13 Mayıs 2015 Çarşamba

14 Mayıs 2015 BEYAZ İHTİLÂL, Cumhuriyet Tarihinin En Büyük HALK HAREKETİ ve TÜRK DEMOKRASİ BAYRAMININ 65. Yılı "HAYIRLI VE KUTLU OLSUN"

Hürriyetler DP'nin kuruluş felsefesidir

Enerji ve Tabiî Kaynaklar ve Devlet eski Bakanlarından Esat Kıratlıoğlu ile Demokrat Parti’nin iktidara gelişini konuştuk. 
(Ankara, YENİ ASYA - 13 Mayıs 2015, Çarşamba) 
TAKDİM (1.BÖLÜM)
Parlamentoda 6 dönem milletvekilliği yapan, AP ve DYP hükümetlerinde Devlet Bakanlığı ile Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı yapan Esat Kıratlıoğlu ile, Demokrat Partinin iktidara gelmesinin 65. yıl dönümü dolayısıyla yaptığımız röportajda, DP öncesini ve DP’nin iktidara geldikten sonraki durumunu, 27 Mayıs darbesini konuştuk. Tarihi hatıralarını dinledik. İlerlemiş yaşına rağmen son derece dinç ve sağlıklı bulduğumuz Kıratlıoğlu ile evinde iki saate yakın sohbet ettik. Demokrat Parti felsefesini “hürriyetlerin genişlemesi ve kalkınma” olarak özetleyen Kıratlıoğlu, DP’nin ilk icraatının ezanı aslına çevirmek olduğunu söyledi. 27 Mayıs darbesinin esas sebebinin Menderes’in ABD ve Almanya’da alamadığı yardımı Rusya’dan istemesi olduğuna dikkat çeken Kıratlıoğlu, “Amerika Birleşik Devletleri, Adnan Menderes’in 8 Haziran’da Moskova’ya gitmesini engellemek ve Rusya’ya ticarî münasebetini engellemek için bu ihtilâli yaptırmıştır” diye konuştu. Kıratlıoğlu ile evinde gerçekleştirdiğimiz röportaj ile baş başa bırakıyoruz.
7 Ocak 1946’da kurulan Demokrat Parti, kuruluşundan 4 yıl sonra, 14 Mayıs 1950’de milletimizin yüzde 53 oyunu alarak iktidara geldi. Bu 4 yıl da neler yaşandı. Türkiye 14 Mayıs’a nasıl geldi?
7 Ocak Demokrat Parti’nin kurulduğu tarihte ben Adana Lisesi son sınıfta öğrenciydim. Bir sömestre tatili münasebetiyle, karne tatili münasebetiyle Nevşehir’e geldim. O zaman Nevşehir’den belli başlı ailelerin kimseleri şoför mahallinde gider gerisi de kamyonun arkasında giderdi. Ben de o zaman Nevşehir Müftüsü Kıratlıoğlu Hoca’nın oğlu olduğum için bizi şoför mahalline alırlardı. Ve Niğde’ye gittik. Trende okurum diye istasyonda bir gazete aldım. Gazete manşetindeki, Demokrat Parti’nin kurulduğu havadisini öylece öğrenmiş oldum.
Demokrat Parti’nin kuruluş safhasına gelmeden önce şöyle ona doğru bir yaklaşımda bulunalım. Malûm Demokrat Parti’nin dört kurucusu vardır. Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Prof. Fuat Köprülü. Bunlar o zamanki Cumhuriyet Halk Partisi’nin milletvekilleri ve Celal Bayar da başbakanlığını yapmıştır. Adnan Menderes Amerikan Koleji mezunu. Ankara’ya geldikten sonra da hukuk fakültesini bitiriyor. Fakat Adnan Menderes’in hususiyeti hiç Meclis’in kütüphanesinden çıkmayan ve devamlı surette okuyan bir insan.
O günlerde 1945 yılına doğru Türkiye’de bir takım sıkıntılı durumlar var. Hürriyetin daha belirgin bir şekilde vatandaşa intikal ettirilmesi ve bir de Toprak Kanunu var. Türkiye’de toprağın yüzde 80’i büyük toprak ağalarında ve bu toprağın köylüye dağıtılması şekliyle Toprak Reformu Kanunu çıkarıldı. Ve bu Meclis’te bayağı büyük bir gürültü yaptı sıkıntı yaptı. Ve Meclis’in havası değişti. Bir muhalefet meydana gelmeye başladı. Bu muhalefet havası içerisinde İsmet İnönü bir muhalefet partisinin kurulmasının gerekli olduğunu beyan etti.
DÖRTLÜ TAKRİRLE SERBEST SEÇİMLERİN YAPILMASINI İSTEDİ
Dörtlü takrir nasıl verildi?
Muhalefeti kurmak durumunda olan insanlar da biraz evvel bahsettiğim gibi Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Prof. Dr. Fuat Köprülü bunlar dörtlü takrir diye bir takrir verdiler. Bu dörtlü takrir reddedildi. Toprak Kanunu üzerinde ve ondan sonra hürriyetin tam manasıyla vatandaşa intikal ettirilmesi şekliyle çerçevelenen dörtlü takrir reddedilince şiddetli bir muhalefet başladı. Bu arada Adnan Menderes’le Fuat Köprülü o zamanki Vatan Gazetesi’nde çok ağır yazılar yazdılar. Bu yazıların üzerine yanlarında Refik Koraltan’da var. Refik Koraltan, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü’yü Cumhuriyet Halk Partisi’nden ihraç ettiler. Bunun üzerine Celal Bayar önce milletvekilliğinden sonra da Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifa etti.
Ve işte bu hava içerisinde 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti kuruldu. Bu parti kurulduktan sonra ilk seçimde ki zaten kuruluşundan 4-5 ay sonra seçim yapıldı. DP, bu ilk seçimde 62 milletvekili çıkardı. Gerisini tabiî Cumhuriyet Halk Partisi aldı.
ARSLANKÖY VE SENİRKENT HADİSESİ DEMOKRAT PARTİ FELSEFESİDİR
O seçimde uygulanan seçim sistemi nasıldı?
O zaman seçim kanununa göre oylar açık verilir, tasnif yani sayım gizli yapılırdı. Bu durum karşısında Türkiye’de iki hadise oldu. Birisi Arslanköy, birisi de Senirkent. Bunun birisi Mersin’e bağlı birisi de Isparta’ya bağlı. Bu iki köyün ahalisi sandığı aldılar açıkça oy vermelerine rağmen jandarmaya teslim etmediler. “Sandıkları gözümüzün önünde bizim olduğumuz mekânda sayacaksınız” dediler. .
Bu kabul edilmeyince köylüler sandıkları vermediler. Bunun üzerine o dönem Isparta’da ağır ceza mahkemesi olmadığından Konya’ya ağır ceza mahkemesine sevk edildiler. Ne kadar köylü varsa, çoluk, çocuk, yaşlı, ihtiyar, kadın, kız yayan Konya Ağır Ceza Mahkemesi’ne götürüldüler ve yolda giderken de bunlara çok eziyet ettiler. Affedersiniz eşekle gidiyorlardı. Yolda bu hayvanların gübrelerini bunların ağzına soktular. Çok eziyet ettiler.
Ve o günkü hadise Arslanköy ve Senirkent hadisesi Demokrat Parti felsefesinin vatandaş tarafından nasıl bir iştiyakla nasıl bir arzuyla kabul edildiğinin çok açık bir göstergesidir. Bu arada parti Meclis’e girdi ve ilk sıkıntı 1947 yılı bütçesinde oldu. 1947 yılı bütçesi görüşülürken, sözcü rahmetli Menderes’ti. Rahmetli Menderes çok ağır bir konuşma yaptı ve bunun üzerine Başbakan Recep Peker kürsüye çıktı ve Menderes’e “Sen bir psikopatsın” dedi. Bunun üzerinde Meclis karıştı ve Demokrat Parti Meclis’i terk etti ve DP Meclis’ten çekilme kararı verdi. Sine-i millete dönme tabiri işte o zaman meydana çıktı ve sine-i millete dönme kararı alındı. İsmet İnönü harekete geçti ve Celal Bayar’la görüşerek Bayar’ı ikna etti. O arada Demokrat Parti’nin büyük kongresi toplandı.
DP’NİN KURULUŞ FELSEFESİ HÜRRİYETLERDİR
Bütün bunlar olurken “hürriyet misakı kararı” alındı. Bu karar nedir? DP için bir dönüm noktası mıdır?
Demokrat Parti büyük kongre kararı almasından sonra ‘Hürriyet Misakı’ diye bir karar alındı. Bu kararın içerisinde Demokrat Parti’nin kuruluş felsefesinde öngörülen hürriyetin, insan haklarının, vatandaşın haysiyetinin kanun altına alınması ve devletin garantisi altında olması ve bununla ilgili kanunların çıkarılması vardı. Ve bu arada gürültüler patırtılar başladı ve büyük bir Meclis mücadelesi başlarken İsmet Paşa yine devreye girdi ve Celal Bayar’ı dâvet etti. Celal Bayar’la konuştuktan sonra 12 Temmuz 1948 Beyannamesi neşredildi. Bu beyannameye göre Hürriyeti Misakı kararlarının ilk seçimde dikkate alınacağını ve ilk seçimlerin bu şartlar altında yapılacağı ortaya konuldu. Bunun üzerine buzlar çözüldü ve Meclis’te sükûnet hâkim oldu.
Ama bu sefer Demokrat Parti içerisinde sorunlar vukuu buldu. O zaman Osman Bölükbaşı ve Demokrat Parti İstanbul İl Başkanı avukat Kenan Öner, eski hariciye nazırlarından Yusuf Kemal Tengirşek, Hikmet Bayur ve Fevzi Çakmak, “Bu durum bir muvazaadır. İki parti artık particilik oynuyor, bunlar birbirlerinin ensesinde olmayan, ama birbirlerinin yanında kardeş olan parti oldu” dediler. Ve partiden istifa ederek Millet Partisi’ni kurdular.
Bu durumların neticesinde seçimlere yaklaşırken seçimlerden üç beş ay önce yeni bir Seçim Kanunu kabul edildi. Bu yeni seçim kanununa göre, Yüksek Seçim Kurulu teşekkül ettirildi. Bu Yüksek Seçim Kurulu üyeleri Yargıtay ve Danıştay üyeleriydi ve aynı zamanda gizli oy açık sayım açık tasnif esası kabul edildi. Ve 14 Mayıs seçimlerine bu şekilde gidildi.
14 Mayıs 1950’de, vatandaş yüzde 53’e yakın bir oyla Demokrat Parti’yi iktidara getirdi. Bu Seçim Kanunu görüşülürken Demokrat Parti “nisbî temsili” savundu. Ama bunu Cumhuriyet Halk Partisi kabul etmedi. Ekseriyet sistemi ise bir bölgede bir oy fazla alındığı takdirde oradaki milletvekillerini o parti çıkarıyor. Cumhuriyet Halk Partisi bu nisbi temsili kabul etmedi ve kendi tuzağına düştü. Ekseriyet olduğu için arada uzun boylu bir fark yoktu ve buna rağmen DP’nin karşısında CHP o zaman 64 milletvekili çıkardı. Gerisini tamamen DP aldı.
DEMOKRATİK SEÇİMLE GELEN İLK BAŞBAKAN MENDERES
Seçim olduktan sonra neler yaşandı? Ülke de durum nasıldı?
Seçim sonuçlarına göre Demokrat Parti’nin başkanlığı altında hükümetin kurulması kesinleşti. Bunun üzerine rahmetli Adnan Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a çıktı. “Fuat Köprülü’nün başbakan olması hepimizin arzusudur. Bilge kişi, âlim kişi Fuat Köprülü’dür. Onun başbakan olmasını arzu ediyoruz” dedi.
Celal Bayar, Menderes’i dinledikten sonra “Benim başbakanım sensin” dedi. Böylece Adnan Menderes cumhuriyet tarihinin ilk demokratik seçimle gelen başbakanı oldu.
O günlerde Türkiye’nin durumu sıkıntılıydı. Türkiye yeni bir harpten çıkmıştı. O tarihlerde Avusturya’da üniversite talebesiydim. Oradaki demokratik hareketleri de görüyordum, yaz aylarında Türkiye’ye geliyordum. Oradaki durumla buradaki durumu mukayese ediyordum.
Türkiye’nin o günkü şartlarında 1950’lerin başlarında durumu sıkıntılıydı. Asfalt yol yok, hava yolları yok. Ben Viyana’ya okumaya gidiyorum. Viyana’yla Türkiye’nin arasında uçak seferleri yok. Trenle de gitmek dövizle oluyordu. Vapurla İstanbul’dan İtalya’nın Napoli şehrine giderdik. Napoli’den trene biner Avusturya’ya giderdik. Türkiye harbe girmedi, ama harbe girmiş kadar o zamanın şartları içerisinde çok büyük bir ordu besledik. Bütün memleketin geliri orduya gitti. Silâha gitti, ordunun beslenmesine gitti.
O günleri ben hatırlıyorum. Şeker bulamazdık, çayımızı pekmezle içerdik. Tabiî 1947-48’li yıllardan 50’li yıllara gelene kadar ekmek karnesi vardı. Hâlâ o ekmek karnelerini muhafaza eden arkadaşlarımız var. Biz Anadolu’da ekmek karnesinin sıkıntılarını çekmedik. Çünkü Anadolu’da yufka ekmek yapılır, üç aydan üç aya mahallenin hanımları toplanır, “keşik” denen yufka ekmeği yardımlaşma ile yaparlardı. Bu ekmekler üç-dört ay ıslatılarak yumuşatır ve yenilirdi. Şimdi biz böyle alıştığımız için, sıkıntı çekmezdik.
(Devam edecek...) Röportaj: Mehmet Kara / mkara@yeniasya.com.tr - Melih Tekin / melihtekin@yeniasya.com.tr

Demokrasi bayramı

Her milletin ve ülkenin kaderinde dönüm noktası olan günler vardır. 14 Mayıs 1950, Türkiye'de yaşayan insanlar açısından böyledir; bugün demokrasinin doğum tarihidir.
