27 Ekim 2019 Pazar

29 EKİM 2019 CUMHURİYET BAYRAMI KUTLANIRKEN GEÇMİŞİ HATIRLAYALIM


29 EKİM 2019 CUMHURİYET BAYRAMI KUTLANIRKEN GEÇMİŞİ HATIRLAYALIM. 
İşgal altındaki İstanbul
Prof.Dr.Hakan Özoğlu 

Birinci Dünya Savaşı (1914-18) sonunda yenilen Osmanlı İmparatorluğu'nun imzaladığı Mondros Ateşkes Anlaşması (30 Ekim 1918), İtilaf devletlerine, güvenlik için gerekli gördükleri Osmanlı topraklarına asker çıkartma yetkisini tanımıştı. Bunu fırsat bilen Müttefikler, birer birer İstanbul’u işgal etti. Mondros’un imzalanmasından sadece 13 gün sonra Fransa ve İngiltere İstanbul’a asker çıkarttı. Ama İstanbul’un resmi olarak işgali, 16 Mart 1920 tarihinde ilan edildi. Bu tarihte yayınlanan bildiride, işgalin geçici olduğu, Boğazların ve azıklıkların güvenliği için buna gerek duyulduğu ilan edildi. 
Fakat özellikle İngiltere, İstanbul’un geleceğinin nasıl olması gerektiğini tartışmaya açmıştı bile. İşgalin resmileşmesinin üzerinden 5 ay gibi kısa bir süre geçmesinin ardından İngiliz üst düzey yönetimi, İstanbul’un ayrı bir devlet olarak yapılanması fikrini tartışıyordu.

İngilizlerin "İstanbul Devleti" projesi
İngiliz arşivlerinde CAB/23/35 numarayla kayıtlı ve 11 Ocak 1920 tarihli bir belgeye göre, Paris’te İngiliz Başbakanı Lloyd George’un otel odasında, İngiltere Dışişleri Bakanı Earl Curzon, Bonar Law, Lord Birkenhead ve Hindistan’taki İngiliz yönetiminin Dışişleri Bakanı E. S. Montagu’nun da katıldığı bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıda, Osmanlı Devleti’nin Avrupa topraklarından çıkarılması ihtimaline karşı bir proje üretilerek İstanbul’un ayrı bir devlet olması tartışıldı.
Bu projeye göre kurulacak İstanbul Devleti’nin sınırları, Avrupa yakasında Marmara Denizi ve Enos-Midis (veya Çatalca) hattı arasında olacaktı. Anadolu yakasında ise Boğaziçi’nin Şile-İzmit hattının batısı, bu devletin sınırları içinde kalacaktı. Çanakkale Boğazı’nın da İstanbul Boğazı gibi bu yeni devlete dahil olması öngörülmüştü. Çanakkale Boğazı’nın Anadolu’daki sınırları, Bozcaada dahil olmak üzere, 80 kilometrelik bir hat üzerinde olacaktı. Bu iki boğaz bölgesi haricindeki Marmara Denizi’ne bitişik Anadolu toprakları, Osmanlı Devleti’ne bırakılacaktı. 
Kuşkusuz bu projenin amacı, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının kontrol altında kalmasıydı. Karadeniz ile Akdeniz arasındaki bütün adalar (cümlenin İngilizcedeki kuruluşuna göre buna Ege Denizi’ndeki adaları katmak mümkün ama yazının mantığına göre sanıyorum Marmara Denizi’ndeki adalar kastedilmiş) İstanbul Devleti’nin toprakları olacaktı. Sonuç olarak bu projenin uygulanabilirliğinin güçlüğü göz önüne alınarak, ayrı bir İstanbul Devleti kurulmasından vazgeçildi.
Amerikalı diplomatların 'işgal altındaki İstanbul' gözlemleri
Gerçekten de böyle bir proje çok masraflı olabilirdi. Zira işgal altındaki İstanbul gerçekten çok sefildi. Bu bağlamda İstanbul’daki günlük yaşamın nasıl olduğu konusundaki detaylı bilgiyi içeren bir raporu paylaşmak uygun olur. İşgal sırasında İstanbul’da görev yapan Amerikalı diplomatların yazdığı ve ABD arşivlerinde 867.50/4 numara ile kayıtlı bu belgenin Washinton’a gönderiliş tarihi 30 Ocak 1919. Ancak belge, içerisinde 26 Aralık 1918 tarihli bir raporu da içeriyor.
26 Aralık 1918 tarihli rapor, İstanbul’a gönderilecek Amerikalı diplomatlara bilgi mahiyetinde yazılmış bir doküman. Luther R. Fowle isimli bir diplomat tarafından kaleme alınan ilk bölüm, "İstanbul’da Yaşam Koşulları" başlığı altında ama genellikle savaşın getirdiği enflasyondan bahsediyor:
"Sağlığı yerinde olan yetişkinler için yaşam koşulları genellikle kaç paran olduğuna bağlı. Parası olanlar için bulunmayacak yiyecek çeşidi hemen hemen yok gibi. Fakat halkın çok büyük bir çoğunluğu sefalet içinde... Enflasyon, savaşın başladığı zamana göre yüzde bin artış göstermiş durumda... Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının üzerinden beş hafta geçti. Şu ana kadar henüz büyük bir bulaşıcı hastalığa rastlanmadı ama şehir çok kirli. Çocuklar ve burada işi olmayan yetişkinlerin kesinlikle buradan uzak durmasını tavsiye ederim."
İngilizlerin "bağımsız İstanbul" projesinin amacı, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının kontrol altında kalmasıydı. Sonuçta projenin uygulanabilirliğinin güçlüğü göz önüne alınarak, ayrı bir İstanbul Devleti kurulmasından vazgeçildi.


by Hakan Özoğlu
Fowle’ın raporunda belirttikleri, İstanbul’da görevli Lewis Heck adlı başka bir diplomatın gözlemlerinin bir özeti. Aynı dosyada yer alan Heck imzalı rapor; enflasyonun günlük tüketim gıdaları üzerindeki etkisini, kömür krizini, ulaşım problemlerinin hayatı nasıl etkilediğini çok daha detaylı bir biçimde anlatıyor: 
"İstanbul’da su, elektrik, tramvay ve şehir hatları servislerinin verilebilmesi için yaklaşık 1200 ton kömüre ihtiyaç vardır. Almanlar yakın zamana kadar şehre günde 300 ton kömür gönderiyordu ama savaş bittikten sonra bu durdu. Zonguldak’ta Osmanlı ordusunun disiplini altında çalıştırılan kömür madencilerinin çoğu savaştan sonra işi durdurdu. İstanbul’daki kömür stokları hemen hemen eridi. Aldığımız raporlara göre, Almanlar, ülkeyi terk etmeden önce Zonguldak’taki madenlerde kullanılan makineleri bilerek kırdılar. Geçen Kasım ayında (1918) üç haftalık bir süre ile şehre elektrik verilemedi. Bu zaman zarfında şehir halkının güvenliği büyük tehdit altına girdi çünkü geceleri sokaklar hırsız ve soyguncuların kontrolüne geçti. Her gece pek çok insan öldürüldü. Bunların çoğu politik suikastlardı."
Raporda, bu siyasi suikastların ve üç haftalık elektrik kesintisinin bir rastlantı olup olmadığı konusunda bir bilgi yok ama bunun da bir olasılık olduğunu gözden kaçırmamak lazım. Kömür krizinin önemli başka bir boyutu da Heck’in raporundan anladığımız kadarı ile tramvayların tamamen durması. Bunun neticesinde sokaklar, işine gidemeyen pek çok insanın da işsizlere katılmasından dolayı yürünemeyecek haldeymiş. Suyun da şehre ancak günde birkaç saat verilebildiğini anlatan Heck, şehrin sokaklarının bu yüzden temizlenemediğini anlatıyor:
"Boğaz’daki vapur seferleri de kömür eksikliği yüzünden düzenli yapılamıyor. Kömür bulup sefer yapan birkaç tekne ise tepeleme dolu ve çok tehlikeli seferler yapıyor ama şu ana kadar henüz kaza olmadı. Trenler de bu krizden nasibini aldı ve seferlerin çoğu yapılamıyor. Bunun neticesi olarak da Anadolu ve Trakya’dan getirilen tahıl gibi önemli gıda maddeleri şehre ulaşamıyor. Bu da şehirdeki kıtlığın ve enflasyonun önemli sebeplerinden biri."
Heck raporuna şöyle devam etmiş:
"Yine de bu şehirde, özellikle savaşın son iki yılında büyük paralar kazanmış olanlar var. Bu kişiler ya yüksek seviyede devlet görevlileri ya da onlarla yakın ilişkide olanlar. Bu kişiler. Mütareke’den önce zengin olduklarını saklamıyorlardı ama şimdi politik sebeplerden dolayı çok daha gizlilik içinde yaşıyorlar ve paralarının ya savaşta nötr kalmış yada Almanya, Avusturya gibi ülkelere kaçırıyorlar."
Heck, bahsettiği kişilerin kimliği konusunda bilgi vermemiş. Raporu okurken, böyle bir ortamda yaşayan sefil çoğunluğun hayat standartlarının nasıl olabileceği konusunda bir fikir sahibi de olabiliyoruz. Mesela Heck, tekstil ürünlerindeki krizden bahsederken, bir kişinin aynı giysiyi birkaç yıl boyunca her gün giymek zorunda olduğunu söyleyerek, sokaktaki insanın görünüşünü zihnimizde canlandırmamıza yardımcı oluyor. Salgın hastalıklar konusunda da raporda şunlar geçiyor:
"Şu anda İstanbul’da ciddi bir salgın yok. Ama tifüs, tifo, çiçek hastalığı vakalarına rastlanıyor. Yakın zaman önce iki önemli enflüanza salgını oldu. Biri hafif geçti sadece birkaç kişi öldürdü ama öteki pek çok genç insanın ölümüne sebep oldu."
Bütün bu sefalete rağmen, bence raporun en ilginç bölümlerinden biri, Heck’in bu şehirde parası olanın bulamayacağı şeyin olmadığı bilgisi. Heck devamla şöyle diyor:
"İstanbul’daki bütün bu sefalete rağmen bu şehir, yine de özellikle zenginler için dünyanın en büyük stoklarına sahip şehirlerden biri. Burada, yüksek fiyatı ödendiğinde bulunamayacak bir şey yok gibi."  
Lewis Heck bu iddiasını ispat için İstanbul’daki zenginlere hitap eden bir lokantanın menüsünü raporuna eklemiş ve menüdeki yemeklerin Avrupa başkentlerindeki en lüks lokantalarla aşık atabileceği fikrini okuyucusuna vermiş. Yani İstanbul, işgal altında bile tezatlar şehri olmaya devam etmiş.
İşgal altındaki İstanbul yıllarında Müttefiklerin ilgilendiği konular, aslında mevcut hayat şartlarının nasıl iyileştirilebileceği değildi. Onlar, "Osmanlı İmparatorluğu'nun geleceği ne olmalı?" konusu kadar, "İstanbul’un nasıl bir geleceği olmalı?" konusunu da tartışıyorlardı. Bu soruya verilecek cevapların içinde İstanbul’un ayrı bir devlet olarak yeniden yapılandırılması konusuna, İngiliz arşivlerindeki CAB/23/35’de kayıtlı bir belge üzerinden yukarıda kısaca değinildi. Bu belgede maalesef harita yoktu. 
İlginçtir ki başka bir Amerikan arşiv belgesinde (867.00/833), İstanbul’u ayrı bir devlet olarak gösteren böyle bir haritaya rastlıyoruz. Dönemin ABD İstanbul Başkonsolosu Bie Ravndal’ın 2 Aralık 1918’de Washington’a gönderdiği raporda iki harita vardı. Birinci harita, 10 Ağustos 1920’de imzalanacak Sevr Antlaşması sırasında teklif edilecek olan Osmanlı’nın bölüşülmesinin haritası. İkincisi ise konumuzla alakalı olan "bağımsız bir İstanbul" projesi ile ilgili harita. Buradan da anlaşılıyor ki, bazı Amerikalı diplomatlar, tıpkı İngilizler gibi, sınırları neredeyse birbiri ile çakışan bağımsız bir İstanbul bölgesi düşünmüşler. İstanbul’un resmen işgalinin 95. Yıldönümünde, bu haritayı da paylaşmak istedim.
Prof. Dr. Hakan Özoğlu
 Prof. Dr. Hakan Özoğlu, Central Florida Üniversitesi (ABD) Orta Doğu Araştırmaları Programı Direktörü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. ABD’deki Ohio State Üniversitesi'nde tarih doktorası yaptı. 'Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası' (Kitap Yayınevi, 2011) isimli kitabı, 'From Caliphate to Secular State: Power Stuggle in the Early Turkish Republic' başlığıyla İngilizcede (Santa Barbara, CA: ABC-Clio/Praeger Publishers, 2011) yayımlandı. 'Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçiliği'(Kitap Yayınevi, 2005) ise 2012'de 'Dewleta Osmanî û Neteweperwerên Kurd' başlığıyla (Kitap Yayınevi, 2012) Kürtçeye çevrildi. 
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Central Florida Üniversitesi (ABD) Orta Doğu Araştırmaları Programı Direktörü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. ABD’deki Ohio State Üniversitesi'nde tarih doktorası yaptı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder