9 AYLIK BEBEĞE "ALÇAKÇA, KANCIKÇA VE KALLEŞÇE" TECAVÜZ EDİLİYOR VE KIYAMET KOPMUYORSA!
Memleketimize sığınmış, çaresiz insanları korumak namus
borcu olmalıyken, alçaklığın en büyüğünü yaşıyor/yaşatıyoruz, kıyamet kopamıyor
bir türlü! “Kandırıldık” diye sihirli bir sözcük tutturmuşuz, her türlü pisliği
temizliyor. İtirafçılık, ispiyonculuk yaşam biçimine dönüşüyor. Bir bataklığın
içinde kıvranıyoruz, farkında değiliz boğazımıza dolanan pisliğin! Kimse
“elimden ne gelir” diyemez, bir bebeği koruyamayan insanların yaşadığı yere
ülke/devlet, yönetenlere devlet adamı, göz yumanlara da halk denemez! Darbe
oldu işte! Tüm değerlerimize, duygularımıza, insanlığımıza oldu darbe!
Ne inancın, ne milli birliğin, ne bölünmez bütünlüğün, ne
bayrağın, ne ezanın, ne hukukun, ne ahlakın koruyamadığı bir yavrudan söz
ediyoruz. Bir insan yavrusundan… Milliyetsiz, dinsiz, mezhepsiz, ülkesiz bir
canlı… Birkaç kilometre uzakta anasının babasının yaşadığı topraklar vardı,
muhtemelen doğduğu yer orası. Mecburen kalkıp göç ediyor insanlar. Evlerini,
işlerini, sevdiklerini, dostlarını, tarihlerini, belleklerini geride bırakarak
sığınıyorlar az öteye. Biliyoruz ki, doğanın çizili sınırları yoktur. Ama insan
beyninin var. Öte yanda ev sahibiyken, bu yanda yabancı sayılan bir bebek!
Sanıyoruz ki; o kadarcık yavrunun duyguları ve belleği
olmaz. Yanlış. Artık bilim, daha ana rahminden başladığını ortaya koydu
duyguların oluşumunun. Kim bilir, henüz tek bir sözcük etmemiş o yavrucağın
gözyaşları nasıl akıyor artık? Kim bilir, nasıl bir acıyla inledi minnacık
bedeni? Kim bilir, ömrünün kalanında o alçak saldırı nasıl etkileyecek
varlığını? Kim bilir, biz kaç günde, kaç saatte, kaç dakikada unutacağız, bir
bebeğin bizim toprağımızda en aşağılık acıyı yaşadığını? Suçlu saymayacağız
kendimizi değil mi?
IŞİD nereden, nasıl çıktı, dünyanın başına nasıl bela oldu,
biliyoruz. İnsanlar yurtlarından göçe nasıl zorlandı, kim kurguladı, kim göz
yumdu, biliyoruz. Aynı toprakta, Antep’te bir bebeğin ırzına geçenle, düğün
salonunu kana bulayanların aynı yerden beslendiğini de biliyoruz. İşte bunca
bilgiye karşın, hâlâ evimizde oturuyor, sadece hayıflanıyorsak, suça ortağız
demektir!
Cunta kalkışması gecesi gördük, hepimizin yaşamı pamuk
ipliğine bağlı. Bugün konforlu görünen hayatlarımız bir anda yerle bir
olabilir! O gün; Antep’te düğünde halay çekenlerden biri biz olabilirdik. Tıpkı
Ankara Garı’nda can verenler gibi… Bir gün yerimizi yurdumuzu terk etmez
zorunda kalıp, bebeğimizin, el kadar yavrunun, uzak topraklarda ırzına
geçilebileceğini de, biliyoruz yazık ki! Tüm bunları çocuklarımızı toprağa
vererek öğrendik, iğrenç savaşlarda! Pis kumpaslarda zindanlarda bedel ödeyen
insanlarımızla öğrendik tüm bunları ve şimdi karşımızda acının en koyusu var!
Şimdi biri çıkıp: “Her ülkede böyle sapıklar çıkabilir”
diyebilir mesela hepimizi avutmak, içimize su serpmek için. Öyle değil arkadaş
hakikat! Bizim siyasilerimiz IŞİD için “Bir grup öfkeli genç” dediği için
başımıza geliyor bu felaketler. Ensar tecavüzcüleri; siyasetçiler, hukukçular
tarafından korunduğu için bu iğrençliği yapmakta hak buluyor sapıklar! Bir trans
kadının kaçırılıp, ırzına geçilmesine, yakılmasına, sadece “öteki” olduğu için
kafa çevirmemizden, günlük sıradan vakalara indirgeniyor bu vahşet! Tecavüze
uğrayanı koruyacağına, tecavüzcünün yanında olduğumuz için oluyor tüm bunlar…
“Allah topumuzun belasını versin” diyeceğim de, vermiş
zaten. Bundan daha kötüsü ne ola ki dostlar? Bir bebeğe tecavüz ediliyor ve
kıyamet kopmuyorsa, niçin yaşıyoruz ki? Bu apaçık, tüyler ürperten hakikati
yazan gazeteci tehdit ediliyor da, bu iklimi yaratan haydutlara tek çıt
çıkmıyorsa, bundan daha büyük felaket ne ola ki dostlar? Elleri kınalı bir
gelinin tüm sevdikleriyle birlikte geleceği bombalanıyorsa ve biz hâlâ “mili
birlik beraberlik” deyip, paramparça olan kalplerimizi duyamıyorsak; daha ne
olmalı ki dostlar, ne olmalı?
Bizi ne saray, ne sultan, ne ordu, ne polis, ne o büyük
güruh korumayacak. Ne zaman ki, bu olan bitende “benim de payım var” dersin, ne
zaman ki, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demekten vazgeçersin ve zaman ki
şeyhlerin, imamların önünde diz çöküp medet ummak yerine vicdanını,
haysiyetini, onurunu korumak için haykırırsın/ayağa kalkarsın, işte o gün ancak
bu pislikten kurtulursun.
Tüm bunları yapsan da o dokuz aylık yavrunun hayaleti peşini
bırakmayacak, bunu da iyi bilesin!
__._,_.___ [kaynak: Posted by, Tamer Olgun htamerolgun@gmail.com]
Din adamı hep uçkurla uğraşıyorsa, belden aşağısı insanların karakteri olmuşsa, çalmak çırpmak hak yemek olağan sayılır olmuşsa. Kuran'dan, Vicdan dan Ahlaktan Bahis yoksa, Müslüman olduklarını söyleyenler; Kuran'ı bırakıp, Hadis, Sünnet, İcma yı referans alıyorlarsa Allah belalarını vermesi gerekmez mi?
YanıtlaSilAllah aklını kullanmayı, Vicdanını terazi yapmayı ve Ahlakı değerleri referans almayı Türk Milletine nasip etsin İnşaAllah.
Saygılarımla
Yusuf YAMAN