Demokrasi bayramı
4 Mayıs 1950 öncesinde, Türkiye'de, otoriter bir tek parti yönetimi mevcuttur. Bunun anlamı, ülkede, ifade, teşkilatlanma ve teşebbüs gibi temel hürriyetlerin bulunmamasıdır. Bu dönemin Cumhuriyet Halk Partisi, demokratik sistemdeki parti anlamında bir parti olmaktan çok uzaktır. CHP, farklılıkları yok ederek "imtiyazsız, sınıfsız bir kitle" yaratmaya çalışan ve milli şef tarafından yönetilen bir tek partidir.
Tek parti yönetimi döneminde iktisadî gelişme oldukça sınırlıdır. Şehirleşme yüzde18 civarında sabitlenmiştir. 14 Mayıs'ta DP'nin iktidara gelişiyle iktisadi dinamikler harekete geçecek sanayileşme ve şehirleşmede sıçramalar yaşanacaktır. Ankara'daki bürokratlar ve onların taşradaki uzantıları ile onların devlet imkanlarıyla zenginleştirdiği müttefikleri, fakir bir toplumda, debdebeli bir saltanat hayatı sürdürmektedirler... Halkın en temel kaygısı ise karnını doyurmaktır. Kırsal kesimde hayat şartları daha da ağırdır. Mahmut Makal'ın Ocak 1950'de yayımlanan romanı Bizim Köy, milletin efendisi olduğu ilan edilen köylünün nasıl bir açlık ve sefalet içinde yaşamaya çalıştığını anlatmaktadır: "9 Ekim Cumartesi. Birinci dersten sonra çocuklara sırayla sordum. Bu sabah 21 kişi hiçbir şey yemeden aç gelmiş. 10 kişi yavan ekmek dürünüp yemiş. 11 Ekim öğleden sonra: 31 kişi hep karpuz şalağı ile ekmek yemiş.( Cacık: Yabani ot)."
TEK PARTİ DÖNEMİNDE TÜRKİYE
Açlıkla salgın hastalıkların Anadolu'yu kasıp kavurması, hayatı iyice çekilmez hâle getirmektedir. Her yıl on binlerce insan verem, sıtma, tifo, trahom gibi hastalıklara kurban gitmektedir. Hatta mesela Konya'nın Çumra ilçesinde olduğu gibi, bütün ilçe sıtma olduğundan CHP'nin ilçe kongresi bile yapılamamaktadır.
Anadolu içten içe kaynamaktadır. Siyasî ve iktisadî sistemin olduğu gibi muhafaza edilmesi imkânsızdır. Halk değişiklik istemektedir. Halk ekmek, aş ve bunlar için de hürriyet istemekte CHP'nin gazetesi Ulus'un 19 Ağustos 1945 tarihli nüshasında, Türkiye'nin demokrasiye geçmesi istikametinde Demokratik Batı ülkelerindeki beyanlardan duyulan rahatsızlık dile getiriliyordu. İkinci Dünya Savaşının bitmesiyle beliren bu eğilim, CHP'nin içindeki müfritleri rahatsız etmekteydi. Hatta bu çevreler, yeni partilerin ancak CHP'nin bir türevi olabileceğini düşünüyorlardı. Ulus'ta bu rahatsızlık şöyle dile getiriliyor: "Demokrasinin bütün gereklerini yerine getirmeliymişiz. Çünkü zafer tek partili rejimlere karşı demokrasiler tarafından kazanılmış imiş. Peki ama, Rusya kaç partili bir demokrasi idi? Büyük Millet Meclisi rejimi kalacaktır. Türk demokrasisi onun disiplini ve kanunları içinde gelişecektir. İkinci, üçüncü, dördüncü parti, hepsi yalnız bu amacı güttükleri zaman ve ancak bu amacı güttükleri zaman ve ancak bu amacı güttükleri kadar itibar bulacaklardır. Sözün kısası bu!"
Bu bakımdan 1946'dan sonra kendiliğinden ve sadece İnönü'nün isteğiyle demokrasiye geçildiğini zannetmek yanlış bir düşünce olacaktır. İsmet İnönü, halktan yükselen bu tepkiler karşısında, adeta vadelerinin dolduğunu anlamış ve geçiş sürecinin demokratik bir şekilde olmasını temin etmeye yönelmiştir. Bütün bunlara bir de uluslararası sistemdeki değişme ve gelişmeler eklenince tek parti rejiminin eninde sonunda devrileceği bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Rejim değişmelidir. Ama hangi istikamette? Türkiye'nin önünde iki yol vardır: İlki, totaliter sosyalist bloğun bir parçası olmaya yönelmek; ikincisi, demokratik batının bir parçası olmaya yönelmektir.
Hem iktidarın hem de 1946'dan itibaren ortaya çıkan muhalefetin Batı bloğunda yer almayı istemesiyle, Türkiye'nin nereye yöneleceği anlaşılır. İstikamet Batı'dır. Böylece rejimin de demokrasi yönünde değişeceği anlaşılmıştır.
Türkiye'nin tek parti diktatörlüğünden çıkıp demokrasiye geçmesi, her şeyden önce, "milli şef" adıyla anılan kişinin, iktidar makamından gönüllü olarak vazgeçmesine bağlıdır. Elbette İnönü'nün korkuları vardır. Etrafındaki bazılarının korkuları daha da derindir. İnönü'nün çok partili hayata geçme arzusu, CHF içinde çalkantılara yol açar ve parti, Islahatçılar ve Müfritler olarak ikiye bölünür. Müfritler, İnönü'yü kararından vazgeçmesi ve tek parti diktatörlüğünü sürdürmesi için zorlarlar. Ancak, diğer taraftan, hem muhalefet hem de sivil toplum şekillenmekte ve kuvvetlenmektedir. Tek parti yönetiminin sürdürülmesine imkan yoktur. Ve İnönü bunun farkındadır.
SEÇİM SONUÇLARI: 
BEYAZ İHTİLAL
Bir taraftan demokrasiye geçişin alt yapısı hazırlanırken, diğer taraftan siyasî tartışmalar iyice ateşlenir. Demokrasinin alt yapısını hazırlamada en önemli adımlardan biri yeni bir seçim kanunu çıkarılmasıdır. 1946 seçimleri, demokratik bir seçim olacağı iddiasıyla yapılmış, ama açık oy gizli sayım ve sayılan oyların derhal imhasıyla bir skandala dönüşmüştür. Aynı seçim yolsuzluklarının tekrarlanması Türkiye'yi vahim badirelerin ve iç çatışmanın içine atacaktır. Bu yüzden Hür Fikirler Cemiyeti'nde teşkilatlanan liberallerin ve muhalefetin de katkısıyla yargı denetiminde seçimi öngören bir seçim kanunu çıkarılır. Seçim eşit, genel oy ilkesine uygun olarak ve basit çoğunluk sistemiyle yapılacaktır. Artık Türkiye tarihi bir olaya gebedir: "Yeter Söz Milletindir!" şiarıyla 14 Mayıs'a, yani, seçim sandığına yürünmektedir...
CHP tepetaklak oldu; Demokrat Parti bütün yurtta seçimleri kazandı. Bu rahmetli Refik Koraltan'ın o günlerde söylediği gibi 'Tam bir beyaz ihtilaldir'di. İhtilalciler beyaz elbiselerine hiçbir leke sıçratmadan sandıkların içinden çıkmış Ankara sokaklarını doldurmuştu. Herkes birbirini öpüyor, kucaklıyor, tebrik ediyordu. Bütün yurtta şenlikler başlamıştı.
Halk Partisinin içinden bir grup ise, 14 Mayıs seçim sonuçları üzerine, tarihçi Toynbee'nin demokrasinin bir protestan-hıristiyan rejimi olduğu, Müslümanların demokrasiyi başaramayacakları iddiasını aktararak İnönü'den eski rejime dönmesini istemişler; ancak İnönü, bu görüşü taassup olarak nitelendirerek Türk milletinin demokrasiyi mutlaka başaracağında ısrar etmiştir. Bu şekilde Türkiye 14 Mayıs 1950'de demokratik bir siyasi iktidar değişimi başarmıştır. Bu tarihi günün AK Parti başta olmak üzere demokrat çevreler tarafından layıkıyla anlaşılıp hatırlanmaması, siyasetteki hafıza kaybının vahametini ortaya koyuyor. (Yeni Şafak | Murat Yılmaz | 14 Mayıs 2008, 0:00)
* Dr., Siyaset Bilimci (muratyilmaz67@yahoo.com)

14 Mayıs 1950: (Milli İradenin Zaferi) Beyaz İhtilal ve Demokrasi Bayramı

14 Mayıs 1950: Beyaz İhtilal ve Demokrasi Bayramı


14 Mayıs 2012, Pazartesi
II. Dünya Savaşı, savaşa girmemiş Türkiye'yi savaşa katılmış gibi derinden etkiledi.
Ekonomik, sosyal ve siyasal yapıda pek çok sorunlar çıktı. Bunun üstüne uluslararası gelişmelerin de etkisiyle Türkiye çok partili hayata geçiş hazırlığına başladı. 1946 seçimlerinin (Açık oy-Gizli tasnif yöntemiyle birlikte pek çok suiistimaller olmuştu) siyasetimizde kara bir leke gibi durması, gözleri 14 Mayıs 1950 seçimlerine çevirdi. VIII. Dönem Meclisi, çalışmalarını 24 Mart 1950'de tamamlarken genel seçimlerin 14 Mayıs 1950'de yapılmasına karar vererek, CHP ile DP arasındaki siyasi yarışı başlattı. CHP ile DP arasında (yer yer bürokratik hazımsızlıktan kaynaklanan sıkıntılar olsa da) sağduyulu bir seçim süreci yaşandı. 14 Mayıs'ta herhangi bir seçim ihlali yaşanmadı.

Oy verme saati sona erdiğinde CHP ve DP'de büyük bir merak ve endişe hâkimdi. Öncelikle yakın bölgelerin ve köylerin sonuçları gelmeye başladı. Seçim bürolarına ulaşan ilk sonuçlara göre CHP, az farkla da olsa önde görünüyordu. Lakin gece yarısına doğru gayri resmi sonuçlar açıklanmaya başladığında gerçek anlaşıldı. DP, büyük bir zafer kazanmıştı. En iyimser tahminlerde bile kimse DP'nin bu kadar büyük başarı kazanacağını beklemiyordu. Ankara'da büyük bir siyasi deprem yaşandı.

Seçim sonuçlarının belirmesiyle birlikte asker arasında bazı güçler, durumdan vazife çıkararak harekete geçtiler. 14 Mayıs gece yarısı I. Ordu komutanı Çankaya'ya çıkarak "seçimlere hile karıştırıldığı" iddiasına sığınarak DP iktidarını engellemeyi teklif eder, fakat Cumhurbaşkanı İnönü, askerin bu önerisine sıcak bakmaz. Haber DP'li yöneticilerin de kulağına gider ve on yıl sürecek bir endişe ortaya çıktı. Siyasetimizde asker faktörü ilk kez bu kadar önemli oluyor, ilk kez bu şekilde kendisini gösteriyordu.

CHP, 1946 yılında çok partili hayata geçmiş fakat tek parti yönetimine ait hukuki hazırlıkları ve kurumsal düzenlemeleri yapmamıştı. Bir anlamda CHP, 14 Mayıs seçimlerinden sonra da iktidarını sürdüreceğini düşündüğünden muhalefetin varlığına yönelik hiçbir çaba göstermemişti. 22 Mayıs'ta muhalefete düşen CHP, hazırlıksız ve oldukça şaşkın bir durumdaydı. Ayrıca CHP'nin hazırlattığı seçim kanunu marifetiyle % 53 oy alan DP, Meclis'in % 84'üne, CHP % 39 oy oranı ile Meclis'in % 14'üne sahip olması, ülkede yeni bir tek parti idaresi oluşturmaya son derece müsait bir zemin oluşturdu. Bir anlamda bu kadar güçlü bir iktidar CHP tarafından kendisi için düşünülmüştü, fakat 14 Mayıs hesapları bozdu.
14 MAYIS BİR ZİHNİYET DEVRİMİDİR
14 Mayıs seçim sonuçları neticesinde halkta büyük bir ümit ve iyimserlik, DP ve taraftarlarında coşkun bir sevinç vardı. Bazı CHP'li idareciler, DP yönetiminin sağduyulu tavrına rağmen, DP taraftarlarının sevinç gösterilerinden rahatsız olarak çeşitli şikâyetlerde bulunmuşlar ve DP'lilerin sevinç gösterilerini sınırlandırmalarını istemişlerdi.
CHP'lilerde, 14 Mayıs'ta bir yanlışın yapıldığı veya halkın aldatıldığı düşüncesi hâkimdi. İlk seçimlerde (3 Eylül 1950 yerel seçimler) yanlışlık düzeltilecek ve erken genel seçimlerle CHP iktidarı geri alacağı beklentisi içerisindeydi. CHP'li H.Cahit Yalçın'a göre; "14 Mayıs'ta başlayan şey demokrasi değil, hayal sukutudur. Gün geçtikçe bu hayal sukutu genişliyor ve derinleşiyor. Daha şimdiden efkâr-ı umumiyede pişmanlık el ile tutulur hale gelmiştir." Oysa 3 Eylül yerel seçim sonuçları da 14 Mayıs sonuçlarını tasdik eder nitelikte çıkacaktı.
DP'nin bu kadar büyük bir zafer kazanmasının birçok sebebi vardı. Bu durumun ortaya çıkmasında; CHP'nin uzun süredir ülkeyi tek başına yönetmesinden kaynaklanan iktidar yorgunluğu, DP'nin daha evvelki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası örneklerinden aldığı dersler ile halkın nabzını iyi tutarak izlenen akıllı bir seçim stratejisi sayılabilir. Dönemin üst düzey bazı CHP'li idarecilerinin, bu durumu konjonktürel gelişmelerle açıklayarak DP'nin çabasını ve başarısını görmezlikten gelme çabası içerisine girmeleri doğru değildir.
İktidarın demokratik şekilde değişmesi DP kurucusu Refik Koraltan'a göre "tam bir beyaz ihtilal"di. Halide Edip Adıvar da 14 Mayıs seçim sonuçlarından oldukça etkilenmiş, 14 Mayıs'ın "Demokrasi Bayramı" olarak kutlanmasını istemişti. 14 Mayıs için; "Beyaz", "Kansız İhtilal" veya "Demokra­si Bayramı" gibi tanımlamalar da yapılmaktadır. Menderes de 14 Mayıs'ın son derece önemli bir gün olduğunu düşünerek, "Bir devre son veren ve yeni bir devir açan müstesna ehemmiyette tarihi bir gün olarak daima anılacaktır." demektedir.
DP'lilerin tarifini ve tanımını yapmakta zorlandıkları 14 Mayıs hakkında, CHP'li kalemler önceleri sessizliği tercih ederler. 14 Mayıs hakkındaki övgü dolu ifadelerden rahatsız olan Hüseyin Cahit Yalçın, "Hakikat şudur ki ortada cidden beyaz, pembe hiçbir ihtilal yoktur" diye yazdı. 14 Mayıs'ın yabancı basında değer görmesi, ülkede ilgi görmesi üzerine Hüseyin Cahit Yalçın zamanın da etkisiyle daha sağduyulu bir yaklaşımla, "14 Mayıs bizleri birbirimizden ayıracak bir gün değil, bilakis bizleri aynı idealin, aynı imanlı mücahitleri halinde birleştirecek mesut bir gündür." dedi.
14 Mayıs 1950 seçimlerinin özellikle sonuçları ve siyaset üzerindeki etkileri düşünülürse son derece önemli bir değişim ve dönüşüm noktası olduğu bir gerçektir. Yalnız Menderes'in iddia ettiği gibi "inkılâp" olduğu tartışılabilir. Zira seçimler neticesinde sistem ya da rejim değişikliği meydana gelmediği gibi, 22 Mayıs'ta iktidarı devralan isimler ortalama en az 15 yıldır siyasetin içerisinde yer alan ve CHP'de çeşitli sorumluluklar üstlenmiş kişilerdi.
14 Mayıs, bir zihniyet devrimidir. Aslında inkılâbı merkezde değil, taşrada aramak gerekir. DP ile siyasete giren yeni insanlar ve taşralı orta sınıf, yerel ve ulusal yönetime talip olmuş ve Ankara siyasetine yeni bir soluk, yeni bir heyecan getirmiştir. (CHP'liler ve CHP'ye yakın kalemler bu insanları "çarıklılar", "Hasolar, Memolar" diyerek küçümsemişlerdi.)
14 Mayıs'la birlikte; halkın önemsendiği, değerlerinin göz önüne alındığı ve halk eksenli yeni bir anlayış doğdu. Öyle ki cumhurbaşkanının Çankaya'dan inerek halkın arasına karışması, halka kulak vererek isteklerini dinlemesi oldukça önemliydi. Halk yeni dönemi ve yeni dönemle birlikte değişimin, dönüşümün sembolü olarak DP'yi gördü ve sevdi. DP ve Genel Başkanı Adnan Menderes, halkla çok iyi bütünleşti. Menderes, Ankara siyasetinden ve CHP muhalefetinden bunaldığı her an kendisini kalabalıkların ortasına attı. Halk Menderes'i bağrına bastı ve DP'yi son ana kadar destekledi.
15 Mayıs'ta kimse ne yapacağını bilmiyordu. İktidar için teşekkül ettirilmiş CHP, tek parti devrine göre yetiştirilmiş basın, CHP'nin birer organı haline gelmiş bürokrasi ve devlet ile İnönü'yü özdeş gören askeriye. Türkiye, böyle bir değişime ne kadar hazırdı? CHP'liler de bu durumun farkında ve aşırı bir özgüvenle, DP'nin ülkeyi altı ay bile yönetemeyeceğini düşünüyorlardı.
CHP, çok partili hayata uyumda zorluk çekti. Emekli diplomatlar, paşalar ve yargı mensuplarıyla olan iletişimi devam etti. CHP, bürokrasiyle olan bağını kuvvetlendirerek sürdürdü. 1950 seçimlerinde yaşanılan mağlubiyet 1954 seçimlerinde hezimete dönüştü. Genel Başkan İnönü, bir yanda iktidara karşı diğer yanda partisi içerisinde büyük mücadele verdi. Zira 1954 seçimlerinde CHP'nin yaşadığı mağlubiyet, CHP'lileri büyük hayal kırıklığına uğratmanın ötesinde ümitsizliğe düşürdü. Öyle ki birçok CHP mensubu, partinin kapatılarak siyasetten çekilmesini bile teklif etmeye başladı.
DEMOKRAT PARTİNİN SEÇİLMESİ 27 MAYIS'I TETİKLEDİ Mİ?
14 Mayıs ne kadar önemliyse siyasi tarihimizde, 27 Mayıs da o kadar önemlidir. Öncelikle sonuçları itibarıyla birbirinin zıddı olan bu günler sebep-sonuç itibarıyla da birbirlerine bağlıdırlar. 27 Mayıs'ın sebeplerinin oluşmaya başladığı gün 14 Mayıs seçim gecesi askerin durumdan vazife çıkarmasıdır, 29 Mayıs 1950 Menderes'in ilk hükümet programını Meclis'te okumasıdır. CHP uzantısı bürokrasinin tasfiye edilmesidir.
DP iktidarıyla birlikte sosyal ve siyasal yapıda meydana gelen gelişmeler, güç dengelerinde meydana gelen gelişmeler, basının-muhalefetin tek parti dönemini unutarak adeta yeni bir sayfayla yeni bir dönemin başladığını düşünerek hükümete karşı amansız eleştirileri siyasi huzursuzluklara sebep oldu. DP iktidarının özellikle 1954 seçimleri sonrasında gerek şiddet eğimli politikaları, DP içerisindeki bölünmeye ve ülkedeki kutuplaşmanın derinleşmesine yol açtı. Bu durum, gerginliğin tırmanmasına ve siyasi huzursuzlukların krize dönüşmesine sebep oldu.
İsmet İnönü gibi Milli Mücadele'de en önde yer almış, Lozan'da bulunmuş, yıllarca başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış bir liderin ülke üzerindeki etkisiyle, DP iktidarı kendisini hiçbir zaman güvende hissetmemişti. Bu durumu, 6 Haziran 1950'de bir albayın ihbarıyla bir anda ordu üst düzey komuta kadrosu emekli edilirken veya 9 subay hadisesinde veya 21 Mayıs 1960 Harbiye yürüyüşünde görmek mümkündür. Menderes, bilinçaltında İnönü ve asker fobisini hissetse de Mehmetçiğin kendisine silah çevirebilmesine hiçbir zaman ihtimal vermedi.
27 Mayıs'a gidilirken DP'nin pek çok hataları vardır. Bu yanlışlar Yassıada mahkemesinde detaylı bir şekilde araştırılmış ve yargılamalar yapılmıştır. Bedeli her ne pahasına olursa olsun ödenmişti. Peki, bu süreç içerisinde CHP nerede? Tahkikat Komisyonu'na CHP'nin bu kadar tepki göstermesi normal midir? DP'nin karşısında basının-bürokrasinin-üniversitenin ve ordunun ittifak ederek mücadele etmesi 27 Mayıs'ın neresindedir?
27 Mayıs'la birlikte on yıllık DP dönemi sona erdi. Lakin siyasetimizdeki huzursuzluklar bitmedi. Ülke, askerî müdahaleler, cuntalar, idamlar, muhtıralar ve iç savaş ihtimaliyle karşı karşıya geldi. Süreç her on yılda bir askerin siyaset üzerine çökerek vesayet rejimini alışkanlık haline getiren yeni bir gelenek başlattı.
Günümüzde pek çok insanın alkış tuttuğu 1961 Anayasası, bu şartlar altında hazırlandı. DP'liler ve DP'ye gönül veren geniş halk kitlelerinin temsil edilmediği bir komisyon tarafından hazırlanan 1961 Anayasası'nın, demokratik ve özgürlük yönü de tartışılabilir. Bürokrasi bünyesinde yapılan tasfiye ile devlete sahip olanlar kendi iktidarlarını baki kılacak adımlarla ülkenin demokratik zeminini kaydırmışlar ve bugüne kadar devam eden siyasi ve hukuki sorunların temelini oluşturmuşlardır.
14 Mayıs'ın açtığı yeni anlayış yani "Beyaz İhtilal" 27 Mayıs ihtilaline kadar önemini korudu. 27 Mayıs ile birlikte siyasette yeni bir dönem ve yeni bir bayram; Hürriyet ve Anayasa Bayramı kutlanmaya başladı. 27 Mayısçıların bayramı da bir başka askerî müdahale ile 12 Eylül 1980 darbesiyle son buldu.
*Yrd. Doç. Dr., Siirt Üniversitesi Öğretim Üyesi, "Türk Siyasi Tarihinde Adnan Menderes" kitabının yazarı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder