ATATÜRK VE EĞİTİM
Prof. Dr. Nuray SENEMOĞLU
Atatürk’ün,
söylevlerine, gerçekleştirdiği devrimlere, ortaya koyduğu ilkelere yaşamında
onunla doğrudan etkileşimde bulunma olanağına sahip olmuş kişilerin anılarına
baktığımız zaman, onun çok başarılı bir asker, iyi bir politikacı, tam bir
devlet adamı, nitelikli bir ekonomist, mükemmel bir yönetici ve her şeyden önce
de eşsiz bir eğitimci, hatta bir eğitim bilimci olduğunu görüyoruz.
Atatürk bir
ulusun yaşamında eğitimin önemini belki de en iyi anlamış, anlatmış devlet
kurucusu ve Cumhurbaşkanı idi.
Ona göre,
ekonomide, sağlıkta, sanatta, sporda nerede bir problem varsa onun temelinde
eğitim yatmaktadır.
Atatürk’ün
eğitimle ilgili politikalarına giriş yapmadan önce Atatürk’ü yeni eğitim politikaları
geliştirmeye yönelten eski eğitimle ilgili saptamalarını kısaca gözden
geçirmekte yarar görülmektedir.
Atatürk’ün
eğitime ne denli önem verdiğinin bir kanıtı olarak Kurtuluş Savaşı sırasında
Sakarya savaşının kokularının geldiği en zor koşulların yaşandığı 1921
Temmuzunda bir ara cepheden Ankara’ya dönerek 16-21 Temmuzunda 1. Maarif
Kongresini toplamıştır. Türk öğretmen temsilcilerini biraraya getirerek o güne
kadar izlenen geleneksel eğitim yöntemlerinin ülkenin geri kalmasında önemli
bir etken olduğunu; ve bundan böyle ulusun gelişimini sağlayacak milli eğitim
politikaları ve programı geliştirmek gereğini vurgulamıştır.
Atatürk
1923’te Eskişehir’de yaptığı bir toplantıda da geleneksel eğitimle ilgili şu
saptamayı yapmıştır.
1- İstikrarlı
bir eğitim politikamız yoktur.
"Bundan
önce her maarif nazırının birer programı vardı. Memleketin maarifinde çeşitli
programların tatbiki yüzünden öğretim berbat hale geldi. Efendiler! Bu
seyahatim sırasında görüştüğüm 25 Yıllık bir Milli Eğitim Müdürü memleketin
çeşitli yerlerini dolaşmış; dediğine göre birbirine zıt birçok programlar
almış, uygulamış ve uygulattırmıştır. Çünkü, hükümete gelen her nazır kendine
göre bir program yapıyor, onu uygulatıyor, bir müddet sonra başka bir nazır
geliyor, onu beğenmiyor, başka bir program uygulatıyordu."
2-
Eğitimimizin amacı kendini, hayatı bilmeyen, her konuda yüzeysel bilgi sahibi,
tüketici insan yetiştirmek olmuştur.
Atatürk,
Eskişehir’deki konuşmasını şöyle sürdürür: "Bütün bu uygulama ve programlar
ne veriyordu? Çok bilmiş çok öğrenmiş bir takım insanlar, Amma neyi bilmiş
efendiler! Bir takım teorileri bir takım nazariyeti sadece ezberlemiş kişiler.
Amma neyi bilmemiş efendiler? Kendini bilmemiş, hayatın ihtiyacını bilmemiş,
yaşamak için hiçbir şeyi bilmemiş ve aç kalmış insanlar." Ve Atatürk devam
eder. "Bundan sonra eğitimde izlenecek yol, her an değişmeyen belirli
çizgisi olan eğitimdir. Bu eğitimden amaç, bilgiyi insan için bir süs, uygar
bir zevk olmaktan çok, maddi hayatta başarı sağlayan pratik ve işe yarar bir
araç haline getirmektir. İlk ve orta öğretim, mutlaka insanlığa, medeniyetin
gerektirdiği bilim ve tekniği versin, fakat o kadar pratik ve zevkli versin ki
çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkum olmadığına emin olsun. Çünkü
maarifin gayesi sadece hükümete memur yetiştirmek değildir."
Atatürk’e
göre geleneksel eğitim kelimenin tam anlamıyla millete "Yabancı" bir
eğitimdir.
Geleneksel
eğitim hem kuruluş sistemi ve hem de özü yönünden milli değildir. Bu eğitim
milli dil, milli tarih, milli sanat yani top yekün milli kültürün gelişmesine
uygun değildir. Bu ise milli benlik duygusunun zayıflamasına yol açmıştır.
Geleneksel
eğitim bütünüyle bilimsel zihniyete kapısını kapatmıştır.
Geleneksel eğitim yöntemleri yaratıcılığı engelleyici niteliktedir. Yalnızca ezberciliğe dayanmaktadır. Bu ise yapıcı ve yaratıcı yeni nesillerin yetişmesini sağlamaktan uzak bulunmaktadır.
Bu sözler
hem geleneksel eğitimin bir eleştirisi hem de eğitimle ilgili yapılacak yeni
düzenlemelerde dikkat edilmesi gereken ilkeler ile ilgili bir uyarıdır.
Atatürk,
eğitim politikasında iki temel hedef göstermiştir.
1. Cehaletin
yenilmesi
2. Türk
ulusunun çağdaş uygarlık düzeyine ve hatta üstüne çıkartılması.
BU
HEDEFLERE ULAŞABİLMEK İÇİN, ATATÜRK’E GÖRE MİLLİ EĞİTİM ŞU ÖZELLİKLERE SAHİP
OLMALIDIR.
- Sağdan soldan alınmayan ulusal gelenek ve
kökümüze dayanan ulusal bir eğitim
- Her şeyden evvel milli hakimiyet ve istiklalimizin değerini bilen ve
onu kesinlikle korumaya kararlı bir gençliğin yetişmesine rehberlik
- İnsanlığa karşı saygılı, iyi kalpli ve ahlaklı vatandaşlar yetiştirme
- Tam vicdan ve fikir hürriyetine sahip ve saygılı, laik bireyler
yetiştirme
- Zorlama ve şiddete dayanmayan şuurlu bir disiplin anlayışı kazandırma
- Kadın-erkek, ırk, din, mezhep ve sınıf farkı gözetmeden her vatandaşa
fırsat eşitliği verme
- Gençlerimizin fikir ve beden eğitimine önem verme
- Toplumumuzun tümüne asgari düzeyde de olsa bilgi verme
- Öğretimde deneye, uygulamaya, yaparak yaşayarak öğrenmeye dayanan ve
hayatta geçerli bilgileri veren aktif bir öğretim sistemi uygulama
- Bütün yeniliklere ve gelişmeye daima açık olan en ileri düzeyde bilgi
verecek bir ders programı uygulama
üDaha
20.yüzyılın ilk çeyreğinde büyük bir savaştan yeni çıkmış, halkın neredeyse
tamamına yakını eğitimden yoksun, 1927 sayımına göre, okuma-yazma bilenlerin 7
yaşından yukarı çağ nüfusa oranı % 5-6 olan ve her alanda geri kalmış bir
ülkede, Mustafa Kemal Atatürk engin bir uzak görüşlülükle bilim toplumunun,
yani 21. Yüzyılın gerektirdiği insan tipini çizmiş ve bunu gerçekleştirecek
eğitim ilkelerini ortaya koymuştur.
21.Yüzyılın
bilim toplumunun gerektirdiği "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür"
özellikteki bireyleri yetiştirmek üzere, eğitim sistemini ezbercilikten
kurtarıp yaratıcı, eleştirici, düşünme becerilerini geliştirebilecek uygulamaya
dayalı bir eğitim sistemi önermiştir.
Atatürk’e
göre;
"EĞİTİMİMİZ
UYGULAMALI OLMALIDIR." Bu eğitim ilkesi, 20. Yüzyılda gelişmiş ülke adını
alan ülkelerin eğitimlerinde benimsedikleri en önemli ilkedir. Belki de
gelişmişlik düzeylerine katkıda bulunan en önemli nedendir. Uygulamaya,
teknolojiye aktırılmayan, yaşamda kullanılmayan bilgi, uzun süreli bellekte yer
kaplamaktan öteye geçemez. 21. Yüzyıl da bilgiyi uygulamalı olarak kazanan ve
uygulamaya aktaran ülkelerin yüzyılı olacaktır.
Mustafa
Kemal Atatürk ise, gerek 1 Mart 1922’de, gerekse 1 Mart 1923’te Türkiye Büyük
Millet Meclisi’ni açış konuşmalarında eğitimimizin uygulamalı olması
gerektiğine ilişkin ilkeyi açıkça ortaya koymuştur.
1 Mart 1922
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisini açış konuşmalarında ;
"Yurt
çocuklarını toplumsal ve ekonomik alanlarda etkin ve verimli kılabilmek için
gerekli olan ön bilgileri iş üstünde öğretme yöntemi, eğitim ve öğretimin ana
kuralı olmalıdır. Orta öğretimde de eğitim ve öğretim yönteminin işe ve
uygulamaya dayanması ilkesine uymak kesin olarak gereklidir." diyerek;
yaparak yaşayarak öğrenmenin ve öğrenilenlerin uygulamaya, teknolojiye
aktarılmasının, gerek bireyin gerekse ülkenin gelişimindeki önemini ortaya
koymuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki eğitim uygulamalarında da, bireyin,
ailenin, toplumun ihtiyaçları dikkate alınarak, geziye, gözleme, deneye,
uygulamaya, kısacası yaparak yaşayarak öğrenmeye ağırlık verildiği
görülmektedir.
1 Mart 1923
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açış konuşmasında ise şöyle
seslenmiştir:
"Baylar, eğitim ve öğretimde uygulanacak yöntem, bilgiyi insan için gereksiz bir süs, bir baskı aracı ya da bir uygarlık zevkinden çok, yaşamda başarıya ulaşmayı sağlayan, işe yarar ve kullanılabilen bir araç durumuna getirmektir. Uygulamaya dayanan yaygın bir eğitim-öğretim için yurdun önemli merkezlerinde çağdaş kitaplıklar, çeşitli bitki ve hayvanları içine alan bahçeler, konservatuarlar, atölyeler, müzeler, galeriler, sergi salonları kurmak gerekli olduğu gibi ilçe merkezlerine dek bütün yurdun basımevleriyle donatılması gerekmektedir."
"Baylar, eğitim ve öğretimde uygulanacak yöntem, bilgiyi insan için gereksiz bir süs, bir baskı aracı ya da bir uygarlık zevkinden çok, yaşamda başarıya ulaşmayı sağlayan, işe yarar ve kullanılabilen bir araç durumuna getirmektir. Uygulamaya dayanan yaygın bir eğitim-öğretim için yurdun önemli merkezlerinde çağdaş kitaplıklar, çeşitli bitki ve hayvanları içine alan bahçeler, konservatuarlar, atölyeler, müzeler, galeriler, sergi salonları kurmak gerekli olduğu gibi ilçe merkezlerine dek bütün yurdun basımevleriyle donatılması gerekmektedir."
Bugün ne
yazık ki 21. Yüzyıla girerken eğitim uygulamalarımıza baktığımızda ise, hâlâ
aktif öğrenme ve öğretme stratejilerini yerleştiremediğimizi, bu ilkeleri bazı
öğretim elemanları, müfettiş ve öğretmenlere benimsetmek için büyük çaba
harcamak durumunda kaldığımızı görüyoruz.
Oysa, çağdaş
öğrenme ve öğretme ilkelerinin 1924 İlkokul programında yer aldığını ve
Cumhuriyetin ilk yıllarında bu ilkeleri uygulama konusunda önemli bir çaba
gösterildiği ve başarıldığını görmekteyiz.
MİLLİ
EĞİTİMİN BU ÖZELLİKLERE SAHİP OLMASI İÇİN EĞİTİMDE ŞU İLKELERİ UYGULAMIŞTIR.
1. Eğitim
milli olmalıdır.
2. Öğretimde birlik sağlanmalıdır.
3. Eğitim bilimsel olmalıdır.
4. Eğitim yaygınlaştırılmalıdır.
2. Öğretimde birlik sağlanmalıdır.
3. Eğitim bilimsel olmalıdır.
4. Eğitim yaygınlaştırılmalıdır.
EĞİTİM
MİLLİ OLMALIDIR
Atatürk,
Türk Milli Eğitiminde ne doğuyu ne batıyı taklit etmeyi düşünmemiştir. Doğunun
ve batının eğitim sistemlerini incelemiş; zaman zaman dış ülkelerden John Dawey
gibi bazı meşhur eğitimcileri ülkeye davet ederek onların görüşlerini almış;
yöntemlerinden yararlanmayı istemiştir. Ancak hiçbir zaman taklitçilik,
kopyacılık istememiştir. Atatürk bu konuda doğudan ve batıdan yapılacak kopya
ve aktarmaları çok tehlikeli görmektedir.
Atatürk’e
göre;
"Türk
eğitimi; dilde milli olacak, yöntemde milli olacak, araç ve gereçte milli
olacaktır. Atatürkçü eğitimle yetişen gençler, bağımsızlığın güvencesi
olacaktır. Vatan ve millet çıkarlarını her şeyin üstünde tutacak insanlar
olarak yetiştirilecektir.
"Yetişecek
çocuklarımıza ve gençlerimize öğrenim sınırı ne olursa olsun önce Türkiye’nin
bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün
unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünyada uluslararası duruma
göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan
kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık hakkı yoktur"
"Kültür
tamamen milli bir konudur ve programlarımız milli olacaktır." Ancak
"İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve milletin kafasına sokacağız.
İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur. Eğitimin çağdaş kültüre dayanması;
eğitimdeki millilik esasını bozmaz."
ATATÜRK EĞİTİMİ HEM MİLLİ, HEM LAİK, HEM BİLİMSEL, HALE GETİREBİLMEK İÇİN
3 Mart
1924’de Tevhid-i Tedrisat yasasının çıkarılmasını sağlamıştır.
Ayrıca
eğitimi milli hale getirip yaygınlaştırabilmek için Türkçe konuşma ve yazmaya
daha uygun Yeni Türk Alfabesi 1 Kasım 1928’de uygulamaya konmuştur.
Yukarıdakilere
ek olarak dil, tarih ve kültürün milli olabilmesi için;
- Türk Dil kurumunun ve
- Türk Tarih Kurumunun kurulmasını sağlamıştır
ÖĞRETİMDE
BİRLİK SAĞLANMALI EĞİTİM LAİK OLMALIDIR
Sistem
kuramında temel ilke, amaç birliğidir, Osmanlıda eğitim genellikle dinseldir.
Tanzimat ile Avrupadan batı eğitimi kısmen alınır. Bu sefer de kaynak ve
uygulama yönünden eğitim ikiye bölünür. Adeta iki ayrı kafa ve ruh yetişmeye
başlar. Bu ikilik zararlı sonuçlar doğurmakta, bu arada azınlık ve yabancı
okullarda başka yönde eğitim yapılmakta ve okullara müfettiş girememekte, çoğu
da Ermeni ve Rum çetelerine yataklık yapmaktadır.
Atatürk’ün
benimsediği eğitimin, milli niteliklere sahip ve başarılı olabilmesi için her
şeyden evvel öğretimde birliğin olması gerekir. 3 Mart 1924’te Tevhid-i
Tedrisat Kanunu çıkarılarak Milli Eğitimde birlik, bütünlük sağlanmıştır. Medrese
ve okullar Maarif Bakanlığına bağlanmış; tekkeler, türbeler, zaviyeler
kapatılmıştır. Yabancı ve azınlık okulları devlet kontrolüne girmiştir.
Böylece, daha önce mektepli ve medreseli olarak ikiye bölünmüş olan toplumun sosyal bütünleşmesi ve çağdaşlaşması, eğitimin bilimsel temellere dayalı olmasının ilk adımı atılmıştır.
Eğitimde birlik ilkesi sınıfsal, kültürel yönden farklılıkların da ortadan kaldırılmasını sağlamıştır.
Böylece, daha önce mektepli ve medreseli olarak ikiye bölünmüş olan toplumun sosyal bütünleşmesi ve çağdaşlaşması, eğitimin bilimsel temellere dayalı olmasının ilk adımı atılmıştır.
Eğitimde birlik ilkesi sınıfsal, kültürel yönden farklılıkların da ortadan kaldırılmasını sağlamıştır.
Dini eğitim
kurumları ile çağdaş eğitim kurumları arasındaki ikiliğe son vererek, dine
saygılı fakat laik görüşü dayalı eğitim birliği getirmiştir.
Atatürk
ülkenin bütünlüğü ve birliği açısından öğretim kurumlarının birleştirilmesi ve
bir milli eğitim sisteminin uygulanmasını şu sözleri ile de ifade etmiştir.
"Bir
milletin fertleri ancak bir eğitim görebilir. İki türlü eğitim bir memlekette
iki türlü insan yetiştirir. Bu ise duygu ve fikir birliğine ve gelişim
amaçlarına tamamen ayrıdır."
EĞİTİM
BİLİMSEL OLMALIDIR
Atatürk
eğitimin dogmalardan hurafelerden alınarak bilimsel temellere dayalı olması
gerektiğini vurgulamıştır.
22 Eylül
1924’te yaptığı bir konuşmasında Atatürk "Dünyada her şey için, maddiyat
için, maneviyat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve
fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delalettir. Yalnız ilim
ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve zamanla
takip etmek gerekir" demektedir.
Ona göre
"bilim, fen ve uygarlık insanların müşterek malıdır. Eğitimin çağdaş
kültüre dayanması; eğitimde millilik esasını bozmaz.
"Biz
batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak
gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için dünya medeniyet seviyesi
içinde benimsiyoruz."
Özellikle
"Okullarda eğitimin bilimsel ve teknik temellere dayalı olması,
öğrencilerin okullarda öğrendiklerini uyguladıkları takdirde hem okulda hem de
yaşamda başarılı olacaklarınıbelirtmiştir.
Atatürk’ün
eğitimin bilimsel yöntem ve ilkelere dayalı olması gerektiğini şu konuşması da
açıkça ifade etmektedir.
"Ben
manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural
bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim
açmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere
tamamen eremediğimizi; fakat asla ödün vermediğimizi akıl ve bilimi rehber
edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin,
toplumların kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle
bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğimi iddia etmek aklın ve bilimin
gelişimini inkar etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve
başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra benimsemek isteyenler; bu temel
eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım
olurlar."
EĞİTİM
YAYGINLAŞTIRILMALIDIR
EĞİTİMDE
FIRSAT EŞİTLİĞİ ve KARMA EĞİTİM SAĞLANMALIDIR.
Atatürk’ün
öngördüğü Cumhuriyet eğitimi yaygın, demokratik, halkçı bir eğitimdir. Yani
bütün ulusun yetişmesini, gelişmesini ve kültürlü vatandaşlar olmasını sağlayan
bir eğitimdir.
Atatürk
"Büyük Türk milleti cahillikten, az emekle, kısa yoldan ancak kendi güzel
ve asil diline kolay uyan bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma,yazma anahtarı,
ancak latin esasından alınan Türk Alfabesidir.
"Hedefe
yalnız çocukları yetiştirmekle ulaşamayız. Çocuklar geleceğindir. Fakat
geleceği yetiştirecek ana-babalar şimdiden az çok aydınlatılmalıdır ki
yetiştirecekleri çocukları bu millet ve memlekete hizmet edebilecek, yararlı ve
faydalı olabilecek şekilde yetiştirebilsinler. Bilenler bilmeyenleri toplayıp
okutmayı bir vazife bilmelidirler."
Okul dışında
kalmış genç ve yaşlıların eğitimini kapsayan yaygın eğitim ve halk eğitimi
kavramlarını ülkemize ilk olarak Atatürk getirmiş; halkevleri özellikle bu amaç
için kurulmuştur. Yeni alfabenin kabülünden sonra Millet Mektepleri de bu
planın bir parçasıdır. Ülkede var olan her imkanı halkın eğitimine
yönlendirmiştir. Başta da Türk ordusu vardır. Ona göre, Silahlı kuvvetlerin en
önemli görevi eğitimdir. Bu eğitim "Askeri Eğitim" den önce
"Temel" ve "Genel Eğitim" dir.
Ayrıca,
Atatürk Türk toplumunun ilerleyebilmesi için kadın ve erkeğin eşit esaslar
çerçevesinde eğitilmeleri ve çalışmaları gerektiğini ifade etmiştir.
"Belki
kadına değer verme ve saygı göstermemizin en büyük nedenlerinden biri de onun
en büyük vazifesinin analık olmasındandır. Ülkenin yarısı kadındır. Diğer
yarısı da onun doğurduğu ve yetiştirdiği erkek evlatlardır. İlk terbiye verilen
yer ana kucağıdır. Milletimiz kuvvetli bir millet olmaya karar vermiştir. Bu
ülkeyi gençlere bırakacağız. O gençlerin kızını da erkeğini de bu analar
yetiştirecektir. Evlatlarını bu günkü hayat için faal hale getirmek pek çok
niteliği taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız, erkeklerden daha
verimli olgun ve bilgili olmaya mecburdur. Eğitimin baş amacı; kadınları her
bakımdan iyi yetiştirmek suretiyle ülkeyi zinde ve güçlü yapmaktır."
Atatürk
karma eğitimin Türk Eğitim sisteminin temel ilkesi olması gerektiğini de
vurgulamıştır. Okullarda kız ve erkek öğrencilerin bir arada okumasını ve
kadını erkeğinden kaçan, çekingen, sorumluluklara katılmayan, kişiliği zayıf
insan olarak görmememiz gerektiğini belirterek "Kadınlarımızı da
erkeklerimiz gibi sorumluluğunu bilen, çağdaş düşünceli olarak
yetiştirmeliyiz" demektedir.
Bundan
başka, Atatürk eğitimde fırsat eşitliğini de savunmuştur. Eğitimde kadın- erkek
ayrımı yapılamayacağı gibi genç- yaşlı, zengin-fakir, şehirli-köylü ayrımı da
yapılamaz. Toplum bir bütündür.
Toplumdaki
her bireye eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalıdır. Eğitim, gençten ihtiyara;
kadından erkeğe; fakirden zengine kadar bütün insanlarımızı içine almalıdır,
demektedir.
TÜM
BU ÖZELLİKLERİN UYGULAMAYA KONABİLMESİ İÇİN İSE;
- Öğretmenlerin nitelikli bir biçimde
yetiştirilmesi gerektiğini
- Programların çağdaş bir anlayışla bilimsel temellere uygun olarak
düzenlenmesini; öğrencilerin yaparak yaşayarak zevkle öğrenmelerinin
sağlanmasını ve yaşama hazırlayıcı olmasını;
- Okulların çağdaş bir biçimde düzenlenmesini ve yaygınlaştırılmasını
- Kütüphane ve kitapların yaygınlaştırılmasını sağlamaya çalışmıştır.
Sonuç olarak
Atatürk, eğitime, öğretmenlere büyük önem vermiş; Türkiye Cumhuriyetini çağdaş
uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma yolunda birincil sorumluluğu onlara
yüklemiştir.
Atatürk’e göre Milli Eğitimin bu çağdaş ilkelerini yaşama geçirecek , uygulayacak kişiler öğretmenlerdir.
Atatürk’e göre Milli Eğitimin bu çağdaş ilkelerini yaşama geçirecek , uygulayacak kişiler öğretmenlerdir.
25 Ağustos
1924‘deki Öğretmen Birlikleri Kongresinde Atatürk öğretmenlere şöyle seslenmiştir.
"Biliyorsunuz bu görüşlerin, programların kesin ve açık olması çok önemli
olmakla birlikte etkili ve verimli olabilmesi onların yeterli, anlayışlı ve
fedakar öğretmenlerce okullarımızda çok büyük bir özen ve istekle uygulanmasına
bağlıdır. Sizin başarınız, cumhuriyetin başarısı olacaktır. Hiçbir zaman
hatırınızdan çıkmasın ki Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür
nesiller ister. İşte bu yetenekteki insanları yetiştirmek için de bu yönde
vazifelerini bilen yetenekli öğretmenler yetiştirmek gereklidir. İrfan
ordusunun kıymeti öğretmenlerin kıymetidir."
Öğretmenlere önemli sorumluluklar yükleyen Atatürk, öğretmenlerin durumu ve
yaşam koşullarını iyileştirmek gerektiğini de unutmamıştır.
1923’ de bu
konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır.
"Öğretmene
ülkenin en ağır yükünü yükledik, ona en ağır sorumluluğu verdik. Türk
milletinin geleceğini emanet ettik. Bu vazifeyi kendine hem bir meslek hem de
bir ideal sayacak öğretmenler tarafından yapılmasını sağlamak için biz de bu
meslekle ilgili istek ve ihtiyaçları diğer bütün mesleklerden önce sağlamalı ve
öncelik sırasını bu mesleğe vermeliyiz. Bu mesleği refah seviyesi yüksek bir
meslek haline getirmeli, güvence altına almalı, saygı değer mevkiine
oturtmalıyız. Bizlerin yapacağı bu fedakarlık onların yaptıklarının yanında bir
hiçtir."
Bu durumda,
değerli meslektaşlarım, irfan ordularının değerli elemanları acaba 21. Yüzyılda
Atatürk’ün 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde göstermiş olduğu hedeflere ulaşabildik
mi? Bazı hedeflere ulaşılmış olmakla birlikte, öğretmenlerin hizmet öncesi ve
hizmet içi eğitimlerinde, yasalarda yer almasına rağmen öğretmenlik mesleğinin
saygın bir statüye kavuşturulmasında çağdaş eğitim programları ve
uygulamalarında; hedeflerin henüz çok gerisinde olduğumuzu söylemek kendimize
haksızlık olmaz.
O halde, değerli eğitimciler demokratik, laik Türkiye Cumhuriyetini Atatürk ilke ve devrimleri ışığında hızlı bir biçimde çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine taşımak için acele etmeliyiz.
Elele, saygı, sevgi, özveri ve çağdaş ilkelerle Atatürk rehberliğinde, bu yüce görevimizde biz Mustafa Kemallere , biz irfan ordularına başarılar diler, saygılar sunarım.
O halde, değerli eğitimciler demokratik, laik Türkiye Cumhuriyetini Atatürk ilke ve devrimleri ışığında hızlı bir biçimde çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine taşımak için acele etmeliyiz.
Elele, saygı, sevgi, özveri ve çağdaş ilkelerle Atatürk rehberliğinde, bu yüce görevimizde biz Mustafa Kemallere , biz irfan ordularına başarılar diler, saygılar sunarım.
Prof. Dr. Nuray SENEMOĞLU
Hacettepe Üniversitesi
Eğitim Fakültesi
Eğitim Bilimleri Bölümü
Eğitim Programları ve Öğretim Anabilim Dalı
Beytepe - Ankara 06532
Eğitim Fakültesi
Eğitim Bilimleri Bölümü
Eğitim Programları ve Öğretim Anabilim Dalı
Beytepe - Ankara 06532
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder