31 Ocak 2019 Perşembe

Halkın Parası Peşkeş Çekilmiş!.. HESABINI SORMAYAN MUHALEFET KAHROLSUN.İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı (İBB) tarafından: "2018 YILI VE ÖNCESİ" bazı (yandaş) Vakıf ve Derneklere "bağış ve yardım adı altında" yapılan ödemeler!..

İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı (İBB) tarafından: "2018 YILI VE ÖNCESİ" bazı (yandaş) Vakıf ve Derneklere "bağış ve yardım adı altında" yapılan (peşkeş çekilen) ödemeler!...
Yaklaşık 850 Milyona varan bu verilere ait kaynak/bilgi; Aynen bu şekilde, 28 Ocak 2019 tarihli Sözcü Gazetesi’nde, Çiğdem Toker’in araştırma sonuçları olarak yayınlandı. Aynı gün Halktv’de de verildi ve bugüne kadar yalanlanmadı. Bilgilerinize.. Saygılarımla., Ayla Çokbudak-TURKISHFORUM.USA

15 Ocak 2019 Salı

Mustafa Kemal ATATÜRK'ün, Muhterem, Müstesna ve Muazzez ANNESİ Merhume "Zübeyde Hanım'ı" ve AZİZ HATIRASINI Vefatının 96. Yılında Saygı, Şükran ve Rahmetle Anıyoruz. Allah (CC) Gani gani rahmet ve mağfiret eylesin. Ulusal Haber Gazetesi, Ulusal Haber & Ulusal Ajans

Mustafa Kemal ATATÜRK'ün, Muhterem, Müstesna ve Muazzez ANNESİ Merhume "Zübeyde Hanım'ı" ve AZİZ HATIRASINI Vefatının 96. Yılında Saygı, Şükran ve Rahmetle Anıyoruz. Allah (CC) Gani gani rahmet ve mağfiret eylesin. Ulusal Haber Gazetesi, Ulusal Haber & Ulusal Ajans
***
“VE EMRUHUM ŞÛRÂ BEYNEHUM”... 

Mustafa Kemal Atatürk'ün soy ağacı "Tuncay DEĞİŞ, 14 Mayıs 2017)
“VE EMRUHUM ŞÛRÂ BEYNEHUM”...

Atatürk'ün soyağacı
Tuncay DEĞİŞ (tuncay degis <tdegis69@yahoo.com>)
Atatürk kimin çocuğu?
“Lütfen sonuna kadar okuyun...”

Vasilis Dimitriadis, 1955-1984 yılları arasında Selanik’te bulunan Makedonya Devlet Arşivi’nin müdürlüğünü yapmış, Girit Üniversitesi’nden emekli olmuş 86 yaşında bir tarih profesörü.
2010 yılında 80 yaşındayken Yunanistan’daki arşivleri didik didik tarayarak yazdığı “Bir Evin Hikâyesi; Selanik’teki Mustafa Kemal Atatürk’ün Evi ve Ailesi Hakkında Türkçe ve Yunanca Belgeler” adlı çalışması Türk Tarih Kurumu tarafından altı yıl sonra basıldı. Aslında 6 yıllık bir gecikmeyle basıldı demek daha doğru.
Çünkü, Dimitriadis 2010 yılında kitabını yazdıktan sonra Selanik’teki Türkiye Konsolosluğu’na teslim etmiş, konsolosluk kitabı ve belgelerin yer aldığı cd’leri Dışişleri Bakanlığı’na, onlar da Türk Tarih Kurumu’na göndermiş. Kitap tarih kurumunun bilirkişileri, çevirmenler, sebebi belirsiz düzeltme talepleri ile altı yıl bekledikten sonra nihayet geçen yıl yayınlanabildi.
Gecikmenin sebebi meçhul. Ama üzerine az şey yazılmış bu kitap sayesinde ilk defa Atatürk hakkında “1881 yılında Selanik’te doğmuştur. Annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Efendi’den” daha fazla şey biliyoruz artık.
Profesör Dimitriadis, Selanik Ahmed Subaşı Mahallesi Numan Paşa Sokak No: 6’daki meşhur Pembe Ev’in arşivlerde izini sürerken sadece evle ilgili değil, Atatürk ve ailesi hakkında da ilk defa ortaya çıkan ve bugüne kadarki pek çok şehir efsanesini bitirecek belgelere ulaşmış.
Öncelikle bugün Selanik’te hâlâ Atatürk’ün doğduğu ev olarak ziyaret edilen ama bazı yerlerde “aslında o Atatürk’ün evi değil, sonradan ona yakıştırılmış” denen ev gerçekten Mustafa Kemal’in doğduğu ev.
Evin bulunduğu semt Selanik’te Türklerin yaşadığı Bayır adı verilen bölge. Semtin adı Rumeli Beylerbeyi Koca Rasim Paşa’nın yaptırdığı camiden geliyor. Evin bulunduğu bölgede oturan erkekler genelde kereste işiyle meşguldüler.
Bu erkeklerden birinin adını iyi biliyoruz; Ali Rıza Efendi. Çocukluğumuzda okul köşelerindeki tek kare resmi dışında ilk defa bu kitapla Ali Rıza Efendi’yi biraz daha yakından tanımış oluyoruz. Kitaptaki emlak kayıtlarına göre onun da mesleği “Keresteci”. Ama daha ilginci kayıtlarda ilk kez Ali Rıza Efendi’nin 18. yüzyıla kadar uzanan şeceresi yer almakta. Şecereye göre Ali Rıza Efendi’nin babasının, yani Mustafa Kemal’in büyükbabasının adı Ahmed. Ali Rıza Efendi’nin büyük babasının adı ise Mustafa. Yani Mustafa Kemal’e dedesinin adı verilmiş.
Kayıtlarda Zübeyde Hanım’ı da daha yakından tanımamızı sağlayan bilgiler var.
Zübeyde Hanım’ın ailesi o çağa göre nadir olan kadınların iyi eğitim aldıkları bir aile. Babasının adı Ömer, eşinin adı Halil olan büyükannesi Emine, “Molla” sıfatıyla kayıtlarda yer alıyor. Bu dinî eğitim almış kadınlara verilen bir sıfat. Teyzesi Fatma da “Molla” olarak geçiyor. Zübeyde Hanım’ın annesinin yani Mustafa Kemal’in anneannesinin adı Ayşe, babasının yani Mustafa Kemal’in büyük babasının adı ise Feyzullah (Onun babasının adı da İbrahim)
Zübeyde Hanım’ın meşhur kargaların kovalandığı çiftlik hikâyesinde geçen kardeşi, yani Mustafa Kemal’in dayısının adı ise Hüseyin Ağa. 1899’dan önce öldüğü dışında hakkında fazla bilgi yok…
Farsça “kasımpatı” anlamına gelen çok sık kullanılmayan bir isme sahip olan Zübeyde Hanım’ın belgelerde şahsi mührü de var. Mühürde “cüllat-i güldar-i Zübeyde” yazılı. Yani “İçinde kasımpatı çiçekleri olan palmiye yapraklarından yapılmış sepet.”
Kitaptaki belgelere göre 1875 yılından önce yapıldığı tespit edilen Pembe Ev’in ilk sahibi Ferhad oğlu İskender’dir. Evin üç el değiştirdikten sonra 1877 yılının Aralık ayında Hatice Zarife tarafından 52/72’lik hissesi Keresteci Ahmed oğlu Ali Rıza’ya satılır. Geri kalan hisseleri ise Mart 1878’de Feyzullah kızı Zübeyde alır. Kayıtlarda Zübeyde Hanım’ın eşinin adıyla değil de babasının adıyla geçmesinin sebebi evi satın aldıklarında belki evlenmemiş, belki nişanlı olmaları ya da kayıtlarla ilgili bir sorun olabilir. Ama 1878’de ev toplamda 13.500 kuruşa Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım çiftinin olmuş. Belediyeden bir mimarın gelip ölçülerini aldığını yine kitaptaki emlak kayıtlarından öğrendiğimiz ev, dokuz oda bir mutfaktan oluşan büyük bir konak ve 341 m2’lik bir arsa üzerine kurulu. Üç yıl sonra 1881’de bu evde Mustafa dünyaya gelecek ve sekiz yıl bu evde yaşayacaktır.
Yine kayıtlardan Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım’ın evlerinin hemen yanında beş odalı başka bir ev daha inşa ettirdiklerini de öğreniyoruz. Hatta bu mülkleri daha sonra aralarında paylaştırmışlar ama paylarını ortak kullanmaya devam etmişler. Ta ki 1887’ye kadar...
1887 yılında yani Mustafa Kemal 6 yaşındayken Ali Rıza Efendi hayatını kaybeder. Tam ölüm tarihi ve ölüm nedeni kayıtlarda mevcut değil ama mirasının “şeri mahkeme” tarafından tasdik edildiği 13 Nisan 1887’den önce vefat ettiği kesin. Keresteci Ali Rıza Efendi’nin mirası eşi, oğlu Mustafa ve kızları Makbule ile Naciye arasında bölüştürülmüş. Atatürk’ün az bilinen kız kardeşi Naciye’nin adı ise en son Ocak/Şubat 1888’de emlak kayıtlarında geçmiş. Kitaba göre muhtemelen bundan kısa bir süre sonra hayatını kaybetmiş.
Ali Rıza Bey’den kalan miras ailenin o günlerde maddi olarak zor günler geçirdiğini gösteriyor. Defni için 500 kuruş harcanan Ali Rıza Efendi’den Zübeyde Hanım’a 751 kuruş, oğlu Mustafa’ya mirasın yüzde 44’ü olan 1.929 kuruş ve iki kızına da 964’er kuruş kalmış. Tabii bir de ederi 35.010 kuruş olan bir ev. Ama kayıtlarda Ali Rıza Efendi’nin Selanik’teki “Stambul Çarşısı” esnaflarından Nuri Efendi’ye 28.800 kuruş borcu olduğu görülmekteydi. Nuri Efendi mahkemeye başvurarak Ali Rıza Efendi’nin, borca karşılık evini rehin olarak verdiğini iddia eder ve Pembe Köşk’ü ister. Mahkemede Zübeyde Hanım bu borcu inkâr eder. Mahkeme kayıtlarındaki belgede Nuri Efendi’nin bariz şekilde sarhoş olduğu ve mahkemeye sunduğu belgenin bağlayıcı olmadığı yazmaktadır. Sonunda mahkeme evin Zübeyde Hanım’da kalmasına karar verir. Ama Zübeyde Hanım eşinin vefatından kısa bir süre sonra küçük evi satar, büyük evi de rehin vererek Mustafa ve Makbule’yi yanına alıp Selanik yakınlarındaki Langaza’daki ağabeyi Hüseyin Ağa’nın yanına taşınır. Ama Mustafa’nın iyi bir eğitim sürmesini isteyen Zübeyde Hanım, onu yine Selanik’teki evlerine yakın teyzesi Fatma Molla’nın yanına gönderir. 1899’da annesi vefat eden Zübeyde Hanım’a teyzesinin oturduğu bu ev miras kalır. Ardından daha küçük bir eve geçerler, 1906’da aile tekrar Pembe Köşk’e döner. Bu arada 1908’de artık bir subay olan Mustafa Kemal’in de aynı mahalleden iki ev aldığını öğreniyoruz. İlginç detaylardan biri de Zübeyde Hanım’ın ikinci eşi Ragıp Abbas. Günün sonunda Selanik kaybedilince Zübeyde Hanım, üç evini bırakarak İstanbul’a gidiyor. Ama ikinci eşi Ragıp Abbas Selanik’te kalıyor. Evlerin mülkiyeti için dava açıyor ama kaybediyor. Evler önce terk edilmiş mallar olarak tescilleniyor, sonra başkalarına satılıyor. 1933 yılında Selanik Belediye Meclisi Pembe Evi satın alarak Atatürk’e hediye ediyor. Aslında satın aldıkları evin Zübeyde Hanım’ın mülkü olduğunu bilmeden... Kitap bir polisiye gibi bu evlerin izini sürüyor. Ama bence en dikkat çekici yeri Ali Rıza Efendi’nin mirasında bir miktar parası ve ev dışında sıralanan kalemler:
45 kuruş değerinde 6 sof ceket ve bir yelek
20 kuruş değerinde 1 köhne pantol
40 kuruş değerinde 1 palto
20 kuruş değerinde 1 sandık
5 kuruş değerinde Lügat-i Osmani
10 kuruş değerinde Miftah’ul Kulub
Mirastaki son maddede duralım. Miftah’ul Kulub yani “Kalplerin Anahtarı”, Abdülkadir Geylani’nin 15. göbekten torunu Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendi’nin (1801-1863) yazdığı hâlâ daha basılan ehl-i tariklerin en çok rağbet ettiği, tarikat yoluna girenlere okutulan popüler kitaplardan biri.
Şöyle başlıyor:
“Bu eserin derlenip yazılmasına kalkmaya ve başlamaya sebep olan durum şudur: Hicrî 1259 (M. 1843) yılı rebiülâhir ayında, kendi hücremizde teveccüh halindeydik. Bu hâlde bulunduğumuz sırada; Enbiyanın Sultanı Evliyanın Asfiyanın Müttakilerin Baş Tacı Efendimiz Hazretleri zuhur etti. Allah, ona. salât ve selâm eylesin.
Bu hiçbir şey hükmünde olan kula; ihsan, mürüvvet, lütuf ile şöyle buyurdu:
-Nuri, evlâdım, vakitler bir başka oldu. Âşık, sadık, mana yüzünü görmeyi isteyen ümmetlerim; esenlikle yollarını bulup hoşnutluk yoluna bel bağlayarak vuslat sırrına nail olsunlar.
Sofilerden bazısı da; arada vasıta olmadan takvası üzere giderek, yollarını düzeltmek için özlerine bir kabiliyet gelsin. Zira, bir alay kimseler vardır ki; ehlullah kisvesini giymiş, kemer bağlamış, başına taç giymiş, şeriatıma da itibar etmemiş durumdadır. Geçen hâlinden ve tecellisinden söz ederek; ehlullahın yazdıkları risalelerden ve şiirlerden ezberleyip meclis meclis gezip o hâllerden dem vururlar...”
Mirasında çocuklarına bir Osmanlıca sözlükle birlikte bu kitabı bırakan keresteci Ali Rıza Efendi’nin de ehl-i tarik olduğunu (Kadiri ya da Nakşi) tahmin edebiliriz. Mustafa Kemal ise 1925 yılında bu kitabı okuyanların tekke ve zaviyelerini kapatmıştı. Muhtemelen bu kitap da uzun yıllar yasaklı kitaplar listesinde yer aldı. Bu başlangıcı yüzünden çokça eleştirilen kitabın ancak 1976 yılında Latin harfleriyle basılması bunu gösteriyor. Yine de emin değiliz.
Babasından miras kalan kitap hâlâ kütüphanesinde mi diye merak edip Anıtkabir sitesindeki Atatürk’ün kitapları bölümüne bakarsanız, benim gibi bulamayabilirsiniz. Belki de depodadır.
Ama Vasilis Dimitriadis’in “Bir Evin Hikâyesi” muhakkak kitaplığınızda olmalı. Kitabı okurken, borç içindeki keresteci babasından az bir parayla birlikte bir tasavvuf kitabı miras kalmış, dedesi Mustafa’nın adını taşıyan, iyi bir dinî eğitim almış güçlü bir annenin himayesinde yetişmiş Mustafa Kemal’in şahsında bütün bir 200 yıllık sorunlar, travmalar gözlerinizin önünden geçiyor. Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920’de Meclis’i açarken arkasındaki levhada Şûrâ suresinin 38. âyeti asılıydı:
“Ve emruhum şûrâ beynehum”...
(..İşleri de aralarında şûra iledir;..)
Orada emredildiği gibi işlerimizi hâlâ istişare ile yürütmeye, daha çok konuşmaya, birbirimizi anlamaya ihtiyaç var. Çünkü ortak bir hikâyenin çocuklarıyız...
Gönderen TC İNFORM zaman: 08:16

2 Yorum
Cavit öner14 Mayıs 2017 09:49
Verilen bilgiler için teşekkür eder ve herkesin öğrenmesini dilerim.Yanıtla

Necati Saygılı27 Mayıs 2017 03:32
Tarihi değeri yüksek bu bilgileri kütüphanelerimize kazandıranlara sonsuz teşekkürler. Bu metinden haberdar olmama vesile olan ağabey değerli dostum Şükrü Server Aya'ya; İngilizce'ye çeviren dostum Gemi İnşa Mühendisi Emre Serbest'e en derin şükranlarımı sunuyorum.
Bir de yukarıdaki metin kaleme alınırken gözden kaçmış ufak bir noktaya -düzeltilmesi dileğiyle- dikkat çekmek isterim. ".... Tam ölüm tarihi ve ölüm nedeni kayıtlarda mevcut değil ama mirasının “şeri mahkeme” tarafından tasdik edildiği 13 Nisan 1877’den önce vefat ettiği kesin." cümlesindeki yıl, 1887 olmalı !..)

10 Ocak 2019 Perşembe

UYUTULANLARI UYANDIRMAK GEREK! Hastane kuyruğu, İşkur kuyruğu, Ucuz et kuyruğu, Mescid-i dırar, Münir Özkul, Mariam Kavakçı, Ali Şeriati, Fetvacıbaşı Prof Dr Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK (HYP Kurucu Genel Başkanı) ve Adalet Partisi Genel Başkanı: Prof Dr Vecdet ÖZ

Milleti aldatmak için inşa edilen "Mescid-i Dırar" hükmündeki binalar muhakkak yıkılacak.
UYANMAK YETMEZ, UYANDIRMAK DA LAZIM.
DİN İMAN SOSLU YALANLA TALANA DEVAM EDİLİRSE, ORTADA RİYAKAR VE SAHTEKAR DOLANDIRICILAR VE ŞARLATANLARDAN BAŞKASI KALMAZ.
OKUMUŞ VE OKUMAMIŞ CAHİLLERE GÖRE SÖZÜM YOKTUR.
ETKİ AJANLARIYLA DA MUHATAP DEĞİLİM. SÖZÜM "DÜRÜST, MAKUL, ORTA ZEKALI" VE MÜSTEMLEKE MÜLTEZİMLERİNCE UYGULANAN SOSYO-EKONOMİK POLİTİKALARLA FAKİRLEŞTİRİP AKLINI, HAYSİYET VE ŞEREFİNİ, KİMLİK VE KİŞİLİĞİNİ HALA KAYBETTİREMEDİĞİ KİMSELEREDİR

YENİ DANIŞMANIMIZ... !
CUMHURBAŞKANI BAŞDANIŞMANI OLAN MERVE KAVAKCI’NIN KIZI MARİAM’IN GEÇMİŞİ
Yeni başdanışmanın geçmişi hakkında gelen özet bilgidir:
Dedesi Gürcü Yusuf Ziya Kavakçı, Mısır 'da Elajah Muhammed diye kendinin son peygamber olduğunu iddaa eden bir Dürzi'nin ABD' deki danışmanı sıfatlı, ABD Teksas Üniversitesi İslam kürsüsünde Prof. Esas can alıcı nokta burası; ABD DEVLETININ "RESMI ISLÂM SÖZCÜSÜ " görevlisi kadrosundadir.
Cia 'nin Ortadoğu Uzmanı, akit gazetesinde 15 temmuzdan sonraki yazısında Fetonun tövbe etmesi halinde Türkiye'ye dönmesi ve bir gün bile zindana konulmaması gerektiğini yazan yazar. Dedesi bu.
Merve'nin 1. kocası yani babası Ürdün'lü. Annesi Merve'den boşanma sebebi olarak Türk düşmanı olması gösterilmiş. Babasının Arap kimlikli Yahudi oldugu söyleniyor.
Annesi ABD'nin bir düşünce kuruluşunca dünyanın en etkili 500 Müslüman ödülüne layık görülen bir kişi, Erbakan hocayı bile ilk 500 almamışlar ama bu kadın seçilmiş nasılsa, Eğitimini tamamen ABD'deki üniversitede tamamlamış bir kişi. ABD vatandaşı. Refah partisi'nin kapatılması da en büyük faktör.
Mervenin 2. kocası Sivaslı bir iş adamı
Merve'nin 3. kocası garip bir tesadüf (!) 24 Haziran 'da CHP'den İstanbul, Saadet kontenjanından seçilen Cihangir İslam. Feto bağlantısı olduğundan üniversiteden atılmış.
Merve'nin 4. kocası İtalyan kökenli ABD vatandaşı.
Teyzesi Ravza Kavakçı 2 dönemdir AKP miĺetvekili ve şu an eyalet sistemini türkiye şartlarına göre dizayn etmek için yurt dışında resmi görevli parti adına. Abd ile içli dışlı bu aile ülkemizin yönetiminde ne kadar faal maşallah nazar değmez inşallah (!).


BU DA FETVACI BAŞIMIZ... ! 


TİPİK "GAVUR İMAM" FETVASI....

BİZE GÖRE İSE;

YOLSUZLUK HALİS HIRSIZLIKTIR.
ÖNEMLİ NOT: "DEVLETİN MALI DENİZ, KAMU MALINI ÇALAN, HIRSIZLIK-YOLSUZLUK YAPAN DOMUZDUR" Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK (HYP Genel Başkanı/iken)

Prof. Dr. VECDET ÖZ
Prof. Dr. Hayrettin Karaman yine bir fetva vermiş ve ‘yolsuzluk yapana hırsız denmez’ demiş!..
Daha ne bekliyordunuz ki? Adamlar kendilerine göre haklılar!.
Zira bu fetva sizler için değil kendi yandaşları için verilmiştir, sakın üstünüze alınmayın!.
Belki bu vesileyle gerçeği görür de artık bu zihniyete taviz vermekten vazgeçersiniz..
Bu hainlerle aynı ülkede yaşıyoruz, aynı ekmeği paylaşıyoruz, aynı secdeye baş koyuyoruz, aynı Allah’a yakarıyoruz ancak dualarımız farklı çünkü aynı millet değiliz!..
Şunu asla unutmayın!.
Onlar yıllardır bu ülke ve değerleriyle savaş halindeler ve bu nedenle yaptıkları her türlü yolsuzluğu hak, çaldıklarını ise hep savaş ganimeti olarak görüyorlar. Ülkemizin içinde bulunduğu vahamet ve milletin acınacak hali bu durumun dramatik bir neticesidir..
Türk kelimesine ve bayrağına olan kinin, Atatürk ve İstiklal Savaşına olan düşmanlığın asıl nedeni de budur!.
Tek amaçları vardır, o da Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık nedenlerini ve izlerini silerek kendi ülkelerini kurmak ve kendi tarihlerini yazmaktır..
Umarım benzer fetvalar ve olaylar bu milletin aklınının başına getirir..
Dr. Vecdet Öz
Adalet Partisi
Genel Başkanı


BENCE ÇÖZÜM:
16 yıl bütün ihaleleri yandaşlara verdiniz
16 yıl hep yandaşların borçlarını sildiniz
16 yıl hep yandaşları işe aldınız
16 yıl yapılan her işten komisyon alıp cebinizi doldurdunuz.
Madem ekonomik savaş var o zaman çıkartın aldıklarınızı, sürün piyasaya ve savaşın.

5 Ocak 2019 Cumartesi

HABER MAKALE: Affet Bizleri Ceren!.. "Arzu KÖK, Eğitimci-Öğretmen, Şair-Yazar" (Bu elim ve derin acıların nedeni: Din Tüccarlığı, Siyaset Simsarlığı, koyu cehalet ve imansızlık olup; Aklın, İman ve İnsanlığın Şiarı Hakkaniyet, Adalet, Hikmet ve Yüksek Fazilettir.")

Affet Bizleri Ceren!... 
HABER MAKALE: Arzu KÖK
Eğitimci-Öğretmen, Şair ve Yazar
Güney Afrika’da bir üniversitenin girişindeki bir yazı şöyle der: “Bir ülkeyi yok etmek için atom bombası veya uzun menzilli füzelere ihtiyaç yoktur. Bunun için eğitim seviyesini düşürmek ve kopya çekilmesine müsaade etmek yeterlidir. Bunun sonucunda:1- Hastalar doktorların elinde can verir. 2- Binalar mühendislerin elinde çöker. 3- Para ekonomistler elinde kaybolur. İnsanlık dinci akademisyenlerin elinde ölür. 4- Adalet hakimlerin elinde yok olur. Eğitimin çökmesi bir ulusun çöküşüdür.”
Eğitimin çökmesi bir ulusun çöküşüdür.
Bu sözün doğruluğu hiçbir şüphe götürmez bir gerçektir. Bu sözün ardından düşündüm de eğitimde çocuklara kazandırılması istenen davranışlar vardı. Onlar mı? 1- Saygı 2- Dürüstlük 3- Kitap okuma alışkanlığı 4- Kimseyle alay etmemesi gerektiği 5- Küfür sözcüklerini kesinlikle kullanmamak 6- Teşekkür etmeyi bilmesi gerektiği 7- Hayvan ve doğa sevgisinin anlamını 8- Erdemli insan olmanın gerekliliği 9- Zamanın boşa harcanmayacak kadar değerli olduğu 10- Kusurlarla dalga geçmemesi gerektiği… Bunlar sadece aklıma gelenler.
Eskiden veliler toplantılarda öğretmene evladı için, saygılı mı, dürüst mü diye sorarlardı.
Bu edinimler çok basit ve sıradan kabul edilirdi. Ancak bunun önemi her geçen gün artan olaylarla yeniden gündeme oturdu. Eskiden veliler toplantılarda öğretmene evladı için, saygılı mı, dürüst mü diye sorarlardı. Şimdi ise soruları neti kaç arttı, neden 100 değil de 90 aldı? Veya “Çocuklar telefon bağımlısı oldu, ne yapalım hocam?” diye soruyorlar. Ama hiç düşünmüyor, o pahalı telefonları çocukların ellerine verenlerin yine kendileri olduğunu.
Salt dürtüleriyle hareket eden çocuklar yetişiyor artık. 
Notları öğretmene, okul idarelerine yaptıkları baskıyla alan, hayatı boş beleş yaşayan ve hep öyle olacağını sanan, her şeyi kendine hak gören, insani erdemleri edinememiş, öz benliği, öz saygısı gelişmemiş, iç görüsü ve empatisi gelişmemiş, salt dürtüleriyle hareket eden çocuklar yetişiyor artık. Hayatın sınavlardan ibaret olduğunu öğreten, çocuğuyla ilgili hiçbir farkındalığı olmayan başta aileler olmak üzere tüm eğitim sistemi, eğitim kurumları, öğrencinin ve velinin karşısında köleleştirilen öğretmenler… Bunların hepsi Ceren Damar’ın ölümünde, yaşanan vahşette sorumludur.
Affet bizleri Ceren!... 
Eğitim özelleştirilirken karşısında duramadık. Gün geçtikçe de özelleşen eğitimin bilime-bilim adamlarına verdiği değeri(!) gördük!... Bir slogandan korkanların ‘güvenlik’ kaygılarını da!... Affet bizleri Ceren!... Çocuktan-gençten katil yaratan sistem hepimizin gözleri önünde palazlandı, semirdi ve biz bir şey yapamadık. Sonuç mu işte başına gelenler…
Parayla-pulla eğitim olmaz.
Parayla-pulla eğitim olmaz. Zengin çocuklarının egolarını tatmin etmek değildir eğitim kurumları. Unutmayın ki her çocuk dünyaya bir melek olarak gelirken onu canavara, şeytana dönüştürenler ebeveynler ve ne yazık ki eğitim sistemidir. Yazıktır ki bizim eğitim sistemimiz özgün ve özgür düşünceli, yaratıcı, sanattan anlayan insanlar yetiştirmek istemiyor. İşte sonuç: Cehalet tunçtan bir heykel gibi karşımızda. Eğitim sistemi gün geçtikçe bilimsel çizgiden dinci çizgiye kaymakta. Belki de orada itiraz, eleştiri ya da yaratıcılık olmadığındandır, ne dersiniz?
Günümüz medreseleri
Eskiden karanlık, loş hücrelerde mum ışığı altında kitapların ezberlendiği Ortaçağ medreseleri yerine günümüzde modern binalarda öğretim yapan, adına ‘lise’, ‘üniversite’ dedikleri günümüz medreseleri geldi. Eleştirmeyin yok yere, sadece son zamanlarda uluslararası alanda kabul gören makale sayılarını inceleyin yeter. Ne kadar gerilediğimizi göreceksiniz.
Şiddeti meşrulaştıran yıkıcı politikalar
İşte tüm bunlar ve toplumu kutupsallaştıran, şiddeti meşrulaştıran yıkıcı politikalar son meyvesini Ceren olayı ile verdi. Tekrar söylüyorum ki bu olayda: Üniversiteleri ticari işletme, öğrencileri ise müşteri gören, değerli akademisyenleri olmaz iftiralarla meslekten ederken, üniversite eğitiminin ve üniversitenin insana kattığı gelişimin içini boşaltan, eğitimcileri itibarsızlaştıran ve bunun sonucunda nasıl acı hadiselerin yaşanacağını umursamayan, toplumun her kesimine, kutuplaştırıcı politika ve söylemlerle şiddeti aşılayan, kadına şiddete susan ve hatta çoğu zaman cezasız bırakma ya da az ceza verme suretiyle bu şiddete dolaylı olarak azmettiren, zihniyetin payı büyüktür.
Ceren'in, hepimizden alacağı var... 
Özellikle de eğitim öğretimi yaz boz tahtasına çevirip, bataklığa dönüştüren eğitim yöneticilerinden daha fazla da öğretmenlerden... Eğitim sisteminin şiddet üretmesinden her birimiz sorumluyuz, suçluyuz... Çocukları iyi eğitememekten, onlara sevgiyi kardeşliği, haklıyı, haksızı, emeği, alın terini öğretememekten suçluyuz... Bu sonuçtan kimse yakasını sıyırmamalı... Kimse sütten çıkmış ak kaşık olamaz...
Küfrün konuşmalara egemen olduğu, kültürün, sanatın, edebiyatın, müziğin, sinemanın insan yaşamından çıkarıldığı bir toplumda bu sonuçların ortaya çıkmaması şaşırtıcı olmaz mı?
Ceren hepimizi mahkemeye suçlu olarak gönderip gitti. Hakim karşısındayız şimdi. Doğruyu, yalnız doğruyu söylemek zorundayız...
Ülke yangın yeri, her taraf öfke...Sevgisiz bir toplum, saygısız insanlar üretmeye devam ediyoruz... Büyük küçük kavramı kalmadı...
"Yasam: Büyüklerimi SAYMAK, KÜÇÜKLERİMİ SEVMEKTİR" diye bağırdığımız andımız yasaklandı, ne diyorsunuz!...
Okuduğunu anlayamayan, ama çalışan çalışmayan herkesin teşekkür, takdir belgesi aldığı bir sistem... Öğrenci çalışsa da çalışmasa da sınıf geçilen bir sistem... Kendi dilini doğru dürüst konuşamayan ve yazamayan bir toplum...
Heyyyy nereye doğru gidiyoruz?...
Daha doğrusu bu kafayla nereye gidebiliriz?...
Affet Bizleri Ceren!... 
Yazık ki eğitim sistemi düzelmedikçe Ceren son olmayacak. Yalnız bununla da kalmayacak, ülkeyi bile kurtarmamız güçleşecek. Geleceğe umutla bakamayacağız…
Ceren hepimizin gözlerine bakıyor şimdi. Talihsiz bedeni ve yaşayamadığı hayatı toprak altına giderken, hepimizi suçlu ilan ediyor...
Affet bizi Ceren!...
Affet bizi!...
Arzu KÖK

1 yorum: Ahmet Z. Özdemir, 4 Ocak 2019-23:00
Arzu Hanım, inanım bana, Osmanlı'yı yıkan kafa da bu kafa. Ben buna "medrese kafası" diyorum. Ne demek medrese kafası, "aklı bir odaya kapatarak nakille idare eden kafa..." Bakınız, bizde o kadar çok ULEMA var ki, bir açık oturum yaparak şu İslam aleminin hal-i pür melalini tartışarak gerçeği ortaya çıkaramıyorlar. Denizde boğulma tehlikesine rağmen hep de Hıristiyan ülkelerine sığınanların dramını, hiçbir bilim dalında bir icada niçin imza atanlarımız olmaz! diye düşünen bir ulemaya rastladınız mı! Tek bildikleri: "Efendim biz İslam'dan uzaklaştık da ondan bu hale geldik" demeleri. Ondan sonra da İbni Sina'yı, El Buruni'yi.. örnek göstermeleri. Ama bu değerli insanların "Bunlar Kur'an dışına, hadis dışına çıkıyorlar" diye dışlandıklarını söylemezler. Her neyse söz çok ya, Tanrı Türk milletini korusun diyelim ama AKLI kullanmayı unutmayalım. Dam dolusu selamlar.
KAYNAK: Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi WEB Sitesi ve Haber Portal (05.01.2019-15:30)
***
2 yorum: Fethi Murat DOĞAN, 4 Ocak 2019-17.45
BÜTÜN TOPLUMU UYARIYORUM !
PARTİLERİMİZİ, YÖK'ü, ÜNİVERSİTELERİ, MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞINI, DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞINI, BAROLARI, MESLEK ÖRGÜTLERİNİ, GAZETE ve TV SORUMLULARINI, BÜTÜN AYDINLARIMIZI, BÜTÜN HALKIMIZI, ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ CEREN DAMAR HOCAMIZI KAYBETTİĞİMİZ BU ALÇAKÇA ve VAHŞİCE CİNAYETİ ŞİDDETLE LANETLEMEYE DAVET EDİYORUM!
BU CİNAYET, ASLA ÖNEMSİZ GÖSTERİLEMEZ! BİLİME, ÂLİME, TÜRKİYE'nin GELECEĞİNE, KÜLTÜRÜNE ve DEĞERLERİNE, İNSANLIĞA KARŞI SİLAH ÇEKİLMİŞTİR! 2 OCAK, ÜLKEMİZ İÇİN KAPKARA BİR GÜNDÜR!
BU CİNAYET, HERHANGİ BİR CİNAYET DEĞİLDİR!
ANNESİNİ, ÇOCUĞUNU, EŞİNİ ÖLDÜRMEKTEN, HEKİMLERİN ÖLDÜRÜLMESİNE GELİNMİŞTİ; BU ALÇAKÇA CİNAYETLE AYNI ZAMANDA, BÜYÜĞÜMÜZE, ÖĞRETMENİMİZE, HOCAMIZA SAYGI GİBİ BİR DEĞERİMİZ YOK EDİLMEKTEDİR!
BUNUN SONUCUNDA BİLİMDEN ESER KALMAZ! TOPLUM ÇÜRÜR! BÖYLE BİR SAHTEKÂRLIK KARŞISINDA AHLAK ve BİLİM TAMAMEN ÖNEMSİZLEŞİR!
İLK, ORTA VE YÜKSEKOKULLARDA BİLİME, ÖĞRETMENE ve HOCAYA SAYGI DERSİ VERİLMELİDİR.
ŞEHİT HOCAMIZIN ADI BİRÇOK KURUMDA YAŞATILMALIDIR.
EĞİTİMBİLİMCİLER, PSİKOLOGLAR, TOPLUMBİLİMCİLER, İLETİŞİMCİLER, DİĞER UZMANLAR, ÜNİVERSİTELER, YÖK; BU VAHŞİ ve ALÇAKÇA CİNAYETE ORTAM HAZIRLAYAN ETKENLERİ ARAŞTIRMALI ve BU OLUMSUZ ETKENLERİ ORTADAN KALDIRMAK İÇİN TOPLUM OLARAK MUTABAKAT SAĞLANMALIDIR!
2 OCAK; BİLİME, ÖĞRETMENE ve HOCALARIMIZA SAYGI GÜNÜ İLAN EDİLMELİDİR.