28 Ekim 2014 Salı

Başkan Ekrem Hayri PEKER: "Tekstil Araştırmaları Derneği sonbahar etkinliklerine İPEK’le başladı"

Tekstil Araştırmaları Derneği sonbahar etkinliklerine İPEK’le başladı. 
Dernek Başkanı Ekrem Hayri Peker, derneğin faaliyetleri ve önümüzdeki, dönem yapacağı çalışmalar hakkında katılımcılara bilgi verdi. 
Daha sonra yaklaşık yüz yıldır ipekçilikle uğraşan Ünal ailesinin 3.kuşaktan temsilcisi, Bursa İpekçiliğini Geliştirme Derneği başkanı Mehmet Ünal, katılımcılara ipeği anlattı. Seyyar kazan ve gerekli aparatlarla Nilüfer Dernekler Yerleşkesi’nin üzerinde yer alan Kapalı Pazar yerinde gelen Mehmet Bey, tesisatı kurarak konuyu anlatmaya başladı.
Kaynayan kazandan 50 yıllık kamçıbaşlarıyla sıcak suda çözülen iplikçileri toplayarak, çıkrığa sarmaya başladı. Uludağ Üniversite’sinden gelen öğrenciler de iplik çekerek pratik yaptılar.
Mehmet Bey ülkemizde ve dünyadaki ipekçilik konusundaki gelişmeleri anlattı. İpeğin yapay doku elde edilmesinde kullanıldığını, uzay mekiğinin kablolarının ipekle sarıldığını anlattı.
İpekten iplik elde edilmesinde bölgelerdeki topraktaki mineral yapısının çok önemli olduğuna değinen Mehmet Ünal, Bursa’da yetişen dutların farklı olduğu için bundan beslenen böceklerin ürettiği kozaları olumlu etkilediğini, Bursa toprağına benzeyen tek yerin Özbekistan’daki Fergana Vadisi olduğunu söyledi.
İpek ipliklerin boyanmasını anlatan Ünal, katılımcıların soru ve cevaplarıyla sunumunu sonlandırdı.
Daha sonra yerleşkenin konferans salonuna geçildi ve etkinliğe İstanbul’dan katılan Akademisyen tasarımcı İpek Tohumcu, katılımcılara ipekçi bir aileden geldiğini, Kafkasya’dan gelen büyük dedesi Osmanzade Akif Bey’in Amasya’ya yerleştiğini, burada Almanların kurduğu filatür tesisinde çalıştığını anlattı. Büyük dedesinin bu fabrikayı Almanlardan satın alıp, işlettiğini ve ipekçiliğin gelişmesi için çaba harcadığını, tohum ıslahı üzerinde yaptığı çalışmalardan ötürü dönemin padişahı olan Sultan Abdülhamit’ten altın bir nişan aldığını anlattı. Soyadı kanunu çıkınca aile ipek böceği tohumu yetiştirdiği için Tohumcu soyadını aldığını söyledi. Tasarımın önemini ve bu konudaki deneyim aktardı. Tohumcu; “Hangi pazara hitap edeceksiniz o pazardaki yaş gruplarının isteklerini öğrenmek zorundasınız. Ülkelerin bölgelere göre farklılıklarına dikkat etmelisiniz. Tüketiciniz alışkanlıklarına, özlemlerine cevap verecek tasarımlar sunmalısınız. Tasarımcı desen veya giysi çizmek değildir. Tasarımcı baştan sona ürününü takip etmelidir. Ürünün son haline kadar onun ellerinden geçmelidir ve en sonunda tasarladığı ürün ortaya çıkmalıdır. İpek Tohumcu, Çin’in giysi sektöründe tasarım ihraç ettiğini anlatan Tohumcu katılımcılardan gelen soruları cevaplayarak sunumunu bitirdi.

25 Ekim 2014 Cumartesi

HABER & MAKALE: "Bir demokraside, (ve genellikle bütün ileri, modern ve çağdaş hukuk devletlerinde) devlet başkanlığı sarayında oturmanın faturası"

