapmak üzere Türkiye'ye geldiği öğrenildi. Helikopter, Bozüyük'teki Eczacıbaşı Fabrikası'na gidiyordu. Kalkıştan 5 dakika sonra saat 11.21'de helikopter, yoğun sisin olduğu Beylikdüzü tarafında uçarken televizyon kulesine çarparak düştü. Helikopterin parçaları, TÜYAP Fuar merkezi ile Büyükçekmece Mezarlığı'nın yakınlarına düştü. Bölgeye hemen ambulans ve itfaiye araçları sevk edildi.
KULENİN YÜKSEKLİĞİ 257 METRE
Beylikdüzü'ndeki televizyon kulesinin beton şaftının yüksekliğinin 163, döner restoranın bulunduğu çelik bölümün 54 metre, anten yüksekliğinin ise 30 metre, toplamda da 257 metre olduğu öğrenildi. 2008'DE ALINDI Eczacı Grubu'na ait olan ve işletmesi Kuğu Havacılık tarafından yapılan S-76 tipi helikopter 2008 modeldi. Toplam 8 koltuk kapasiteli helikopterin VIP amaçlı kullanılıyordu.
Saatte 287 kilometre hıza çıkabilen TC-HEZ tescilli helikopterin menzili ise 535 kilometreydi.
NEDEN BURADAN UÇTU?
Atatürk Havalimanı'ndan kalktıktan sonra yolcu uçaklarının iniş kalkış hattının dışına çıkmak için S-76 tipi helikopterin bu bölgeye geldi. Helikopter oradan Yalova-Bilecik rotasını izleyerek Bozüyük'teki Eczacıbaşı fabrikasına uçacaktı. Uçuş haritalarında Beylikdüzü'ndeki kule 257 metre yüksekliği ile ‘mania' olarak bildiriliyor. Bunun haritada yer almasına rağmen pilotların neden bu rotayı kullandığı ise bilinmiyor. Havacılık uzmanları, helikopter veya görerek uçuş yapan uçakların pilotlarının bölgeyi çok sık kullandığı, kulenin nerede olduğunu çok iyi bildiklerine dikkat çekiyor.
Çift motorlu, yüksek performanslı helikopterin teknik arıza yaşayıp yaşamadığı ise Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü ekiplerinin yapacağı araştırma sonrasında ortaya çıkacak. Enkazda helikopterin kuyruğunun gövdeden ayrıldığı, muhtemel olarak çarpmanın ana rotor olarak adlandırılan gövde üzerindeki paller veya gövdenin çarpmış olabileceği düşünülüyor. Belediye Başkanı Hasan Akgün, olumsuz hava koşullarına dikkat çekerek, "Bize uçak düştüğü söylendi. Gittiğimizde helikopterin düştüğünü gördük. Yol şu anda çift taraflı trafiğe kapalı. 15 dakika öncesine kadar görüş mesafemiz sıfırdı. Helikopter direğe mi, yere mi, kuleye mi çarptı? Burası yüksek bir yer bilmiyoruz" dedi.
Akgün, "alandan 7 kişi olarak kalktıkları bilgisi geldi. Ama şu anda bizim önümüzde 5 ceset var" diye konuştu. Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, şöyle devam etti: "Şimdi doğrulandı. Eczacıbaşı'na ait helikopter. İçerisinde 5 kişi vardı. 5'i, de maalesef hayatını kaybetti. 4-5 parça şu anda helikopter. Özel helikopter. Atatürk Havalimanı'ndan kalkıyor bu istikamette giderken TÜYAP'ı geçtikten sonra Büyükçekmece tepesinde bu noktaya düşüyor. Ölü sayısı 5. Eczacıbaşı bize de ölü sayısını 7 olarak açıkladığını bize de söyledi ama, 7'de olabilir. Bizim bulduğumuz 5 tane. Ama kask sayısının 7 olduğunu söylüyorlar. Helikopter paramparça. Helikopterden sağ kurtulanın şu an için mümkün olmadığı görülüyor. Alandan 7 kişi olarak kalktıkları bilgisi geldi. Ama şu anda bizim önümüzde 5 ceset var."
"NASIL BÖYLE BİR HAVADA HELİKOPTERE UÇUŞ YAPTIRILIR?"
Hasan Akgün, "Büyükçekmece'de, 1 metre sonrası görünmüyordu. Uçuşu yapanların takdiridir. Ben bilemem. Nasıl böyle bir havada helikoptere uçuş yaptırılır? Zor bir iş" dedi.
DÜŞEN HELİKOPTERLE İLGİLİ KUĞU HAVACILIK'TAN AÇIKLAMA
Kuğu Havacılık ve Turizm AŞ Genel Müdürü Gürcan Mallı, İstanbul Büyükçekmece'deki helikopter kazasına ilişkin yaptığı yazılı açıklamada, şu ifadelere yer verdi: "Havacılık bünyesinde operasyon yapmakta olan TC-HEZ kuyruk numaralı 2008 üretim tarihli Skorsky S76 C++ tipli helikopterimiz İstanbul Atatürk Havalimanı'ndan Eskişehir Bozüyük seferini yapmak üzere saat 11.20'de kalkış yapmıştır. Kalkıştan kısa bir süre sonra helikopterimizin Beylikdüzü mevkiinde maalesef kaza kırıma uğradığı haberi tarafımıza ulaşmıştır. Helikopterimizde uçuş ekibinden 2 kişi ve 5 yolcu bulunmaktadır. Uçuş ekibi Alaattin Nacar ve Ahmet Bulut, yolcu isimleri ise Salim Özen, Aleksandr Vanin, Igor Kochergin, Luidmila Chuprova, Elena Badragan." Açıklamada ayrıca, "Yaşanan elim olaya ilişkin inceleme ve araştırmalar devam etmekte olup yeni bilgilere ulaşıldıkça kamuoyu ile paylaşılmaya devam edilecektir" denildi.
'BİZİ ALLAH KORUDU'
Büyükçekmece'de düşen helikopterin çarptığı TV kulesinin güvenlik görevlileri olay anını anlattı.
6 aydır kulede geceleri mesai yapan Emrullah Kuru, olay anında kulenin hemen yanındaki konteynerda istirahat ettiğini ve büyük bir gürültüyle dışarı çıktığını söyledi. Kuru, "Yatağımın üzerinde uzanıyordum. Önce helikopterin sesini duymuştum. Kısa bir süre sonra büyük bir gürültü duyduk. Helikopter önce kuleye çarptı sonra da yola düştü. Bizim yattığımız yer ile kule arası 50 ila 60 metre mesafe var. Bizi Allah korudu. bizim üzerimize de düşebilirdi" dedi.
"SESİ DUYUNCA DIŞARI FIRLADIK"
Aynı yerde yine güvenlik görevlisi olarak çalışan Yener Saygılı da "Biz sesi duyunca dışarı fırladık. Dışarı çıktığımızda helikopterin yola düştüğünü gördük. Dumanlar yükseliyordu" ifadelerini kullandı.

9 Mart 2017 Perşembe

FLAŞ HABER "Wikileaks‘te yayımlanan Stratfor belgelerinde; RECEP TAYYİP ERDOĞAN’ın Baş Danışmanı İBRAHİM KALIN, CIA RAPORTÖRÜ çıktı!.."

RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN BAŞ DANIŞMANI İBRAHİM KALIN, CIA RAPORTÖRÜ ÇIKTI!..
BAKIN ŞU MEMLEKETİN HALİNE…
CIA‘nın gölgesi olarak adlandırılan Stratfor‘un kaynağının Başbakan Erdoğan’ın dışişlerinden sorumlu Başdanışmanı İbrahim Kalın olduğunu, Wikileaks‘te yayımlanan Stratfor belgelerinde ortaya çıktı… Stratfor, AKP iktidarını zor durumda bırakmaya devam ediyor…
Stratfor nedir? Parçalanmış Türkiye haritasını ilk yayımlayan düşünce kuruluşudur. Amerikan özel istihbarat kuruluşu Stratfor, Amerikan Savunma Bakanlığı birimleriyle birlikte özel kuruluşlara da kritik istihbarat satan, bir kuruluş… Aynı zamanda gayriresmi CIA olarak da adlandırılıyor… Stratfor, merkezi Teksas’ta bulunan bir “küresel istihbarat” şirketi. Hindistan Bhopal’daki Dow Chemical ile savaş uçağı üreticileri Lockheed Martin, Northrop Grumman ve Raytheon gibi büyük şirketlerin yanı sıra, İç Güvenlik Bakanlığı, Deniz Piyadeleri Komutanlığı ve Askeri İstihbarat Örgütü gibi Amerikan devletinin kurumlarına da gizli istihbarat sağlıyor. Özellikle Türkiye ve Ortadoğu’daki ülkelerde önemli birimlerde görev alan kişilerle kurduğu e-mail ağı ve istişare ağı vasıtasıyla ülkelerin devlet sırları hakkında önemli bilgiler ediniyor. Üyeleri de bazı bilgileri e-mail aracılığyla merkeze rapor ettiği ortaya çıktı. Türkiye’de ise birçok üyesi olduğu ve en çarpıcı olanının ise Başbakanın Başdanışmanı İbrahim Kalın olduğu ortaya çıktı…
İbrahim Kalın kimdir? İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirdi. Malezya’daki İslam Üniversitesi’nde yüksek lisans, ABD’deki George Washington Üniversitesi’nde karşılaştırmalı beşeri bilimler ve felsefe alanında doktora yaptı. Amerika’da College of the Holy Cross’ta dersler verdi. Felsefe, İslam düşüncesi ve uluslararası ilişkiler gibi alanlarda uzmanlaştı. SETA adlı araştırma şirketinin kurucu başkanı. Akademik yayınlarının ve yorum yazılarının yanı sıra “MacMillan Encyclopedia of Philosophy, Encyclopedia of Religion ve Oxford Dictionary of Islam” gibi ansiklopedik eserlere de katkıda bulundu. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasıyla boşalan dış politikadan sorumlu Başbakan Başdanışmanlığı’na atandı. İbrahim Kalın’ın yazdığı ve Yunancaya çevrilen “İslam ve Batı” adlı kitabın kapağındaki -tek göz mason simgeleri de dikkati çekiyor… İbrahim Kalın, aynı zamanda Sabah gazetesi köşe yazarı.
SABAH AYNEN BASACAK!
Stratfor’da Sabah Gazetesi ile anlaşma bombası… 
Stratfor’un haber yaptırmak için her zaman Başbakanlık danışmanlarının aracılığıyla ilişki kurduğu konfedere ortağı “Sabah Gazetesi“yle işbirliği de karşılıklı istihbarat ve enformasyon aktarımına dayanıyor. Derin Posta’da işin “haber yaptırma”  boyutu defaatle örneklenmiş. 30 Eylül 2011’de Emre Doğru, Reva Bhalla’ya yazıyor: “Reva- Suriye konulu yazımızı konfedere ortağımız Sabah’a gönderdim, yarın aynen basacaklar.” yazıyor…
BÜYÜK BİR KAYNAK!
Stratfor Direktörü G. Friedman’ın Başbakan’ın danışmanı İbrahim Kalın’la ilgili mesajından: “Bu adam büyük bir kaynak, ilişki gizli kalmalı, İbrahim’in müdahale yeteneği bizim statümüzü ortaya koyuyor. Bu adam büyük bir kaynak.” dediği de ortaya çıktı… 
SORU 1: İslam dinimize ters olan batı felsefesi ile ve gene İslam dinimizde küfür olarak karşılanan “İslam düşüncesi” gibi konularda uzmanlaşan ve Yunancaya da çevrilmiş “İslam ve Batı” kitabını yazan İbrahim Kalın; Dinler Arası Diyalog ve Ilımlı İslam küfrünün Türkiye’deki faaliyetlerindeki rolü nedir?
SORU 2: Acaba Başbakan’ın başdanışmanı İbrahim Kalın devlete ait gizli bilgileri Başbakan Erdoğan’ın bilgisiyle mi veriyordu?

6 Mart 2017 Pazartesi

"Ankara Üniversitesi TOG_Toplum Gönüllüleri Vakfı" Gönüllü Katılımcı ve Üyeleri "8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ" Dolayısıyla Ankara Sakarya Caddesinde Bir Sergi Açtı; Tanıtım ve Kampanya Etkinlikleri Yaptı (06 Mart 2017)


KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN!..
Erdal Akalın 
8 Mart Kadınlar Günü (hatta Emekçi Kadınlar Günü), hemen her yıl olduğu gibi hep birlikte kutlanacaktır.  Paneller, konuşmalar ve etkinlikler ile özellikle Medeni Kanun anılacaktır.  İşin ilginç tarafı, kendisini halen Mecelle hükümlerine bağlı hisseden ülkemin ağırlıklı kadınları da alkışlayacaktır bu güzellemeleri.  Kadınlara son yıllar içerisinde taciz, tecavüz ve fiziki saldırıların % 1400 kez arttığı güzel ülkemin saygın kadınlarına bu vesile ile bu köşeden selamlar olsun!
AK-ŞAKA, kadınlara pozitif ayrımcılık ilkesine saygılı bir T.C. Vatandaşı olarak, bu yıl hamaset içeren bir yazı yerine, ülkemizin özeleştiri yapabilmeyi başarılı bir şekilde becermiş bir kadının ünlü makalesini köşesine taşımayı düşünmüştür.
Sayın Pakize Suda tarafından yıllar önce kaleme alınmış olan “Ahh Biz Kadınlar!” başlıklı makaleyi uzun süredir sakladığı arşivinden çıkararak, bu özel günde yeniden kadınlarımız ile paylaşmak üzere karşınızdadır.   Okumuş olanlara anımsatmak ve daha önce okumamış olanlara da okutmak üzere işbu yazı aşağıdadır;
***
“Bütün kadınlar birbirlerini rakip olarak görürler. Birbirlerini kıskanmaları için ayni meslekten olmaları ya da menfaatlerinin çatışması falan şart değildir. Ortalıkta kendilerinden başka kadınların da dolaşıyor olması, kıskanmaları için yeterli bir sebeptir. Yolu kadınların görev yapmakta olduğu bir yere, örneğin bir banka şubesine düsen bir kadın, gördüğü muameleden bunu şıp diyerek anlayabilir.
Bütün kadınların mutlaka koşulacak şartları vardır. 'seninle evlenirim ama...', 'dediğini yaparım ama...'
Nedense bütün aşk şiirleri, en duygulu şarkı sözleri hep erkekler tarafından yazılmıştır, çok duygulu oldukları söylenen kadınların bu sırada ne yaptıkları merak konusudur. Bence kadınlar o sırada diğer kadınları incelemekle meşguldürler. 'ne giymiş, ne takmış, benden güzel mi?’
Erkekler (eğer ruh hastası değillerse) eşlerini çok yakın arkadaşlarından, akrabalarından, yani olur olmaz herkesten kıskanmazlar. Oysa kadınlar, hiç ayırım yapmaksızın, ömür boyunca, istisnasız her dişiden kıskanırlar kocalarını.
30 yaş büyük bir kadınla, sırf parası için evlenen pek az erkek vardır. Buna karşılık etraf, babası, hatta dedesi yaşında, ama mutlaka zengin erkeklere âşık olan (!) kadınlarla doludur.
Hiç bir kadın çalıştığı yerde üstünün kadın olmasını istemez. Vallahi bunu ben söylemiyorum, anketler öyle diyor.
Erkekler kadınlardan ilgi, şefkat, sevgi dışında pek bir şey beklemezler. Kadınlara bunlar asla yetmez, ilâve olarak iki bilezik, bir yüzük gerekir çoğu zaman.
Gelin-kaynana çekişmesinin fıkralara geçtiği ülkemizde hiç damat-kayınpeder çekişmesine tanık oldunuz mu?  'Elti gemisi yürümez' diye bir söz vardır da neden bacanaklar için söylenmiş benzer bir lâf yoktur?
Evli kadınla ilişkiye giren çok az erkek vardır. Buna karşılık evli erkekle hiç düşünmeden ilişkiye giren kadın sayısı, benim bildiğim, gördüğüm, duyduğum kadarıyla bir hayli kabarıktır.
Erkekler bir araya geldiklerinde işten, politikadan, futboldan bahsederler genellikle. Kadınlar bir araya geldiğinde ise vay o anda orada olmayan diğer kadınların hâline!
Eşlerinden, 'yorgunum', 'başım ağrıyor' bahanesiyle mümkün olduğunca kaçan kadınlar, ortaya ikinci bir kadın çıktığı zaman aniden kocalarını çok sevdiklerini (!) fark ederler.
Kocası tarafından aldatılan kadınlar genellikle boşanmak yerine, bir çocuk daha yapmayı tercih ederler. Tersi durumda ise erkekler kadınlar kadar akıllı olmadıkları için bunu gurur meselesi yapar ve kadını hemen boşamaya kalkarlar.
Kadınlar evde akşama kadar istedikleri gibi yaşarlar. Ne karışanları ne de görüşenleri vardır. Erkeklerin ise akşamdan akşama geldikleri evlerinde pek de özgür oldukları söylenemez. Kendilerine durmadan oraya oturmaması, sigarasının külüne dikkat etmesi, ayakkabısını çıkarması hatırlatılır.
Kadınlar akşama kadar kocalarının bilgisi dışında istedikleri arkadaşlarını misafir ederler. Oysa hiç bir erkek karısından izin almadan eve bir erkek arkadaşını getiremez. Hatta izin alarak bile.
Kadınlar her istediklerinde eşlerinden izin almadan annelerini ziyaret edebilirler. Erkekler ne haberli, ne habersiz, yanlarında eşleri olmadan asla annelerine uğrayamazlar.
Kadınlar bütün ilişkilerinde hesap kitap içindedirler. Asla şeffaf değildirler. Hoşlanırlar, hoşlanmaz gibi davranırlar, isterler, istemez gibi yaparlar.
Eşleriyle sorunlarını çözmede bedenlerini silâh olarak kullananlar bile vardır. Vücutlarını göstermeye bayılırlar. Açık, dar, şeffaf, kısa giyerler. Sonra da 'neden bakıyorsunuz?’ diyerek sinirlenirler. Aslında amaçları baktırmaktır, ama bunu asla kabul etmezler, özgürlükten, rahatlıktan, medeniyetten falan söz ederler.
Nereden biliyorsun, derseniz ben de kadınım oradan biliyorum.
NOT: İstisnalar kaideyi bozmaz. ( Bence de bunu okuyan bütün kadınlar kendini istisna olarak kabul edecektir! )”.
***
Kıssadan hisse: 
“ Kadınlar şairleri severler, ama müteahitlerle evlenirler!”
                                                                                              Erdal Akalın (05.03.2017)

SON DAKİKA: "TARLALARA ZEHİRLİ ATIK DÖKÜLÜYOR" TÜBİTAK O RAPORU AÇIKLADI! ZAVALLI TARLA FARELERİ "40 DAKİKA İÇERİSİNDE" ÖLMÜŞLER...

SON DAKİKA:
TÜBİTAK O RAPORU AÇIKLADI! 40 DAKİKA İÇERİSİNDE ÖLMÜŞLER...
Antalya Korkuteli’nde köylüler, tarım arazilerine dökülen atık çamurunu yargıya taşıdı. Çamur TÜBİTAK’ta analiz edildi, çıkan sonuç dehşete düşürdü; “Atık maddeyi yiyen fareler 40 dakika içinde öldü.” Duruma isyan eden köylüler, ‘Ya o toprakları ekseydik?’ diyor. Zararlı atık olduğu belirlenen maddenin risk taşıdığı da raporda açıklanıyor. "Arpa ekmeye gittiğim de tarlama atık çamur döküldüğünü gördüm. Burada tarım yapılamayacağını anlayınca tarlamı boş bırakmak zorunda kaldım”... Bu sözler Antalya’nın Korkuteli İlçesinde yaşayan Zekeriya Bozkurt’a ait. Bozkurt, tarlasındaki atığı görünce ekin ekmekten vazgeçmiş. Vazgeçmese birçok kişinin sağlığını da büyük tehlikeye atmış olacaktı.
