27 Ekim 2019 Pazar

29 EKİM 2019 CUMHURİYET BAYRAMI KUTLANIRKEN GEÇMİŞİ HATIRLAYALIM


29 EKİM 2019 CUMHURİYET BAYRAMI KUTLANIRKEN GEÇMİŞİ HATIRLAYALIM. 
İşgal altındaki İstanbul
Prof.Dr.Hakan Özoğlu 

Birinci Dünya Savaşı (1914-18) sonunda yenilen Osmanlı İmparatorluğu'nun imzaladığı Mondros Ateşkes Anlaşması (30 Ekim 1918), İtilaf devletlerine, güvenlik için gerekli gördükleri Osmanlı topraklarına asker çıkartma yetkisini tanımıştı. Bunu fırsat bilen Müttefikler, birer birer İstanbul’u işgal etti. Mondros’un imzalanmasından sadece 13 gün sonra Fransa ve İngiltere İstanbul’a asker çıkarttı. Ama İstanbul’un resmi olarak işgali, 16 Mart 1920 tarihinde ilan edildi. Bu tarihte yayınlanan bildiride, işgalin geçici olduğu, Boğazların ve azıklıkların güvenliği için buna gerek duyulduğu ilan edildi. 
Fakat özellikle İngiltere, İstanbul’un geleceğinin nasıl olması gerektiğini tartışmaya açmıştı bile. İşgalin resmileşmesinin üzerinden 5 ay gibi kısa bir süre geçmesinin ardından İngiliz üst düzey yönetimi, İstanbul’un ayrı bir devlet olarak yapılanması fikrini tartışıyordu.

İngilizlerin "İstanbul Devleti" projesi
İngiliz arşivlerinde CAB/23/35 numarayla kayıtlı ve 11 Ocak 1920 tarihli bir belgeye göre, Paris’te İngiliz Başbakanı Lloyd George’un otel odasında, İngiltere Dışişleri Bakanı Earl Curzon, Bonar Law, Lord Birkenhead ve Hindistan’taki İngiliz yönetiminin Dışişleri Bakanı E. S. Montagu’nun da katıldığı bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıda, Osmanlı Devleti’nin Avrupa topraklarından çıkarılması ihtimaline karşı bir proje üretilerek İstanbul’un ayrı bir devlet olması tartışıldı.
Bu projeye göre kurulacak İstanbul Devleti’nin sınırları, Avrupa yakasında Marmara Denizi ve Enos-Midis (veya Çatalca) hattı arasında olacaktı. Anadolu yakasında ise Boğaziçi’nin Şile-İzmit hattının batısı, bu devletin sınırları içinde kalacaktı. Çanakkale Boğazı’nın da İstanbul Boğazı gibi bu yeni devlete dahil olması öngörülmüştü. Çanakkale Boğazı’nın Anadolu’daki sınırları, Bozcaada dahil olmak üzere, 80 kilometrelik bir hat üzerinde olacaktı. Bu iki boğaz bölgesi haricindeki Marmara Denizi’ne bitişik Anadolu toprakları, Osmanlı Devleti’ne bırakılacaktı. 
Kuşkusuz bu projenin amacı, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının kontrol altında kalmasıydı. Karadeniz ile Akdeniz arasındaki bütün adalar (cümlenin İngilizcedeki kuruluşuna göre buna Ege Denizi’ndeki adaları katmak mümkün ama yazının mantığına göre sanıyorum Marmara Denizi’ndeki adalar kastedilmiş) İstanbul Devleti’nin toprakları olacaktı. Sonuç olarak bu projenin uygulanabilirliğinin güçlüğü göz önüne alınarak, ayrı bir İstanbul Devleti kurulmasından vazgeçildi.
Amerikalı diplomatların 'işgal altındaki İstanbul' gözlemleri
Gerçekten de böyle bir proje çok masraflı olabilirdi. Zira işgal altındaki İstanbul gerçekten çok sefildi. Bu bağlamda İstanbul’daki günlük yaşamın nasıl olduğu konusundaki detaylı bilgiyi içeren bir raporu paylaşmak uygun olur. İşgal sırasında İstanbul’da görev yapan Amerikalı diplomatların yazdığı ve ABD arşivlerinde 867.50/4 numara ile kayıtlı bu belgenin Washinton’a gönderiliş tarihi 30 Ocak 1919. Ancak belge, içerisinde 26 Aralık 1918 tarihli bir raporu da içeriyor.
26 Aralık 1918 tarihli rapor, İstanbul’a gönderilecek Amerikalı diplomatlara bilgi mahiyetinde yazılmış bir doküman. Luther R. Fowle isimli bir diplomat tarafından kaleme alınan ilk bölüm, "İstanbul’da Yaşam Koşulları" başlığı altında ama genellikle savaşın getirdiği enflasyondan bahsediyor:
"Sağlığı yerinde olan yetişkinler için yaşam koşulları genellikle kaç paran olduğuna bağlı. Parası olanlar için bulunmayacak yiyecek çeşidi hemen hemen yok gibi. Fakat halkın çok büyük bir çoğunluğu sefalet içinde... Enflasyon, savaşın başladığı zamana göre yüzde bin artış göstermiş durumda... Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının üzerinden beş hafta geçti. Şu ana kadar henüz büyük bir bulaşıcı hastalığa rastlanmadı ama şehir çok kirli. Çocuklar ve burada işi olmayan yetişkinlerin kesinlikle buradan uzak durmasını tavsiye ederim."
İngilizlerin "bağımsız İstanbul" projesinin amacı, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının kontrol altında kalmasıydı. Sonuçta projenin uygulanabilirliğinin güçlüğü göz önüne alınarak, ayrı bir İstanbul Devleti kurulmasından vazgeçildi.


by Hakan Özoğlu
Fowle’ın raporunda belirttikleri, İstanbul’da görevli Lewis Heck adlı başka bir diplomatın gözlemlerinin bir özeti. Aynı dosyada yer alan Heck imzalı rapor; enflasyonun günlük tüketim gıdaları üzerindeki etkisini, kömür krizini, ulaşım problemlerinin hayatı nasıl etkilediğini çok daha detaylı bir biçimde anlatıyor: 
"İstanbul’da su, elektrik, tramvay ve şehir hatları servislerinin verilebilmesi için yaklaşık 1200 ton kömüre ihtiyaç vardır. Almanlar yakın zamana kadar şehre günde 300 ton kömür gönderiyordu ama savaş bittikten sonra bu durdu. Zonguldak’ta Osmanlı ordusunun disiplini altında çalıştırılan kömür madencilerinin çoğu savaştan sonra işi durdurdu. İstanbul’daki kömür stokları hemen hemen eridi. Aldığımız raporlara göre, Almanlar, ülkeyi terk etmeden önce Zonguldak’taki madenlerde kullanılan makineleri bilerek kırdılar. Geçen Kasım ayında (1918) üç haftalık bir süre ile şehre elektrik verilemedi. Bu zaman zarfında şehir halkının güvenliği büyük tehdit altına girdi çünkü geceleri sokaklar hırsız ve soyguncuların kontrolüne geçti. Her gece pek çok insan öldürüldü. Bunların çoğu politik suikastlardı."
Raporda, bu siyasi suikastların ve üç haftalık elektrik kesintisinin bir rastlantı olup olmadığı konusunda bir bilgi yok ama bunun da bir olasılık olduğunu gözden kaçırmamak lazım. Kömür krizinin önemli başka bir boyutu da Heck’in raporundan anladığımız kadarı ile tramvayların tamamen durması. Bunun neticesinde sokaklar, işine gidemeyen pek çok insanın da işsizlere katılmasından dolayı yürünemeyecek haldeymiş. Suyun da şehre ancak günde birkaç saat verilebildiğini anlatan Heck, şehrin sokaklarının bu yüzden temizlenemediğini anlatıyor:
"Boğaz’daki vapur seferleri de kömür eksikliği yüzünden düzenli yapılamıyor. Kömür bulup sefer yapan birkaç tekne ise tepeleme dolu ve çok tehlikeli seferler yapıyor ama şu ana kadar henüz kaza olmadı. Trenler de bu krizden nasibini aldı ve seferlerin çoğu yapılamıyor. Bunun neticesi olarak da Anadolu ve Trakya’dan getirilen tahıl gibi önemli gıda maddeleri şehre ulaşamıyor. Bu da şehirdeki kıtlığın ve enflasyonun önemli sebeplerinden biri."
Heck raporuna şöyle devam etmiş:
"Yine de bu şehirde, özellikle savaşın son iki yılında büyük paralar kazanmış olanlar var. Bu kişiler ya yüksek seviyede devlet görevlileri ya da onlarla yakın ilişkide olanlar. Bu kişiler. Mütareke’den önce zengin olduklarını saklamıyorlardı ama şimdi politik sebeplerden dolayı çok daha gizlilik içinde yaşıyorlar ve paralarının ya savaşta nötr kalmış yada Almanya, Avusturya gibi ülkelere kaçırıyorlar."
Heck, bahsettiği kişilerin kimliği konusunda bilgi vermemiş. Raporu okurken, böyle bir ortamda yaşayan sefil çoğunluğun hayat standartlarının nasıl olabileceği konusunda bir fikir sahibi de olabiliyoruz. Mesela Heck, tekstil ürünlerindeki krizden bahsederken, bir kişinin aynı giysiyi birkaç yıl boyunca her gün giymek zorunda olduğunu söyleyerek, sokaktaki insanın görünüşünü zihnimizde canlandırmamıza yardımcı oluyor. Salgın hastalıklar konusunda da raporda şunlar geçiyor:
"Şu anda İstanbul’da ciddi bir salgın yok. Ama tifüs, tifo, çiçek hastalığı vakalarına rastlanıyor. Yakın zaman önce iki önemli enflüanza salgını oldu. Biri hafif geçti sadece birkaç kişi öldürdü ama öteki pek çok genç insanın ölümüne sebep oldu."
Bütün bu sefalete rağmen, bence raporun en ilginç bölümlerinden biri, Heck’in bu şehirde parası olanın bulamayacağı şeyin olmadığı bilgisi. Heck devamla şöyle diyor:
"İstanbul’daki bütün bu sefalete rağmen bu şehir, yine de özellikle zenginler için dünyanın en büyük stoklarına sahip şehirlerden biri. Burada, yüksek fiyatı ödendiğinde bulunamayacak bir şey yok gibi."  
Lewis Heck bu iddiasını ispat için İstanbul’daki zenginlere hitap eden bir lokantanın menüsünü raporuna eklemiş ve menüdeki yemeklerin Avrupa başkentlerindeki en lüks lokantalarla aşık atabileceği fikrini okuyucusuna vermiş. Yani İstanbul, işgal altında bile tezatlar şehri olmaya devam etmiş.
İşgal altındaki İstanbul yıllarında Müttefiklerin ilgilendiği konular, aslında mevcut hayat şartlarının nasıl iyileştirilebileceği değildi. Onlar, "Osmanlı İmparatorluğu'nun geleceği ne olmalı?" konusu kadar, "İstanbul’un nasıl bir geleceği olmalı?" konusunu da tartışıyorlardı. Bu soruya verilecek cevapların içinde İstanbul’un ayrı bir devlet olarak yeniden yapılandırılması konusuna, İngiliz arşivlerindeki CAB/23/35’de kayıtlı bir belge üzerinden yukarıda kısaca değinildi. Bu belgede maalesef harita yoktu. 
İlginçtir ki başka bir Amerikan arşiv belgesinde (867.00/833), İstanbul’u ayrı bir devlet olarak gösteren böyle bir haritaya rastlıyoruz. Dönemin ABD İstanbul Başkonsolosu Bie Ravndal’ın 2 Aralık 1918’de Washington’a gönderdiği raporda iki harita vardı. Birinci harita, 10 Ağustos 1920’de imzalanacak Sevr Antlaşması sırasında teklif edilecek olan Osmanlı’nın bölüşülmesinin haritası. İkincisi ise konumuzla alakalı olan "bağımsız bir İstanbul" projesi ile ilgili harita. Buradan da anlaşılıyor ki, bazı Amerikalı diplomatlar, tıpkı İngilizler gibi, sınırları neredeyse birbiri ile çakışan bağımsız bir İstanbul bölgesi düşünmüşler. İstanbul’un resmen işgalinin 95. Yıldönümünde, bu haritayı da paylaşmak istedim.
Prof. Dr. Hakan Özoğlu
 Prof. Dr. Hakan Özoğlu, Central Florida Üniversitesi (ABD) Orta Doğu Araştırmaları Programı Direktörü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. ABD’deki Ohio State Üniversitesi'nde tarih doktorası yaptı. 'Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası' (Kitap Yayınevi, 2011) isimli kitabı, 'From Caliphate to Secular State: Power Stuggle in the Early Turkish Republic' başlığıyla İngilizcede (Santa Barbara, CA: ABC-Clio/Praeger Publishers, 2011) yayımlandı. 'Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçiliği'(Kitap Yayınevi, 2005) ise 2012'de 'Dewleta Osmanî û Neteweperwerên Kurd' başlığıyla (Kitap Yayınevi, 2012) Kürtçeye çevrildi. 
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Central Florida Üniversitesi (ABD) Orta Doğu Araştırmaları Programı Direktörü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. ABD’deki Ohio State Üniversitesi'nde tarih doktorası yaptı.

21 Ekim 2019 Pazartesi

Memur fazla mesai ücretleri zamlandı, memura iyi haber.


MEMURLARA İYİ HABER.
MEMUR FAZLA MESAİ ÜCRETLERİ ARTTIRILDI. 
İşte 2019 zammı...

Memur mesai ücretleri zamlandı. Yapılacak zam memurlar tarafından uzun süredir merak ediliyordu. Nihayet memur fazla mesai zammı belli oldu. Son düzenlemeye göre devlet memurlarının saat başına fazla mesai ücretleri, yeni yılda 13 kuruş artarak 2 lira 26 kuruşa yükselecek.
2020 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi’ne göre, memurların saat başı fazla çalışma ücreti, yeni yılda yüzde 6.1 artış gösterecek. 2 lira 13 kuruş olan saat başı fazla mesai ücreti, 1 Ocak 2020’den itibaren 2 lira 26 kuruş olarak uygulanacak.
Bakanlıkların özel kalem müdürlüklerinde çalışan personele ve makam şoförlerine ayda 90 saati, genel müdürlüklerin merkez teşkilatlarında görevli şoförlere de yeni yılda 60 saati geçmemek üzere 2.25 lira yerine 2.39 lira fazla mesai ödenecek.
Her makam için aylık toplam 450 saati geçmemek kaydıyla daire başkanı ve daha üst birimlerin yöneticileri, rektör, büyükşehir ve il belediye başkanlarıyla çalışan personel de yine ayda 90 saati geçmemek saat başına 2.39 lira fazla çalışma ücreti olacak.
Diğer fazla mesai ücretleri ayda 90 saati aşmamak kaydıyla yeni yılda 2.26 lira olarak ödencek.
Harcırah da artıyor
Mesleki ve teknik eğitim bölgesinde yer alan meslek yüksekokullarıyla ilişkilendirilen ve teknik ortaöğretim kurumlarında görev yapan Milli Eğitim Bakanlığı idari personeline, yasal çalışma saatinin bitiminden sonra fiilen yaptıkları fazla mesai için ayda 100 saati geçmemek kaydıyla saat başına 3.90 lira ödemede bulunulacak.
Harcırah Kanunu uyarınca verilecek yurt içi gündelik ve tazminat tutarları da belirlendi.
Buna göre harcırah tutarları 73.25 lira ila 42.15 lira arasında değişecek.

12 Ekim 2019 Cumartesi

Barış Pınar Harekatı konusunda Dünya Basını ne diyor:


DÜNYA BASININDAN SEÇMELER:

İngiltere basınında Barış Pınarı Harekâtı - Times: IŞİD'li tutuklular kaçmaya başladı.

Türkiye'nin Suriye'nin kuzeydoğusuna yönelik Çarşamba günü başlattığı Barış Pınarı Harekatı 4. gününe girerken, operasyon İngiltere basınında geniş yer bulmaya devam ediyor.
Haberlerde sınırın iki tarafında da yaşanan sivil ölümlerine dikkat çekilirken, Financial Times gazetesi Batı'da kınanan operasyonun Türkiye içinde destek bulduğuna vurgu yapıyor.
Times: 5 IŞİD'li kaçtı
Times gazetesi, IŞİD'lilerin tutulduğu ve güvenliğini Kürtlerin sağladığı cezaevi ve kamplardan ilk firar haberlerinin gelmeye başladığını duyuruyor ve "ilk IŞİDli tutukluların dün akşam kaçtığını" belirtiyor.
Times, Suriye Demokratik Güçleri'ne dayandırdığı haberinde, Kamışlı'daki Navkur cezaevinden dün 5 IŞİD'linin kaçtığına ancak bu bilginin bağımsız kaynaklarca doğrulanamadığına dikkat çekiyor. Kamışlı'da dün bomba yüklü araçla yapılan saldırıyı ise IŞİD'in üstlendiğini hatırlatıyor.
Bu cezaevlerinin güvenliğinden sorumlu Kürtlerin, Türkiye'nin operasyonuna karşı koymak için buralardan ayrılmasıyla, cezaevi ve kampların güvenlik ve düzeninin çökmeye başladığı aktarılıyor.
Barış Pınarı Harekâtı: Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu New York Times'a yazdı: Kürtler düşmanımız değil.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu New York Times'ta yayımlanan "Türkiye'de neden Suriye'de savaşıyor?" başlıklı makalesinde, Barış Pınarı Herakâtı'nı başlatan Türkiye'nin pozisyonunu yeniden anlattı ve harekatın Suriyeli mültecilerin evlerine dönmelerine yardımcı olacağını belirtti.
Çavuşoğlu Amerikan basınında operasyonun "Kürtlere karşı yapılan, IŞİD'le mücadeleyi zayıflatan ve ABD'nin müttefikleri karşısındaki güvenilirliğini zedeleyen bir operasyon olarak gösterildiğini" belirtip, bunun çok üzücü olduğunu olduğunu ifade etti ve "yanlış anlaşılmaları açıklama zorunluluğu hissediyorum" dedi.
Türkiye'nin operasyonu sınır bölgesindeki "terörist gruplardan gelen tehdide karşı ulusal güvenliğini korumak" için başlattığını aktaran Çavuşoğlu, harekatın o bölgede "terör gruplarının zorbalığı altında yaşayan Suriyelileri özgürleştireceğini, Suriye'nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğine yönelen tehdidi ortadan kaldıracağını" savundu.
Barış Pınarı Harekâtı: Türkiye'nin harekâtı IŞİD'in geri dönüşüne yol açabilir mi?
Frank GardnerBBC Güvenlik Muhabiri
Türkiye'nin Suriye'nin kuzeydoğusuna düzenlediği harekât, IŞİD'in geri dönüşüne yol açabilir mi? BBC Güvenlik Muhabiri Frank Garnder'ın analizi.
Evet, büyük ihtimalle, bir şekilde. Sorunun kısa yanıtı bu. IŞİD ve El Kaide gibi cihatçı gruplar, kaos ve karmaşadan beslenir. Harekât zaten bir barut fıçısı olan bölgeye bu ikisini de getirme tehdidi taşıyor.
Ama sonuç kısmen Türk harekâtının derinliği, süresi ve yoğunluğuna da bağlı.
IŞİD sözde halifeliklerine ait son toprakları, bu yılın Mart ayında Baghuz'daki çatışmaların ardından kaybetmişti.
Ancak binlerce militanı hâlâ hayatta ve hepsi de hapiste değil. Örgüt, "yıpratma savaşı" adını verdiği stratejiyle çatışmaya devam edeceğini duyurdu. Bu şekilde düşmanlarını bu hafta Rakka'da üstlendiği bombalamalar gibi, gizlice planlanmış bir dizi saldırıyla bastırmayı umuyorlar.
Barış Pınarı Harekâtı: Dünyadan tepkiler

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Çarşamba günü Suriye'nin kuzeyinde Barış Pınarı Harekâtı'na başlaması pek çok ülkede yankı buldu.
Milli Savunma Bakanlığı ABD, Rusya Federasyonu, İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya ile NATO ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterlikleri'nin 9 Ekim saat 14.00'ten itibaren Barış Pınarı Harekâtı'na ilişkin bilgilendirildiğini açıkladı.
BM: Suriye'nin kuzeydoğusunda 100 bin kişi evini terk etti.
Birleşmiş Milletler, Suriye'nin kuzeydoğusunda yürütülen operasyonla ilgili 11 Ekim akşamı yaptığı açıklamada "Tahmini 100 bin kişi evlerini terk etti" dedi.
BM, sınırın birkaç farklı cephesinde yürütülen harekâtın farklı insani sonuçları da olduğunu söyledi.
BM, Haseke ve çevresinde 400 bin kişinin kullandığı su kaynağının hizmet dışı kaldığını belirtti.
ABD: Trump'tan çelişkili açıklamalar.
Amerikan Savunma Bakanı Mark Esper'in 11 Ekim'de Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'la yaptığı görüşmede, durum "tamir edilemez" boyutlara gelmeden önce Türkiye'nin gerilimi azaltması gerektiğini" söylediği açıklandı.
Esper'in ayrıca, "Türkiye'nin harekâtının Suriye'deki Amerikan personeline zarar verebileceğini" ekledği kaydedildi.
Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon'dan Esper-Akar görüşmesiyle ilgili yapılan yazılı açıklamada "Bakan, stratejik ikili ilişkilerimize verdiği değeri teyit ederken, bu harekât Türkiye için ciddi sonuçlar yaratma riski taşıyor" denildi.
Açıklamada "Telefon görüşmesinin bir kısmında Bakan Esper, Türkiye'yi, ABD, Türkiye ve ortaklarımızın tamir edilemez boyutlara gelmeden önce gerginliği azaltmak için ortak bir zemin bulma olasılığı için, Türkiye'yi kuzeydoğu Suriye'deki harekâtına devam etmemesi için güçlü bir şekilde teşvik etti" ifadeleri yer aldı.
ABD Başkanı Donald Trump, 10 Ekim akşamı Türkiye'nin harekatına dair yeni bir açıklama yaparak "Üç seçeneğimiz var: Ya ordumuzu göndermek, ya Türkiye'yi yaptırımlarla vurmak ya da Türkler ve Kürtler arasında arabulucu olmak" dedi.
Trump konuyla ilgili attığı tweetlerde "IŞİD'i yüzde 100 yendik ve şu an Türkiye'nin Suriye'de saldırıda bulunduğu alanda hiç askerimiz yok. İşimizi çok iyi yaptık! Şimdi Türkiye, Kürtlere saldırıyor ve onlar 200 yıldır savaşıyor. Bu durumda üç seçeneğimiz var. Ya binlerce askerimizi göndermek ve askeri olarak kazanmak, Türkiye'yi finansal olarak yaptırımlarla sert vurmak ya da Türkler ve Kürtler arasında bir anlaşma sağlanması için arabulucu olmak!"
Barış Pınarı Harekâtı: Suriye, Türkiye'nin operasyonuna nasıl bakıyor?

Mahmut Hamsici BBC Türkçe
Suriye'nin, Türkiye ile diplomatik ilişkileri kesilmeden önceki son Ankara büyükelçisi Nidal Kabalan, Barış Pınarı Harekâtı'nın farklı bahanelerle Suriye'nin bir bölümünü işgali hedeflediğini söyleyerek eleştirdi.
Uluslararası toplumu harekâtı kınamaya çağıran Kabalan, şimdi Ankara ile Şam arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin daha da zorlaştığını belirtti.
Eski büyükelçi buna karşılık harekâtla birlikte Suriyeli Kürtler ile Şam arasında yeni bir dönemin açılabileceğini, Suriye yönetiminin Kürt tarafından bağımsız bir Kürdistan dışında gelecek her türlü müzakere talebine açık olduğunu aktardı.
'Türkiye terörist grupları bir araya getirip Suriye Milli Ordusu'nu kurdu'
Türkiye'nin Suriye'nin kuzey doğusunda, Fırat'ın doğusunda Ceylanpınar'ın karşısındaki Resulayn ilçesinden başlattığı "Barış Pınarı Harekâtı" adı verilen askeri operasyonda, Türk Silahlı Kuvvetleri'yle (TSK) birlikte yeni kurulan ve Suriyeli muhaliflerin oluşturduğu "Milli Ordu" da yer alıyor. Milli Ordu'dan yaklaşık 3 bin savaşçı, Çarşamba gecesi başlayan kara operasyonuna Perşembe gündüz saatlerinde muharip güç olarak katıldı.
Beşar Esad yönetimine yakın bir isim olan siyasi analist Kabalan, Şam'dan telefonla BBC Türkçe'nin sorularını yanıtladı.
Kabalan, harekâtı, "Erdoğan hükümeti Suriye'nin kuzeydoğusundaki geniş alanları işgal ve kontrol etmek istiyor. Bu durum, Türkiye'nin Suriye'de yayılmacılık planı olduğunu gösteriyor. Erdoğan'ın ulusal, bölgesel ve uluslararası alanda karşılaştığı sorunlardan bu şekilde uzaklaşmaya çalıştığını düşünüyorum" sözleriyle değerlendirdi.

Barış Pınarı Harekatı IŞİD'lilerin tutulduğu hapishanelerde toplu firar tehdidi yaratır mı? BBC bölgedeki cezaevlerine girdi.
Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyindeki YPG/PYD hedeflerine karşı başlattığı Barış Pınarı Harekatı sonrası üzerinde en çok konuşulan başlıklar arasında bu bölgede yer alan IŞİD cezaevleri geliyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, konu ile ilgili yaptığı açıklamada, kampların ya da hapishanelerin güvenli bölge sınırıları içinde kalması halinde Türkiye olarak gerekeni yapacaklarını söyledi.
Çavuşoğlu, "Bizim oluşturacağımız güvenli bölgenin güneyinde kalanlardan Amerikalılar ve diğerleri sorumludur." şeklinde konuştu.
Ana gövdesini PYD'nin silahlı kanadı YPG'nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adına yapılan açıklamada ise IŞİD'li mahkumların kaçma risklerini mevcut durum nedeniyle arttığı uyarısı yapıldı.
Reuters'a konuşan üst düzey bir SDG yetkilisi olan Jia Kurd, Türkiye'nin operasyonu için, "Bu saldırı kesinlikle cezaevinde bulunan DAEŞ militanlarına yönelik güvenlik önlemlerini zayıflatacak." dedi.