Bir demokraside, devlet başkanlığı sarayında oturmanın faturası

White-House-beyaz-saray
CEMAL TUNÇDEMİR (Amerika Bülteni, 25 Ekim 2014-Ref: Ulusal Haber) 
1981 yılında yemin ederek ABD Başkanlığına göreve başlamasından yaklaşık bir ay sonra dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve eşi Nancy ReaganBeyaz Saray’da akşam yemeğini yedikten sonra hiç beklemedikleri bir sürprizle karşılaşırlar. Görevli garson yemeğin hesap faturasını getirmiştir. Baş kahyanın bir garsonla gönderdiği hesap faturasında sadece o akşamın değil son bir ayın bütün yemeklerinin hesabı da yer almaktadır. Sadece yemekler de değil… Ağırladıkları kişisel misafirlerin, bir aydır kullandıkları kuru temizleme hizmetinden, diş fırçası, diş macunu, temizlik ve parfümeri malzemelerine kadar bütün kişisel malzemelerin ücreti de miktarlarıyla beraber kaydedilmiştir. Ronald Reagan, hesabın büyüklüğüne şaşırsa da görevlinin getirdiği faturayı gülümseyerek alır ve muhasebeye maaşından ödenmesi talimatı verir. Kocasının aksine Nancy Reagan’ın şaşkınlığı çok daha büyüktür. Anılarında, ‘kimse bize Başkan ve Eşinin Beyaz Saray’da yaşarken yedikleri yemeklere ve kullandıkları günlük malzemelere para ödemek zorunda olduklarından bahsetmemişti’ diye anlatıyor o şaşkınlık anını. Aslında, ABD kamuoyunun büyük çoğunluğu da pek bilmiyordu. ABD eski Başkanı Bill Clinton’un eşi ve birinci Obama döneminin dışişleri bakanı Hillary Clinton‘ın, bu yıl yayınlanan “Hard Choices” kitabının Haziran ayındaki tanıtım ve imza gezilerinden birinde, Beyaz Saray’dan ayrıldıkları zaman, ‘borç içinde ve beş parasız olduklarını’ söylemesi, sosyal medyada büyük yankı yapmıştı. Hillary Clinton, sekiz yıl kaldıkları Beyaz Saray’dan taşınınca Washington DC’de ve New York’ta mortgage kredisiyle iki ev aldıklarını, bu kredi ile kızları Chelsea’nin Stanford Üniversitesi parasının kendilerini, 2001 kışında 12 milyon dolar borcu olan olan bir aile haline getirdiğini anlatacaktı. Borç batağından, Bill Clinton’ın art arda yayınlanan kitaplarının, ücretli konuşmalarının gelirleriyle düzlüğe çıkacaklardı. Son borçlarını da 2004 yılında ödeyerek borçlarını temizleyeceklerdi.
Peki, 8 yıl boyunca yıllık ortalama 500 bin dolar maaşı olan ve kira gideri olmayan bir aile niçin Beyaz Saray’dan beş parasız ayrılacaktı? Nancy Reagan’ı çok şaşırtan sebepten dolayı…
ABD Başkanları Beyaz Saray’a kira ödemez ama onun dışındaki herşey maaşlarından kesilir. Beyaz Saray, devletin ABD Başkanı için tahsis ettiği misafirhanedir ve orada 4 ya da 8 yılını geçirmek zorunda olan her aile, kendilerinin ve kişisel misafirlerinin bütün masraflarını kendisi karşılamak durumundadır. Sadece resmi devlet konuklarının ağırlanma masrafını Amerikan vergi mükellefleri öder. Geri kalan kişisel mutfak giderleri, hizmet ve malzemelerin ücreti Başkan ve ailesine aittir. Başkan takım elbiselerinin kuru temizleme ücretini kendisi ödemek zorundadır. Kaybolan düğmesinin yerine alınacak yenisinin de, ayakkabılarının boya ve cilasının da… Konutun başkan ve ailesinin kaldıkları kısmındaki temizlikçi, garson ve hizmetçilerin çalıştıkları süredeki saat ücretini de başkan öder. Kısacası, kira ve elektrik faturası dışında kendileri için harcanan her kuruşu devlete ödemek zorundadırlar.
Çünkü, ABD bir monarşi değil bir cumhuriyettir ve bu konut da bir ‘saray’ değil bir evdir. Amerikalılar buraya ‘saray’ demiyor zaten, o bizim yakıştırmamız. Washington DC’de ‘’1600 Pennsylvania Avenue’’ adresinde bulunan dünyanın bu en ünlü evinin adı Türkçe’ye yanlış şekilde ‘Beyaz Saray’ diye çevirilmiş olsa da, aslında İngilizce’deki orijinal adı ‘White House‘ yani ‘Beyaz Ev‘dir. Ve ABD’ye devlet başkanı seçildi diye kimse, devletin parasını keyfince harcayamaz. Sadece bu ev içinde de değil her yerde… ABD Başkanı, şehir dışı tatil masraflarını, haftasonlarını geçirmek istediğinde Camp David’teki dinlenme evinin haftasonu masraflarını kendi cebinden karşılamak zorunda. Yine örneğin başkan, ABD Başkanlık uçağına, devlet delegasyonundan olmayan tek bir kişi bile bindirecekse, (kardeşi bile olsa), bir ticari yolcu uçağının ‘first class’ uçak bileti miktarınca devlete para ödemek zorundadır.
Gerald Ford’tan George W. Bush’a kadar 6 başkan döneminde bu evin ‘baş kahyası (chief usher)’ olmuş Gary Walters’ın deyişi ile, başkan ve ailesi bu evin 4 veya 8 yıllık kira sözleşmesine sahip kiracılarıdır. İstedikleri yemekler pişirilir, malzemeler ve ürünler istedikleri markalardan seçilir ama parasını Amerikan halkı değil, Başkan ve ailesi maaşlarından öder. Ve doğal olarak fiyatın yüksekliğine alışmaları zaman alır. Çünkü başkanlar ve ailelerine verilen hizmet 5 yıldızlı otel kalitesinde olduğu gibi başkanın bunlar için ödeyeceği para da 5 yıldızlı otel fiyatları düzeyindedir. Devlet konutu diye cüzi ücretlendirme yapılmaz. Walters, ‘yemek, hizmet ve malzemelerin pahalı olduğundan yakınmayan tek bir first aile hatırlamıyorum’ diyor. Hatırladığı en büyük tepki iseJimmy Carter’ın eşi Rosalynn Carter’a ait. Memleketleri Atlanta’da yemeğin de malzemelerin de çok daha ucuz olduğunu söyleyip durmuş aylarca. Ama ‘first lady’nin şikayetleri, fiyatları aşağı çekmeye yetmemiş. George W. Bush’un eşi Laura Bush da, “Spoken from the Heart” adlıanı kitabında, Beyaz Saray’da yaşamanın ne kadar pahalı olduğundan yakınıyor. Onu en çok zorlayan konulardan biri de, hergün saçlarını yapan kuaföre, devleti temsil edeceği törenlere giderken bile olsa, ücretini kendisinin ödemesi olmuş. Bayan Bush kitabında, faturanın aylık geldiğini ve Başkan ve eşi ile iki kızının bütün yemeklerinin, kullandıkları bütün kişisel malzemelerin, kuru temizleme dahil tüm hizmetlerin, garsonların ve temizlik görevlilerinin saat başı ücretinin, özel misafirlerinin tüm msaraflarının bu faturada yer aldığını yazıyor.  ‘’Faturada ağzımı açık bırakan kalemler de vardı’’ diye aktaran Bayan Bush şu örneği veriyor:
‘’Ülkenin First Lady’si olarak giyeceğim kıyafetlerin de özel tasarım olması gerektiği şartı vardı ama elbisenin ücretinin yanı sıra bu tasarımların ücreti de yine benden tahsil ediliyordu.’’
ABD Başkanlarının maaşına en son 1999 yılında zam yapıldı. Buna göre ABD Başkanın çıplak maaşı yıllık 400 bin dolar civarında. 50 bin dolar da görev tazminatı ödenir. Bu her iki ödeme de vergiye dahildir. Başkan bunların gelir vergisini ödemek zorunda. Bunların yanı sıra başkanın gezileri için, vergiden muaf yıllık 100 bin dolar harcırah ödenir. Ancak, Beyaz Saray faturasının yüksekliği göz önüne alındığında bir ABD Başkanı, maaşının neredeyse tamamını aylık giderlerine harcar. Yani ayrıca bir serveti yoksa, Beyaz Saray’da ‘ucu ucuna’ yaşamak durumunda… Belki de bu yüzden Başkan Gerald Ford, Beyaz Evi, ‘Bugüne kadar gördüğüm en lüks sosyal yardım konutu’ diye tanımlamıştı.
Beyaz Ev, kompleks bir yapıdır. Aynı anda hem bir konut, hem bir müze ve hem de bir devlet dairesidir. ABD dünyanın süper gücü olmasına rağmen, Beyaz Ev, dünyadaki en büyük devlet başkanı sarayı değil, aksine büyük devletler içindeki en küçük devlet başkanlığı konutlarından biridir. Sadece bir katından, dünyanın en büyük devletinin yürütme organı yönetilir. ”1700’lerin dünyasında 13 kolonili devlet için inşa edilmiş, bugün dünya lideriyiz. Bu ihtiyaca uygun çok daha büyük bir saray yapalım” diyen tek bir başkan bile olmamıştır. Kimsenin aklına böyle bir şey gelmez. Çünkü, Beyaz Ev, ABD demokrasisinde ‘devamlılığın’ da sembolüdür.Ve yine Beyaz Ev, kendi toplumundan izole bir yer de değil. Dünyada, içinde başkan yaşadığı halde halkının ziyaretine açık tek devlet başkanlığı konutudur. Çünkü Amerikan tarihinin en önemli kültür müzesidir. Haftalık ortalama ziyaretçi sayısı 30 bindir.  Başkanın penceresinin bir kaç on metre uzağındaki bahçe demirliğinin önü ise ABD’nin en ünlü gösteri ve protesto yeridir.
Beyaz Ev, başkanlar için kalıcı bir ihtişam ve keyif sarayı değil geçici bir barınma ve hizmet yeridir. Başkan Truman’a göre, ‘dışı çok gösterişli bir hapishane‘den başka bir şey değildi. Ronald Reagan ise, buradaki yılları boyunca kendisini sürekli bir akvaryum balığı gibi hissettiğini anlatır. Michelle Obama da geçtiğimiz yıl, ‘’çok iyi dekore edilmiş bir hapishane’’ olarak niteleyecekti. Bu eve kiracı başkanlar aileleriyle gelir geçer. Mülk sahibi Amerikan halkı ve demokrasisidir. Bu gerçeği, bir hizmetçisi, Baba George Bush’un eşi Barbara Bush’a şöyle söyler bir gün:
‘’Buraya her dört yılda bir başkanlar gelir gider… Biz kalıcıyız’’.

23 Ekim 2014 Perşembe

EBOLA!... İnsanlık Düşmanı Emperyalistler Tarafından Üretilen Korkunç Bir Virüs

EBOLA!...
İnsanlık Düşmanı Emperyalistler Tarafından Üretilen Korkunç Bir Virüs
Eboladan daha tehlikeli bir virüs vatan sathında insanların beynini adeta işgal etmiştir. Uzun çalışmalar sonunda CIA tarafından üretilen bu virüs, küresel efendiler tarafından,  Türk’ün son yurdu Anadolu’ya servis edilmiştir.
Bu virüs, sizi belki öldürmeyecektir ama inanın ölümden beter edecektir. Teslimiyeti, yılgınlığı ve ümitsizliği bünyesinde bir bulaşıcı hastalık gibi taşıyan bu virüs; sizin mücadele gücünüzü yok edecek, direncinizi kıracak ve teslimiyet duygusu beyninizi prangalayacaktır. İşte o zaman, fark etmeden köleleşecek ve ömrünüzü küresel efendilerin çıkarı için çalışarak tüketeceksiniz.
Bu virüse karşı bağışıklık kazanmak mümkün müdür?
Türkiye'de, en büyük şaibe;
Seçimler ve YSK üzerine
çöreklenmiş bulunmaktadır.
Geçin aynanın karşısına, parmağınızı şah damarınızın üzerine koyun ve nabzınızı dinleyin. Size damarlarınızda akan kan, gerekli cevabı verecektir.
“Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
Gazi Paşam; “İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi” demektedir. Ahval ve şerait!..
10/Kasım/1938 Atatürk’ün HAKK’a yürüdüğü tarihtir. Ve bu tarihten sonra dönüşüm başlamış Türk istiklâl ve Cumhuriyet’i kuşatılmıştır.
Ancak bu kuşatma CFR’nin göbek bağını kestiği partinin iktidara gelmesiyle birlikte saldırıya dönüşmüştür.
Türk milleti iki ayrı güç tarafından rapt ve işgal altına alınmıştır. Bir tarafta dincilerin yıllarca sabırla afyon misali  Anadolu insanının beynine enjekte ettiği hurafelerden ibaret Emevi Müslümanlığı, diğer tarafta ise Batı’yı kopyalayan halktan kopuk alaca karanlık aydınları…
Sadece din değil, Türk’ün milli değerleri de yozlaştırılmıştır. Kültürel soykırım, hançerini kadın anaların bağrına dayamış, gelecek neslin mimarlarını pasivize etmiştir.
Sahte solcular türemiş, Atatürkçülüğü kendilerine kalkan edinerek Türk milletinin halklardan ibaret olduğunu iddia etmişlerdir.
Siyasi partiler ise sistemin içinde dönüştürülmüş ve o partinin tabanında “Büyük Abi”nin atadığı genel başkana biat etme, parti disiplini olarak adlandırılmıştır.
İktidar partisine oy verenleri “koyun sürüsü” olarak niteleyenler; aslında biat kültürü ile sarmalanmış beyinleriyle aynı kulvarda koştuklarının farkında olmak zorundadırlar.
“Koyun sürüsü”!.. Çalmadığınız kapılardan içeri girenlerin aldattığı Anadolu insanına hakaret etmek, onları küçümseyip ötekileştirmek sadece ve sadece CFR’nin göbek bağını kestiği partiye ve küresel güçlerin çıkarlarına hizmettir.
Evet, Cumhuriyet akıl ve mantık sınırlarını zorlayan bir saldırı altındadır. Bu yadsınamaz bir gerçektir. Bilerek veya bilmeyerek Türk milletinin bir bölümü sahneye konan bu küresel saldırının figüranlığını yapmaktadır.
Emperyalizm, Türklerden ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden intikam almak istemektedir. 91 yıl önce suratında patlayan şamarın acısını asla unutamamıştır. Damaklarında hâlâ Akdeniz’in tuzlu suyunun tadı vardır.
Cumhuriyet’in koruyucusu Türk Silahlı kuvvetleri pasivize edilmiş, ordu “The Generaller”in komutanlığında sessizleştirilmiştir.
Toplum mühendisleri “fevkaladenin fevkinde”  çalışmış, o çok okunan yazarlar yazılarında sık, sık “korku imparatorluğu” tamlamasını vurgulayarak, Türk milletinin cephe gerisine çekilmesine neden olmuştur.
Milletin boşalttığı alanı ise karşı devrimcilerin süvariliğini yaptığı küresel çetelerin ahırlarında yetişmiş atların oluşturduğu boz, bulanık duman  kaplamıştır.
Ana muhalefet denilen parti, saf değiştirmiş “Milliyetçilik” ve “Devrimcilik” okunu kökünden kırmıştır. O parti vatanın bütünlüğüne kast eden “6551 nolu yasa”yı Anayasa Mahkemesi’ne götürmeyi es geçmiştir.
Bir köklü çınarın, Jandarma’nın 864 rakımlı tepeyi işgal eden kişinin emriyle kökleri budanmış, TSK’dan koparılarak; tıpkı MİT gibi İçişleri Bakanlığı’nın emrine verilmiştir.
Çankaya’da Anayasa Mahkemesi tarafından “laiklik karşıtı odak” kabul edilen ancak kapatılamayan bir partinin eski-yeni genel başkanı oturmaktadır. O zat-ı muhterem halen başbakandır, bakanlar kuruludur.
Hatta TBMM’nin de üstündedir.
At izi, it izine, it izi de at izine karıştırılmıştır. Atlar hadım edilmiş, itler çakal gibi ulumaya başlamıştır.
İmralı canisi, bölücü başı, bebek katili “Baş Müzakereci Sn. Öcalan” yapılmıştır. Devletin koalisyon ortağı artık Peşmerge-PKK’nın siyasi uzantıları ve PYD’dedir.
Virüs, beyinleri adeta kefenlemiştir. Bu salgın hastalık toplum mühendislerinin üretimidir. Çaresizlik ve teslimiyet, korku…
“Cumhuriyet yıkıldı!”
Bu tanım ilk kez bir siyasi parti tarafından, böylesine açık ifade edilmesede de seslendirilecektir. “Yeni Cumhuriyet!”
O tarihte dahi ben ve benim gibi düşünenler isyan edecek ve tepkilerini ortaya koyacaktır. İşin tuhaf tarafı ise aynı partinin gazetesinde bir yazar “PKK, milli kurtuluş hareketidir” diyecek kadar ileri gidecektir.
Malum kişiler foyalarını ortaya döktüğümüz zaman, bizi sansürcülükle, MİT, MOSSAD ve CIA ajanı olmakla suçlayacaklar ve ölmüş anneme dahi gizli numaranın arkasına saklanıp küfredeceklerdir.
Şimdi ise bir başkaları daha da ileri giderek “Cumhuriyet yıkıldı!” gibi sapkın bir iddianın peşine takılacaklardır.
Ve bununla da yetinmeyerek bizleri yıkılan bir cumhuriyetin alanlarda bayramını kutlamakla suçlayacaklardır.
Kim bu sapkınlar?
Alaca karanlığın kimliksizleştirilmiş aydın geçinen zavallıları, Cumhuriyet’in ışığından gözü kamaşan ” İleri Demokrasi” havarileri,  sözde Türk milliyetçileri; siz bu milletin tüm farklılıkları öteleyerek bir araya gelmesine asla mani olamayacaksınız.
Bir kadeh rakı ile laik anlayışı özdeşleştirenler, Kemalizm’in sadece Laiklikten ibaret olmadığını öğrenmek ve beni anlamak zorundasınız. Bu millete, benim milletime cahil demek, bir paket bulgura oylarını sattı demek hakkına asla sahip değilsiniz. Önce bağımsızlık savaşçısı olmayı, emperyalizme direnmeyi öğreneceksiniz. Aksi takdirde çıkarın yakanızdan Atatürk’ün rozetini…
Ve siz sahte Türk milliyetçileri bilin ki; vatan sevdamız, bayrak aşkımız ve Cumhuriyet ise onurumuz, namusumuzdur.
İstiklalimize ve Cumhuriyet’imize kast eden tüm düşmanları ve işbirlikçilerini daha önce Çanakkale’de, Bağımsızlık Savaşı’nda yendik. Yapacağımız tek şey, bu ahval ve şerait içinde dahi bir olmak, tüm farklılıkları öteleyerek bir araya gelerek milli cepheyi bir an evvel inşa etmektir. Bu birlik, bu dayanışma,  istiklalimizi ve Cumhuriyet’ini kurtaracaktır.”
"Kendi kişisel çıkarları için yabancılarla işbirliğine giren ve gücünü halktan almayan küçük bir azınlığın dışındaki tüm güçler; Aralarındaki Etnik, Dini ve Siyasi ayrımları ERTELEYEREK Ulusal Kuruluş Mücadelesi yolunda birleşmelidir."
M.Kemal ATATÜRK (1921-İrade-i Milliye)
Her kışla senin evin ve mukaddesatın harem-i ismetin olacak. Askerine sahip çıkacaksın.
İşte o zaman Türk milleti galip gelecek, CIA’nın çetecileri ve onların işbirlikçileri  Türk vatanından kovulacaktır.
Zafer kayıtsız, şartsız Türk milletinindir. "CUMHURİYET YIKILDI" diye çığırtkanlık yapanlar biliniz ki tüm saldırılara rağmen Cumhuriyet yıkılmamış ve ayaktadır. Bu söylem sadece emperyalizme hizmet değil, aynı zamanda gaflet, delalet ve hatta hıyanet örneğidir.
Cumhuriyet'in temelinde milli tarih bilinci, tam bağımsızlık aşkı, ilim ve irfan, milli devrimler, vatan sevdası, binlerce şehidimizin kanı ve canı vardır.
Ey Türk milleti, titre ve kendine dön!
Cumhuriyet yıkılmamıştır. Yedi düvel bir araya gelse de tüm işgale rağmen, Türk’ün silahsız kuvvetleri can, kan pahasına Cumhuriyet’i sonsuza dek yaşatmaya ant içmiştir. Son Türk vatana katılana kadar, sonsuza kadar…
Bu da böyle biline!
Figen Özen // 22.10.2014
[publicize twitter] [publicize facebook] [category araştırma]
[tags ARAŞTIRMA DOSYASI, S. FİGEN ÖZEN, Virüs]

16 Ekim 2014 Perşembe

ANKARA’DAN DOĞAN GÜNEŞ TÜRKİYE’Yİ AYDINLATACAKTIR

ANKARA’DAN DOĞAN GÜNEŞ TÜRKİYE’Yİ AYDINLATACAKTIR
DEMOKRATİK DEĞERLER HAREKETİ
İktisadi ve içtimaî sorunların birbirini takip ettiğini söyleyen Türk Parlamenterler Birliği Onursal Başkanı Hasan Korkmazcan, ‘ekonomimiz günden güne kötüye gidiyor; dar gelirliler esnaf-sanatkâr, köylü ve çiftçi borç batağında. Bu böyle gitmez, gitmemeli ‘ dedi.
Demokratik Değerlerin hiçe sayıldığı bir ortamda yaşıyoruz diyen Korkmazcan,  hak ve adaletin, hukuk sisteminin çöküş noktasına geldiğini söyledi.  Korkmazcan şunları söyledi:      
"Ülke bir baştan diğer başa huzursuzluk ortamı içinde, Güneydoğu eli silahlı çetelerin inisiyatifine bırakılmış, cumhurbaşkanı seçilmişliğin şımarıklığı ile her şeye müdahale ediyor. Başbakan’ın yapması gerekenleri Cumhurbaşkanı Erdoğan yapmaya başladı.  Siyasi patilerin genel başkanlarına ve toplum liderlerine ağza alınmayacak ifadeler kullanıyor. Adeta ' Her şey benden sorulur ve ben ne dersem o olur' demek istiyor.  Başbakan ise daha şimdiden vezir konumuna düşmüş gibi bir görüntü sergiliyor.
Bütün bu olup bitenlerden sonra, halkımızın cumhurbaşkanına da, iktidara da güven duymamaya başladığı muhakkaktır.  O halde bir çıkış yolu bulunması gerekir. Bir harekâtın, bir oluşumun başlatılması lazım. Bu manada vatanseverlere, demokratik değerlere sahip çıkmak isteyenlere, milli düşüncenin önderlerine ihtiyaç var. Daha fazla zaman kaybetmenin anlamı kalmamıştır. Yeni bir hareketi başlatmanın zamanı çoktan gelmiştir.
Bu durumda Türkiye'nin yeniden imar ve ihya edilmeye ihtiyacı var. Vatanseverler bunu yapmak durumunda. Biz bunu yapmak zorundayız.
Allah nasip ederse bu hareketi yakın bir zaman içinde başlatacağız.  Bu hareketin başlangıç noktası Ankara olacaktır. Öyle ümit ediyorum ki,  Ankara'dan doğan güneş Türkiye'yi aydınlatacaktır."

15 Ekim 2014 Çarşamba

Oya Bain Turkishny; "435 Türk Aranıyor”

"435 Türk Aranıyor”
ABD'DE YAŞAM, PERŞEMBE, 16 EKİM 2014 02:03 PM
Oya Bain
Turkishny.com
Bu günlerde hem güzel hem de çok endise veren haberlerle yasamaktayiz. 
49 Turk rehinenin kurtuluşu haberlerine sevinirken onumuze Kobani  cikti.
Amerika icinde  güven verici haber: 
Toplumun önemli ve büyük bir kısmını içine alan Türk Amerikan Dernekleri 2015 için birleşiyorlar. Öbür yandan Ortadoğuyu büyük endişe ile takip ediyoruz.
Bütün bunlar arasında toplumun en çok unuttuğu kurum Amerikan Kongresi.. Yalnız 2015 yılı iddialarını değil de Türk Amerikan toplumu için bir çok önemli konularda en büyük kozu ellerinde tutan 435 Temsilci ve 100 Senatör.
Bir kaç yıl önce 10,000 Türk (www.tenthousandturks.org/ ) diye güzel bir program başlatıldı. Bu program Amerika’daki Türklere Amerikan siyasi sistemi üzerinde pratik eğitim veriyor ve eylem imkanı yaratıyor. Yani didaktik olarak değil de artık sahada, somut çalışmalar oluyor. Politikacıların destek kampanyalarına katılma, seçimlerde gönüllü çalışma, kongre üyelerinin ofislerinde stajyerlik yapma gibi.
Yıllardır aramızda yaptığımız iyi niyet konuşmalarının ötesinde netice verebilen faaliyetler oluşuyor. En başarılı olan sonuç da bugün Amerikan Temsilciler Meclisinde 148 Türk Dostluk grubu (Turkish Caucus) üyesinin olması. Bu 148 üye Amerika’nın 50 Eyaletinden 42'sini temsil ediyor.
Bu sayıya biraz daha yakın bakalım. Hakikaten 148 üye 42 eyaleti temsil ediyor mu? Temsilciler Meclisinin yapısına bakarsanız tabii ki temsil etmiyor.
Meclisin yapısı şöyle: 435 Temsilcinin her biri Amerika’nın 435 Kongre Bölgesinden (Congressional District) bir tanesini temsil ediyor. Her Kongre Bölgesinin nüfusu 710,767. Bu sayı 2010'da yapılmış nüfus sayımına göre ayarlanmış. (Bu sistemin ilk tatbik edildiği 1789 senesinde her bir Kongre Bölgesinin nüfusu 33,000 civarındaydı!)
Mesela en kalabalık eyalet California 53 Bölgeye ayrılmış ve 53 Temsilcisi var. Diğer taraftan az nüfuslu veya küçük eyaletlerde birer temsilci var: Bunlar Alaska, Delaware, Montana, North Dakota, South Dakota, Vermont ve Wyoming.
Türklerin çok olduğu ve nüfusun yüksek olduğu New Jersey'de 12 Bölge ve 12 Temsilci var. Yalnız bir tanesi Türk Dostluk grubunda..
Yani diğer 11 Kongre Bölgesinden hiç bir cesur, bilinçli ve girişken bir Türk çıkmıyor mu ki gidip Kongre üyesi ile temas kurşun, dostluk geliştirsin, Türkiye’yi anlatsın, kampanyasına yardım etsin?
Tabii ki çıkıyor-tanıdığımız bir çok parlak Türkler ve Azeriler bu bölgelerde de çalışıyorlar.
Fakat New Jersey kötü bir misal. 12 Temsilcinin yarısından çoğu senelerce yapılan Ermeni, Yunan propagandası, bağışları, ve oyları sayesinde Türk toplumuna kaybolmuş, beyinleri yıkanmış kimseler. En azılı Türk aleyhtarı temsilciler yıllar önce seçilmiş: LoBiondo 1994'de, Smith 1980'de, Pallone 1988'de, Frelinghuyser 1994'de, Holt 1998'de..
Biz o seneler neredeydik? Temsilcilerimizle konuşacağımızza daha çok kendi aramızda konuşurduk, dert yanardık.
Son senelerde bunu tersine çevirmeye başladık. 435 Temsilci her iki senede bir seçime giriyor. Meclisteyken iki sene boyunca devamlı mali destek bulmak ve seçimde en fazla oy alma planları çabasında oluyorlar. Bu sebepten devamlı kendi bölgelerinde olan 700,000 civarı kimsenin sorunlarını dinliyorlar, Bölgelerini her bakımdan geliştirmek için çalışıyorlar. Bir çok temsilci için iki senede bir olan seçim rakipleriyle çok yakın yarış haline geliyor. Bu açıdan da aşırı etnik grupların yalan yanlış acıklı hikayeleri, destek paraları ve oylarının (bu grubun hepsi oy kullanır) tesiri altında kolaylıkla kalabiliyorlar. Bilhassa alan bossa..
Eğer Türk toplumu Amerika’nın her 435 Kongre Bölgesinden bir iki bilinçli, cesur ve girişimci Türk çıkarabilirse ve bunlar da temsilcileriyle iyi ilişkiler kurabilirse hakikaten bir yere varırız. Su anda yalnız 148 Bölgeye erişmiş durumdayız. En iyi şansımız yeni seçilen, beyinleri yıkanmamış genç politikacılarla hemen temasa geçmek. 4 Kasım 2014 seçimlerinden sonra vakit kaybetmeden çalışmaya başlamalıyız.
En son misalini vereyim. New York eyaletinin 18inci Kongre Bölgesinde 2012 senesinde yeni bir temsilci seçildi. Bu bölgede Türkler az. Fakat başarılı bir iş adamı Sevgin Oktay ve eşi Betty, bu temsilciye devamlı yaklaşmaya çalıştılar. En nihayet bir ay evvel Temsilcinin yardımcısıyla (kendi değil-randevu almak çok zor) 10 dakika görüşmek için New York eyaletinin kuzeyinden kalkıp Washington DC'e geldiler. Görüşme 30 dakikaya döndü. Temsilciyle de gorusebildiler veTürk Dostluk grubuna davet ettiler. Dostluk grubunda 148'inci üyemiz de böyle oluştu.
Bu hakikaten bütün topluma örnek olması gereken bir girişim. Aslında her 148 dost Temsilcinin arkasında buna benzer azim, sabır, vakit ve en önemlisi mali destek gereken faaliyetler var.
İki ay önce Türk Dünya iş Konseyi Başkanları (TDİK) Washington'a geldiler. Türklerin yaşadığı bir çok memlekette dağınık olan toplumu, bilhassa iş adamlarını birleştirmek için yaptıkları çalışmaları anlattılar. ATAA ve diğer dernek temsilcileriyle görüştüler. Amerikada nasıl bir sistem kullanmaları gerektiğini sordular.
ATAA Amerika’daki toplumun sesini kuvvetlendirmek için en iyi yol 435 Kongre Bölgesinin her birinde o bölgenin Türk toplumuna lider olabilecek bilinçli ve girişken Türklerin ve Türk iş adamlarının belirlenmesi gerektiği vurguladı. Amerikanın her bölgesinde Türk iş adamlarını somut bir şekilde belirlemek Türklerin politik kuvvetini çok daha arttir, çünkü Temsilciler için bölgelerinin ekonomik gelişmesi en on planda yer alır. Geçtiğimiz hafta yeni bir gelişme daha oldu. Amerika’daki Türk toplumunun büyük bir kısmını içine alan ATAA, TADF, TACC gibi çatı dernekleri önemli konularda birlikte çalışma kararı aldılar. Şimdi somut olarak 435 Türkü bulma projesini yerine getirme zamanı. Derneklerin ellerinde yüzlerce üye bilgisi var. iletişim İnternet üzerinden çok daha kolay. Bir çok bölgelerde sivrilmiş Türkleri tanıyoruz. Ekimden itibaren bütün Amerika’da 2015 olayları hakkında yapılacak seminarlar yoluyla da yeni ve parlak kabiliyeler tanınacak, saptanacak..
Kendimizi bugünün şartları altında 300 Ispartalı diye düşünelim ve oradan yola çıkalım...