Korkuteli’nin İmecik, Beyiş, Avdan ve Ulucak köylerindeki tarlalar ile Bayatbadem çevresindeki ormanlar 4 yıldır atık çamuru istilasına uğruyor. Köylüler çaresiz. Kendilerinden habersiz tarlalarına kara çamurun dökülmesini birçok kuruma şikayet etmişler ama henüz sonuç alamamışlar. Köylüllüren Korkuteli Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptıkları suç duyurusu sonrası ‘Çevreyi kasten kirletmek’ suçlamasıyla atığı döken firma hakkında kamu davası açılmış.
SINIR DEĞERLER AŞILMIŞ
Ama köylüler işin peşini bırakmamakta da kararlı. TÜBİTAK’a mail atarak topraklarının incelenmesini isteyen köylülerin talebine TÜBİTAK da olumlu yanıt vermiş. Kurumun geçtiğimiz yıl köylülerden birinin arazisine dökülen çamur örneği üzerinde yaptığı analiz sonucunda, ağır metallerden krom, nikel ve çinkonun değerinin sınır değerleri aştığı rapor edilmiş.
BALIKLARIN YARISI ÖLDÜ
Ulucak Mahallesi TÜMOŞ Mermer Ocağı Karşısında kirletilmiş torak ve temiz toprak (referans toprak) örneklerinin analizi neticesinde de, sulu çözeltiyle maddeye maruz bırakılan balıkların kısa zamanda yüzde 50’sinin öldüğü belirtilmiş. Raporda, atığın sucul ortamlarda yaşayan su canlıları için riskli olduğu sonucuna da yer verilerek, farelere laboratuar ortamında atıktan doz uygulanmış ve yedirildikten sonra 40 dakika içinde öldükleri kaydedilmiş. Zararlı atık olduğu belirlenen maddenin risk taşıdığı da raporda açıklanıyor.   
‘25 HAYVANIMIZ ÖLDÜ’
Zehirli atığı ilk kez 2015 sonbaharında arpa ekmek için tarlasına gittiğinde gördüğünü anlatan köylülerden Zekeriya Bozkurt, “Atık tesisinde çalışan bizim köylümüz. Telefonla aradım ve neden çamuru bizim tarlamıza döktüğünü sordum. Bana ‘tarlana atığı tesisin kamyonunun kullanan A. Y. döktü’ dedi. Tarlama en az 5-10 kamyon atık dökülerek tarlaya sermişler ardından da sürüp, toprakla karıştırmışlar. Gittiğimde tarla simsiyah olmuştu. Tarlama dökülen maddenin zehirli olduğunu duyduğum için bir şey ekmedim. Benim 4 dönüm, Halit Armut’lunun 5 dönüm, toplamda 9 dönüm tarlayı ekememiş olduk. Tarladan yaklaşık 4 ton arpa kaldırabilirdik ama ekemediği için ürünü satın almak zorunda kaldık. Bu durumdan tüm köylüler mağdur ama kimse sesini çıkaramıyor. Çıkarmak istenenin ise sesini para yardımı yaparak kesiyorlar. Bu zaman içinde yaklaşık 25 küçükbaş hayvanımızda zehirlenerek öldü” dedi. 
‘TOPRAK ZEHİRLENDİ’
32 yaşındaki Muhammet Küçükkuş ise, “Doğma büyüme buralıyım. Bizim 2 dönümlük arazimiz var ve burada arpa, buğday, nohut yetiştirirdik. Bu tarlalarımıza atık çamur döküldü. Tarlalarımızın rengi siyaha döndü, toprağımız zehirlendi. Yetkililer de bu durumu görmezden geliyor. Bir an önce bu duruma çözüm bulunmasını istiyoruz” diye konuştu. 
ASAT’A GİTMESİ GEREKİYOR
Atık çamurları, Antalya Büyükşehir Belediyesi Antalya Su ve Atıksu idaresi (ASAT) Genel Müdürlüğü’nde kurutularak bertaraf ediliyor. Ancak iddiaya göre ASAT’a çamurları götürmekle yükümlü bir firma, atığın yasal olarak kurutabileceği tesis yerine çamuru tarlalara döküyor. (06 Mart 2017-12.35)