9 Ekim 2014 Perşembe

HABER & MAKALE; ABD’NİN MAYMUNCUĞU: IŞİD!., BANU AVAR

ABD’NİN MAYMUNCUĞU: IŞİD!..,
BANU AVAR
İslam’ı canilikle tanımlamak, Sünni –Şii savaşı çıkarmak  için  yazılan    senaryonun aktörü: IŞİD!
Kukla Kürt devleti kurmak için Suriye’deki Kürtleri Türkiye’nin güneydoğusuna doldurma aracı: IŞİD!
Musul - Hayfa  ‘petrol koridoru’ (petrol için güvenli bölge) oluşturmak için: IŞİD!
Savaş sanayiini zengin edecek formülün adı: IŞİD!
ABD  ve dünya kamuoyunu Esad’ın devrilmesine ikna için: IŞİD!
IŞİD yıllardır değişik isimlerle sahnede. Bir İhvan oluyor adı, bir  Taliban, veya Nusra, ÖSO..
Çok maskeli bir  Amerikan ‘örtülü operasyon’ timi.. İçinde Türkiye dahil her devletten terörist var..
Biden, Türkiye ve Körfez ülkelerine çok maskeli terör yapılarını destekleme ve Esad’ı devirme görevini veren merkezin adamı.  Harvard’daki konuşmasında,  ‘müttefiklerinin’ ABD’nin en büyük ‘derdi’ olduğunu söylüyor: “Müttefiklerimiz Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudiler, Esad’ı devirmek için Sünni-Şii savaşı başlattılar, önlerine gelen terör örgütlerini,  yüzlerce milyon dolar ve on binlerce ton silahla donattılar! Müttefiklerimizi durduramadık..”
Yılların katilleri birden ‘melek’ kostümüyle sahnede..
ABD kendi hazırladığı örtülü operasyonun yükünü bölgedeki müttefiklerine yıkıveriyor... Biden konuşmasının bir yerinde  bunu gerekçelendiriyor: “ Amerika bir kez daha Ortadoğu’da Müslüman bir devlete savaş açmamalı… Sünni teröristlerle  sünniler savaşmalı…”   Birkaç yıl önce ‘eldiven’ kullanmanın gerekliliğinden sözetmişti..
Pentagon’un  düşünce  kuruluşu Stratfor’un başkanı Friedman  da 2011’deki röportajında “Türkiye bölgede elini kirletmek zorunda!”  demişti..
3 yıl sonra o noktada..   Çetebaşı suçu, maşalarına  atıp, ‘arabulucu’ katına yükselmeyi planlıyor.. Dünya kamuoyu önünde kendini ‘ak’layıveriyor..
Biden açıklamalarına ‘bozulan’ ‘dost ve müttefik ülke’ cumhurbaşkanıyla dalga geçmeyi de ihmal etmiyor. ‘Hayranım sana’ diye mesaj yolluyor, özür diliyor, ‘ama sözlerimi geri almam’ diye ekliyor.
Egemenliğini emperyal ülkelere peşkeş çeken iktidarlar, onun bunun oyuncağı olur, burunlarını pislikten kurtaramazlar.. Bizimkiler 70 yıldır  batının deli gömleğinde kıvranıp,  milleti inletiyor..
Hedef  ülke Türkiye’dir, Suriye’dir, İran’dır, Rusya’dır, Çin’dir ve Orta Asya’nın paha biçilmez, petrol uranyum, doğal gaz, elmas rezervleridir..
Tepetaklak aşağı inen batı, bu zenginliklere kısa zaman içinde el koyamazsa  mahvolacaktır.
Bunun için tüm bölgeyi uzun süreli kaosta tutmak ve tüm bölge ülkelerini birbiriyle savaştırmak hem maddi hem stratejik kazanım sağlayacaktır.
Kukla Kürt devletinin kurulması için Suriye Kürtleri Türkiye sınırlarından içeri sokulacak ve Türkiye’nin nüfus yapısı bozulacaktır.  Bu kısmen gerçekleşti..Türkiye’nin güney doğusu önce ‘tampon bölge’ sonra Kürdistan olacaktır. Plan budur. 
Suriye’nin Türkiye sınırında ‘uçuşa yasaklı’  boş bir bölge oluşturulacak, Musul Hayfa petrol hattı hayali gerçek olacaktır..  Ayn el Arap ya da Kobani falan kalmayacaktır..
Oyun Türkiye’nin güneydoğusuna sınırları belirsiz bir Kürdistan kurmaktır. 
Ve o bölgede yaşayanlar   bu oyun tutarsa bugüne kadar hiç görmedikleri oranda bir kan denizinde kalacaklardır. 
Malum emperyalizm toprağın üstündekilerle değil altındakilerle uğraşır!
09 Ekim 2014
***
Doğruya can dayanmaz; ama kafalarında beyin yerine işkembe taşıyanların ki hariç...
Selam ve sevgiler...
Serendip Altındal

2 Ekim 2014 Perşembe

ANSAV Başkanı Prof. Dr. Gökhan ÇAPOĞLU “Cumhuriyetçiler Birleşmelidir…”

ANSAV Başkanı Prof. Dr. Gökhan ÇAPOĞLU
“Cumhuriyetçiler Birleşmelidir…”
Prof. Dr. Gökhan ÇAPOĞLU
Türkiye’de bugün;
* Devlet, şirketler ve vatandaşlar borç batağı içindedir.
* İşsizlik rekor düzeydedir.
* Yoksulluk adeta kader olarak dayatılmaktadır.
* Ranta ve dış kaynağa bağımlı ekonomik politikaları çökmüştür.
* Komşu ülkelerle mezhepçiliğe dayanan dış politika ülke güvenliğini tehdit etmektedir.
* Ortadoğu’da tam bataklığın içine düşülmüştür.
* İtibarımız, güvenirliliğimiz ve inandırıcılığımız dünya çapında düşürülmüştür.
* Adalet sistemi güvenilir olmaktan çıkmıştır.
* İktidar cemaat ile işbirliği yaparak kendi silahlı kuvvetlerine, aydınlarına kumpas kurduğunu itiraf etmektedir.
* Anayasa ve yasaları hiçe sayan, ötekileştirmeyi ve ayrıştırmayı siyasetin temel yöntemi olarak benimsemiş, otoriterliği öne çıkaran,  yolsuzlukla iç içe keyfi bir iktidar ülkenin başına kâbus gibi çökmüştür
* Ne yazık ki ülkemiz bu iktidara alternatif olamadığı ve olmayacağı her seçimde ortaya çıktığı halde değişmeyen bir muhalefet ile karşı karşıyadır. 
* Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine bağlı demokrat, özgürlükçü, inançlara saygılı,  laik, çağdaş ve Atatürkçü alternatif  bir hareket hemen ortaya çıkmadığı taktirde, iktidarın  önümüzdeki seçimlerde kendisine benzeşmeye çalışan muhalefet sayesinde anayasayı değiştirecek bir çoğunluğa ulaşacağını ve açılım adı altında özerklik hedefleyen bölücü terörün siyasi uzantılarının güç kazanacağını göstermiştir. 
Şu çok iyi bilinmeli ki;
* Kadınların ve gençlerin katılımını arttırmadan,
* Seçim sistemini barajsız yapmadan,
* Demokrasiyi parti-içinde başlatmadan;
* Seçilmiş diktatörler önlenemez,
* Ekonomi halkın çıkarları doğrultusunda yönetilmez,
* Eğitim sistemi akademik, mesleki, kültür, sanat ve spor yönünden zenginleşmiş olmadan, düşünen özgür bireyler yanında ahlak ve erdem sahibi iyi yurttaşlar yetiştirilemez.
* Ve en önemlisi demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, özgürlüklere sahip çıkılamaz.
* Ülkemizin içinde bulunduğu bu çürümüş ortamdan kurtulması için;
* Demokrasi ve bağımsız yargının yeniden kurulması,
* Başta kadınlar olmak üzere tüm yurttaşların eşitliğinin ve özgürlüklerinin güvence altına alınması ile mümkün olabilir.
Prof. Dr. Gökhan ÇAPOĞLU
Bunun için;
* Hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı,  insan hak ve özgürlüklerinin vazgeçilmezliğine inanmış
* Doğa ve çevreyi korumayı esas alan
* Rant yerine üretimi ve teknolojik gelişmeyi ekonominin dinamiği olarak gören
* Sosyal devleti geliştirmenin önemine inanan
* Kimseyi ötekileştirmeyen
* Milli ve manevi değerlere saygılı
* Demokrasi ve özgürlükler adı altında ülkeyi bölmek isteyenlere ve ülke yönetimini ele geçirmeye çalışan cemaatlere karşı, Anayasa’mızın ilk üç maddesinde birleşen laik, üniter ve bağımsız Türkiye ülküsüne bağlı yurttaşların vakit geçirmeden bir araya gelmesi gereklidir. 
[Ankara, Ulusal Haber//02.10.2014]